Mitinglerde, televizyon canlı yayınlarında yaptığı konuşmalar nedeniyle hakkında dava açılan eski HDP Eş Genel Başkanı Selahattin Demirtaş, Mersin'de görülen duruşmaya tutuklu bulunduğu Edirne Cezaevi'nden SEGBİS ile katıldı.
Duruşmayı Diyarbakır Adliyesinde Demirtaş'ın eşi Başak Demirtaş, danışmanı ve avukatlarıyla birlikte izleme şansım oldu.
Saat 10.00'da başlayan duruşma, 16.30 gibi bitti. 5-10 dakikalık kısa araları saymazsak kesintisiz devam etti duruşma. Adli tatil başlıyordu ve mahkeme heyeti belki sırf bu nedenle duruşma bir an önce karara bağlansın diye acele ediyordu. Ama şu da vardı, Demirtaş, mahkeme heyetine, "Karar dosyalarınızın içinde" diyerek hükmün çoktan belirlendiğini söyledi. Hüküm belirlenmişse avukatların cezaevi koşullarını (Demirtaş ve yanındaki avukatlar sıcaktan dolayı ter döküyordu) insani ihtiyaç taleplerini gözeterek ara vermeye, yine avukatların işaret ettiği eksiklikleri gidermek için zaman kaybetmeye ne hacet vardı.
Demirtaş deneyimli bir siyasetçi ve iyi bir avukat. Yıllardır her alanda ve koşulda mücadele ettiği iktidarı gayet iyi tanıdığını ise savunmasındaki ifadelerden anlamak mümkün. Satır aralarında işlerini hatırlatsa da esasında yargının adil bir karar vermesinin önündeki engellerin de farkındaydı. Konuşması, tutumu, tavrı bunu gösteriyordu. Bu farkındalık, Demirtaş'ı dinlerken, yolu mahkemelere düşmesin diye dua eden herkese geçmiştir. Bu yüzden adaletin tecelli edeceğine dair umudum da hayalim de uçtu gitti.
Ancak bu, sadece Demirtaş'la ilgili bir durum değildi elbette, iddia makamının suçlamaları ve mahkeme heyetinin tutumunun da bunda büyük katkısı oldu. Bir tiyatro oynanıyordu sanki ve senaryosu ile yönetmeni berbattı. Bu berbat oyunda kendisine biçilen rolün hakkını vermeye çalışan tek oyuncu ise Demirtaş'tı. Ama senaryo kötü, yönetmen tiyatrodan anlamazın teki olunca, geriye izlenebilecek, dinlenebilecek Demirtaş kalıyordu.
Demirtaş'ın savunması ise yakın geçmişte yaşanan dramın, bu drama neden olanların cümleleri üzerindeki sis perdesini aralıyordu. Bir kez daha, görselleri de kullanarak, "Ben bunlara ne diyeyim" diye soruyordu.
Şu sözleri de kayıtlara geçsin: "Farkımız ne Peker ile Çakıcı ile? Onlar ırkçı faşist, ben Kürdüm. Farkımız bu. Ama problem şu: Ben de bu ülkenin vatandaşıyım. Düzeni, sistemi, anayasayı değiştirmek için uğraşan bir siyasetçiyim. Türkiye Cumhuriyeti devletine zarar verecek bir iş yapmadım. Irmakları yabancılara satmadım, dereleri satmadım, zeytinlikleri satmadım. Bunlar devleti koruyor, biz zarar veriyoruz, öyle mi? Peker, devletten korku iklimi yaratmak için görev aldığını sonradan itiraf etti. Ben de bunu durdurmak için konuştum, 55 yıl ceza aldım."
Yönetmen, berbat olduğunu bildiği senaryoyu sahnelemek için diretirse, pespaye bir müsamereden öteye gitmiyor işte. Demirtaş ne yapsın?
