Muhaliflere karşı Kafka’nın Ceza Sömürgesi’ni andıran Türkiye’deki hukuk sistemi mağdurlarının fotoğraf albümü her gün yeni karelerle kabarıyor. Bugünün gaddarlığı, fotoğraflar aracılığıyla geleceğin notlarına dönüşüyor. Gerçi Fotoğraf Üzerine kitabında Susan Sontag şu iddialı şerhi koyuyor: “Kesin bir dille konuşursak, bir fotoğraftan asla herhangi bir şey anlaşılmaz. Elbette ki fotoğraflar, şimdiki zamana ve geçmişe dair zihinlerimizde var olan resimlerdeki boşlukları doldurmaya yararlar.”
Selahattin ve Başak Demirtaş’ın 13 Aralık’ta Ankara Sincan Cezaevi kampüsü içinde bulunan mahkeme salonunda çekilmiş fotoğrafından, Sontag’ın iddiasının aksine pek çok şey anlaşıldığı gibi, bu kare zihnimizdeki resimlerin boşluklarını da doldurmaya yarıyor.
Zihnimizdeki resimde Diyarbakırlı genç bir avukatın, hepimizin gözleri önünde ağır bir tempoyla siyaset sahnesinde belirip hızlı bir ivmeyle başta Kürtler olmak üzere memleketteki tüm ezilenlerin sözünü etkili bir hitabetle haykırdığı görünüyordu. Demirtaş Ankara’da tereddüt etmeden iktidara karşı siyaset yapıyordu. İktidarın gücünü temsil ettiklerinin kuvvetiyle sınırlamaya yöneldikçe yoluna daha fazla tuzak döşeniyor ama o bu tuzakların tümünden “hukuk içinde kalarak” başarıyla geçiyordu. Bu da rakipleri veya hasımları açısından artık tuzakları hukuka göre değil, hukuku tuzaklara göre belirlemeyi gerektiriyordu.
FOTOĞRAF ÂNI
Öğrendiğimize göre duruşma bittikten sonra avukatlar mahkeme heyetiyle görüşürken, Başak hanım eşinin yanına gidiyor. İki-üç dakika süren kavuşma anında, salondan biri deklanşöre basıyor.
Fotoğraf karesine yansıdığı kadarıyla avukatlar ayakta, salondan çıkmaya hazırlanıyor. Selahattin Demirtaş, söyleyeceğini söylemiş olmanın rahatlığıyla mahkeme heyetine doğru bakıyor. Başak Demirtaş’ın yüzüne ise içindekileri söyleyememiş olmanın gerginliği yansımış. Buna rağmen bakışlarında güçlü bir haklılık duygusu, duruşunda eşini koruma pozisyonu hakim. Arkada görünen mavi kamuflajlı iki jandarmanın bakışları yere sabitlenmişken ötedeki asker kendinden emin görünüyor. En arkadaki siviller ise birer gölge gibi, belli-belirsiz. Karedeki hemen herkes ayakta. Önce avukatlar, sonra Demirtaş ve eşi, arkasından askerler ve en “dipte” de siviller. Yargılamanın esas aktörleri ise fotoğraf karesinde görünmüyor.
Demirtaş çiftinin birbirini kararlılıkla kolladığını gösteren fotoğraf, hakim ideolojinin Kürt toplumu hakkında yaygınlaştırmaya çalıştığı stereotipi de kırıyor. Üstelik Demirtaş çiftinin güçlü ifadelerinde ve eşit duruşlarında fotoğraflarının çekildiği bilgisinin etkisi yok. Basit gibi görünen fotoğraf karesinin gücü belki de burada yatıyor.
FOTOĞRAFTAN ÖNCE
Aslında bu fotoğrafın çekilişinden bir gün önce tanık olduğumuz ama fotoğrafı çekilemeyen önemli bir an daha vardı.
Cezaevi kampüsünün girişinden hızlı adımlarla içeri giren polis amiri kayıt masasına yönelip polis memuruna “kaç kişi oldu” diye sormuştu. Polis memuru masasındaki nüfus cüzdanı destesini gösterip “şimdiye kadar 38 kişi aldık” diye yanıtlamıştı amirini. “İyi” demişti beriki, “45 kişiyi geçmeyecek.” Böylece 12 Aralık sabahı Ankara Sincan Cezaevi kampüsü içinde bulunan mahkeme salonunun girişine kadar çok sayıda engeli aşarak varabilmiş onlarca kişiden sadece 7’sinin daha mahkeme salonuna girme şansı olduğu anlaşılmıştı. Fakat o kuyruğun en sonunda, elinde nüfus cüzdanıyla, neredeyse kimseye görünmeyecek tevazuyla sırasını bekleyen Başak Demirtaş da vardı. İki yılı aşkındır cezaevinde bulunan eşinin savunmasını dinlemek için ta Diyarbakır’dan kalkıp gelmiş olan Başak hanım, kuyruktan biri çıkıp sırasını verene kadar öne geçmeye yeltenmemişti bile.
