Selahattin Demirtaş ve Figen Yüksekdağ’ın hapiste olmasının tek nedeni, iktidarı zorlayan, ona karşı etkili ve yeni bir muhalefet dili ören, bunu yaparken de cesaretlerinden ödün vermeyen aktörler olmaları değil. Aynı zamanda bu iki aktörün, ileride hegemonik düzen söylemini yarma potansiyeline sahip olmaları da hem AKP’yi hem de devleti korkutuyor. Zira “devlet aklı”, mevcut hegemonik düzenin bir müddet sonra daha fazla mağdur üreteceğini ve bu mağdurların da etkili, cesur, eşitlikçi liderlerin etrafında toplanabileceğini öngörüyor. O yüzden Yüksekdağ gibi Demirtaş’ın da milletvekilliğinin ve parti üyeliğinin düşürülmesi Ankara’nın “dehlizlerindeki” basit bir karara bağlı!
Fakat halihazırda partisinin eş başkanı olan Demirtaş’ın pozisyonunu bu kadar “edilgen” kılan sadece keyfi hukuk değil aynı zamanda lideri olduğu hareketin bu muhtemel gidişatı kabullenmiş görüntüsü vermesi. Devletin her türlü zor aygıtıyla üstüne çullandığı HDP şu ana kadar kendi varlığını sürdürme, üzerinde yeniden yeşerebileceği hattı koruma sınavından başarılı çıkmış gibi görünüyor. Ancak partinin aynı başarıyı hapsedilen eş başkanları için sağladığı söylenemez.
Bazı HDP’liler hapisteki eş başkanları sanki geçmişte asılı kalmış ve etkili siyasetini yürütebilmeleri için illa hapisten çıkmaları gerekiyormuş gibi davranıyor ve daha da trajik bir biçimde onların “nostaljisini” yapıyor. Bu iki lider şimdinin değil, “bir zamanların” aktörüymüş gibi eski beyanatları yayınlanırken, aslında geçmişe hapsediliyor.
Oysa TBMM’nin üçüncü büyük partisinin liderleri, hareketleri onların sözüne kulak kabartmaktan, o söze göre yol almaktan, bugünü ve geleceği onlarla beraber kurmaya çalışmaktan vazgeçsin diye hapsedildi. Hegemonik düzenin kurucu lideri hedeflediği noktaya doğru yol alırken, o hedefin kırıcısı olan liderler de geçmiş zamana, bir nevi görünmezliğe ve bilinmezliğe hapsedilmek isteniyor. İşte tam da iktidarın bu kastı, HDP’yi önemli bir sınavla karşı karşıya bırakıyor: Devletin hapsettiği liderlerinin sözünü büyük bir özgüvenle dışarı çıkarıp çıkaramamak.
MUHALİFLER DEVLETE KÜSMEZ
Nitekim hapse girmeden hemen önce Express dergisi için yaptığımız söyleşide Demirtaş, partisini bu muhtemel sınav konusunda peşinen uyarmıştı: “Tutuklama gerçekleştiğinde önemli bir uluslararası dayanışma bekliyoruz –bu konuda belli hazırlıklarımız var. Güçlü konumdayız. (…) Postumuzun ucuz olmadığını göstermek istiyoruz. Böyle bir şey yapılırsa, bu HDP’nin durdurulmasına değil, sıçrayışına dönüşebilir. Bundan da herkesin emin olarak, özgüvenli hareket etmesi gerekiyor.” http://birdirbir.org/selahattin-demirtas-korku-bulasiciysa-cesaret-de-bulasici/
Muhalif siyasi hareketler kendi meşruiyetlerini iktidarın karşı propagandasına veya siyasi operasyonlarına tabi kılmamak için o meşruiyet bilinçlerine sımsıkı sarılırsa birliklerini koruyup yol alabilir.
İktidarlara göre kendilerine muhalefet eden herkes zaten gayrimeşrudur. O yüzden de muhaliflerin kendilerine, muktedirin gözüyle bakıp bakmamaları da en büyük sınavlarından biridir. Meşruiyetinize olan inancınız sarsıldığında, o meşruiyetten devşirdiğiniz özgüveninizin de, arkanızdan sürükleyebildiğiniz kitlelerin de azalması riskiyle karşı karşıya kalırsınız.
Bunun farkında olan özgürlük ve demokrasi hareketleri, meşruiyetlerine kasteden devlete küsmez, onunla mücadele ederler. Tali bir örnek ama HDP’nin, Yüksekdağ’ın yasal olarak eşbaşkanlık yürütmesi imkânsız kılındığı için 20 Mayıs’taki “mecburi” 3. Olağanüstü Kongresi’ni bir “küskünlük” duygusu içinde, küçücük bir konferans salonunda, “özellikle” coşkusuz ve son derece sönük bir biçimde gerçekleştirmesi, eleştiriye açık gibi görünüyor. “Oysa” demişti bir HDP’li, “devlet bizi eş başkanımızı değiştirmeye zorladı. Bizim de eş başkan değiştirme kongresini coşkulu bir biçimde yapmamız yakışık almazdı.”
Peki, devlet sizi kongreye mecbur kılıyor, eş başkanınızı değiştirmeye zorluyorsa, sizin de ona coşkulu bir yanıt vermeniz gerekmez mi? On binlerce partilinizi Ankara’daki kongreye çağırıp sözünüzü ilgili yerlere yüksek bir sesle, gücünüzün kökünü oluşturan meşruiyet bilinciyle iletmeniz esas “mecburiyet” değil midir?