*
Barış Ünlü'nün literatüre katkısı Türklük Sözleşmesi duruşmada çokça telaffuz edildi. Bu kaçınılmaz gibi görünüyordu. Demirtaş, yıllardır cezaevinde tutulmasının, 55 yıl ceza almasının temel nedeninin Türklük Sözleşmesi'ne aykırı bir siyaset tarzı izlemesi olduğunu vurgulayan beyanlarda bulundu.
Alaattin Çakıcı gibi çete liderleri ile kendisine hakaret eden Nedim Şener ve Hilal Kaplan gibi gazetecilerin adını vererek, "Türklük Sözleşmesini imzalayan herkes devlet için muteberdir" dedi. Bu isimlerin devlet nezdindeki mertebesi taktire şayan.
Demirtaş, "'Ben bunu imzalamam' derseniz vay halinize. Türk bile olsanız fark etmez. Benim de Türk arkadaşlarım var, Türk bakkalım var. Türkçe konuşuyorum, Türkçe yazıyorum, 7 tane Türkçe kitabım var. Türklerle bir sorunum yok. Ben Kürdüm, Türklük Sözleşmesini imzalamak istemiyorum. Ben bu halimle bu ülkenin vatandaşı olmak istiyorum" ifadelerini kullandı.
Demirtaş ile birlikte siyaset yapanların neredeyse tümü hakkında davalar açıldığını hatırlatalım. Demirtaş, hakkındaki suçlamalara karşı kendisini savunurken, aslında kimi hâlâ cezaevinde olan yol arkadaşlarını da savunuyordu. Kürt ya da Türk, Türklük Sözleşmesini benimsememiş, imzalamamış arkadaşlarını. Kendilerine biçilen ceza, bir okul müsameresinde belirleniyordu.
*
Demirtaş'a, "Kitap okuma" dedi mahkeme başkanı. Demirtaş ayağa kalktı, kameraya yaklaşarak tuğla gibi kitabı gösterdi. Demirtaş "Size hikaye gibi mi geliyor? Ben savunma yapıyorum" dedi.
Demirtaş, elindeki kitaptan alıntılar yaparak ve fotoğraflar göstererek, dava konusu olan sözlerini hangi koşullarda söylediğini anlatıyordu. Mahkeme başkanının müdahale ettiği sırada Demirtaş, Cizre'de görev yapmış bir özel harekatçının söyleşisinden pasajlar okuyordu. Polemik sonrası Demirtaş mahkeme başkanını protesto ederek savunmasını kısa tutup bitirdi.
Avukatları, hem duruşmaya ara talepleri yerine getirilmediği için hem de savunmasına müdahale edildiği için Demirtaş ile reddi hakim taleplerini müzakere etti. Demirtaş, bir şeyin değişmeyeceğini ifade ederek onay vermedi. Kim bilir, belki müsamereden sıkılmıştı.
*
Demirtaş savunmasını kısa kesince mahkeme başkanı hızla avukatlara söz verdi. Ancak Edirne'den duruşmaya katılan avukatlar, yetersiz havalandırmadan ve sıcaktan yorgun düşmüşlerdi. Avukatların ısrarı üzerine duruşmaya kısa bir ara verildi.
Kısa arada Demirtaş eşi ve dostlarıyla konuşma fırsatı buldu. Şakalaştı ve formunu koruduğunu ispatlamak için ayağa kalkarak göbeğini gösterdi. Bir ara masadan Ahmed Arif'in kitabını aldı ve birkaç dize okudu.
Avukatlar savunma yaparken dikkatliydi. Yanındaki avukatlarla arada gülümseyerek konuştu.
O vakit şunu düşündüm: Demirtaş'la cezaevinde görüşen herkes, ondan moral aldıklarını söylüyor ya, bu doğru. Çünkü mahkeme heyeti dahil, salonda onu dinleyenler yılgınlığın, umutsuzluğun, teslimiyetin zerresini görmedi. İddialı bir siyasetçi olduğunu ve bir gün halkın oylarıyla ülkeyi yöneteceğini söyleyen Demirtaş, dostlarına ancak moral verir zaten.