MAHPUSLUĞU BİTİRMENİN YOLLARI
Kendi siyasi liderini, “lider kültü yaratmamak için bayraklaştırmamak” Ortadoğu siyasi düzeninde büyük bir risk almaktır. HDP’nin bu riski göze alması, elbette köklü siyasi mirasına duyduğu güvene dayanıyor. Fakat bu coğrafyada zorbalığa karşı demokratik yollarla mücadele edip de etkili bir lideri olmayan hareketler yaşam alanı bulmakta her zaman zorlanıyor. Aynı şey zorba hareketler için de geçerli. O yüzden zorba hareketler kendi liderlerini, muhalif liderleri bertaraf ederek, görünmez kılarak ilahlaştırmaya odaklanırlar.
Her ne kadar lider partisi olmasa da HDP, kendisinden önceki demokratik mücadelenin mirası sayesinde, Ortadoğu’nun en etkili liderlerinden birini yaratmış durumda. Demirtaş’ın liderlik vasfı, HDP’nin geldiği geleneğin çok önemli bir kazanımı. Dolayısıyla Demirtaş’ın liderliği salt kişisel bir vasıf değil, aynı zamanda köklü bir mücadelenin ürünü. O gücü etkili bir biçimde kullanmanın HDP’yi lider odaklı bir parti haline getirip getirmeyeceği de lidere değil, yine partiye bağlı.
Fakat o lider, sırf etkileyiciliğinden, partisinin gücüne güç kattığından, muktedirlerle alay edercesine kıvrak bir siyasi zekaya sahip olduğundan ve geleceğin belirleyici aktörü olması korkusundan dolayı hapse atılmış görünüyor.
Bazı liderler hareketleri sayesinde, bazı hareketler de liderleri sayesinde badire atlatırlar. Hapisteki bir siyasetçi ancak sözünü dışarı çıkaramadığında, hareketini ve kitleleri yönlendiremediğinde mahpustur. Oysa dünya özgürlük mücadelesi tarihine baktığımızda, dört duvar arasında olduğu halde kendi hareketlerini yönetebilen, yönlendirebilen ve dolayısıyla hapishane duvarlarını anlamsızlaştıran sayısız lider olduğunu biliyoruz. Liderinizin bedenini dışarı çıkartamıyorsanız, sözlerini çıkarır, dört duvarı böylece delmiş olursunuz.
Peki formül bu kadar basitken, HDP’yi bundan alıkoyan ne? Elbette HDP’nin son iki yılda maruz kaldığı kapsamlı operasyonlar, genel merkez binasının bile ateşe verilmiş olması, milletvekillerinin, sayısız üye ve aktivistinin hapsedilmesi, anaakım medyada esamisinin okunmaması, milletvekillerinin kendi tabanlarındaki itibarının zedelenmesi için sistematik olarak gözaltına alınması, özetle partinin gırtlağına yapışılmış olması yabana atılır etkenler değil.
DEMİRTAŞ’IN YENİ ÖYKÜSÜNÜN BAŞLIĞI
Ancak tüm bunlara rağmen, daha doğrusu tüm bunlardan dolayı HDP’nin, Demirtaş’ın karşı karşıya bulunduğu belirsizliği ortadan kaldırma sorumluluğu ve daha da önemlisi gücü yok mu? Onu fiziken hapisten çıkarmak için çok kapsamlı ve hiç dinmeyen demokratik kampanyalar, kamuoyları oluşturulması gerekliliği bir yana, Demirtaş’ın sözünün etkili bir biçimde dışarıya taşınması mümkün değil mi?
Türkiye’deki mevcut hukuk sistemi içinde Demirtaş, rakiplerinin keyfi ne zaman isterse o zaman hapisten çıkacak gibi görünüyor. Oysa en basitinden, örneğin haftalık Meclis grup toplantılarında HDP, neden Demirtaş’ı düzenli olarak “konuşturmasın?” Neden grup toplantılarında HDP sözcüsü veya partinin yeni eş genel başkanı, kendi sözünü söyledikten sonra Demirtaş’ın hareketine ve siyasete yön verecek “mektuplarını” aktarmasın? Demirtaş neden hapiste edebi öyküler yazarken, dışarıdaki siyasî öyküsünü “yazmaya” en azından bu şekilde devam etmesin? Demirtaş’ın siyasî mahpusluğunun ancak bu şekilde anlamsızlaştırılabileceği çok açık değil mi?
Göründüğü kadarıyla Demirtaş’ı fiziken hapisten çıkarmak devletin elindeyse, siyaseten “hapisten çıkarmak” da hareketinin elinde. HDP, son iki yıldaki tüm baskılara rağmen herhangi bir kopuş yaşamamayı başardığı gibi eş başkanının iktidarı korkutan liderliğini dört duvarın arasından çıkarmayı başarabilirse, milliyetçilik yarıştıranların karşısına kendi “öyküsünü” çok daha etkili bir biçimde koyabilir. Üstelik Demirtaş, o öykünün başlığını 3. Olağanüstü Kongre’ye yolladığı mesajla koydu: “Demokrasi ve Barış Mücadelesi Planı.”