Gözleri ve zihinleri dışında, telefonlarından ses kayıt cihazlarına kadar tüm kayıt cihazlarını girişteki dolaplara bıraktıktan sonra nihayet mahkeme salonuna girenler, koca salonun en başında, sanık sandalyesinde oturmuş olan Selahattin Demirtaş’ın selamını alkışlarla karşılayınca, mahkeme başkanının uyarısıyla susturulmuştu. Bir süre sonra da yargılama safhasına geçilmiş, Başak hanım da eşinin savunmasını pürdikkat dinlemişti.
İlgilisi Demirtaş’ın savunma metinlerini okumuştur. Okumamış olanlar için linkler şunlar:
Demirtaş’ın 12 Aralık’taki Kürtçe konuşması: https://www.hdp.org.tr/tr/guncel/haberler/demirtasin-savunmasina-baslamadan-once-yaptigi-kurtce-konusma/12683
Demirtaş’ın 12 Aralık’taki savunması: https://www.hdp.org.tr/tr/guncel/mahkeme-ifadeleri/demirtas-aihm-karari-kesinlesti-mi-diye-gorus-istediginiz-adalet-bakanligi-taraftir-siz-de-taraf-tuttunuz/12684
Demirtaş’ın 13 Aralık’taki savunması: https://www.hdp.org.tr/tr/guncel/mahkeme-ifadeleri/demirtas-size-verilmis-yargiclik-gorevini-iktidar-lehine-guc-olusturmak-icin-kullaniyorsunuz/12687
Büyük olasılıkla ileride tarihi birer belge olarak epey eşelenecek olan savunmaların içeriği üzerine şimdilik durmayalım. Fakat duruşmayı izleyenlerden biri, Demirtaş’ın mahkeme heyetini gerek hukuki gerekse siyasi açıdan zorlayan savunmasını şöyle yorumlamıştı: “İnsanda iyilerin haklı çıktığı ama kötülerin kazandığı bir filmi izliyor duygusu yaratıyor.”
Fotoğraf karesine yansıdığı kadarıyla Başak hanımın bakışları da “bu filmde siz güçlü olabilirsiniz ama haklı olan biziz” diyor.
Fakat bu öylesine bir film değil. İzleyiciler, kendilerinin de içinde yer aldığı bu filmin aktörü olamıyor. Seslerini çıkarmaları, itiraz etmeleri, homurdanmaları, fotoğraf çekmeleri yasak. “Sistem” sanki salonda çekilecek bir fotoğrafın “resimdeki boşlukları doldurmaya” yarayacağının öngörüsüyle dizayn edilmiş. Kontrolü dışında bir görüntünün kayıt altına alınması, yarınlara kalması belki de yargılayanların hafızalarda bırakmak istediği resmin boşluğunu doldurabileceği için yasak.
Mahkeme heyetinin “haklılığım gücümde” tavrına muhatap olan birinin soğukkanlılığını koruması için “gücüm haklılığımda” inancına sahip olması lazım.
Demirtaş savunması sırasında bu duyguya sahip olduğunu sıklıkla vurguluyor zaten.
'FOTOĞRAF TOPLAMAK, DÜNYAYI BİRİKTİRMEKTİR'
Fakat Demirtaş mahkeme kararını etkilemek üzere bir savunma yapmadığını, zira kararın mahkeme tarafından verilmeyeceğini bildiğini tekrarlarken, AKP’nin de bilgisinden faydalandığını aktardığı ceza hukukçusu Prof. Adem Sözüer’den şu önemli alıntıyı yapıyor: “Kolluk, savcılık, mahkeme, Yargıtay'da bir zincirde oluşturulmuş, adli sistem dışından bu zincire ‘belli kişilerin suçlu bulunması ve mahkum edilmesi’ talimatı veriliyor. Bu zinciri oluşturan her halkada bulunan hâkim savcılar adil bir yargılama değil, daha baştan suçlu olarak damgaladıkları kişiyi mahkum etmek için hareket ediyor. Bu nedenle bu tür önceden kararı verilmiş yargılamalara tünel bakışlı dava diyoruz. Tünelin başından sonuna kadarki her aşamada, yani soruşturma kovuşturma ve temyiz evrelerinde tünelin sonundaki kişi hep suçlu görülmektedir, mutlaka mahkum edilecektir.”
“Tünelin” siyasi iktidar tarafından kazıldığından emin olduğu için Demirtaş mahkemedeki muhataplarına karşı güçlü bir soğukkanlılığa, hatta kayıtsızlığa sahipti: “Mahkeme sürecini bitirin diyorum, bitirmeyin demiyorum. 142 üst sınır, 141 (yıl) verirseniz hatırım kalır. Hiç şakam yok, Allah’tan başka da kimseden korkum yok ama onurumu burada ezdirmem size.”
Böylece Demirtaş, incelikle kurduğu ağır ve sert savunmasında Seyid Rıza’dan beri “mahkemelerde” Kürtlere kesilen cezayı etkisiz hale getirirken, alelade çekilmiş fotoğraf karesinden sonra, hasımları açısından Demirtaş’ı “yenik”, “yargılanan” gibi gösterme olasılığı belki de ortadan kalktı.
“Fotoğraf toplamak, dünyayı biriktirmektir” diye yazıyor Sontag. Demirtaşların bu fotoğrafında “biriktirilen dünyanın”, tünelin karanlığında çaresiz kılınmak istenenlere yeni kapılar açacak güçte olmadığını söylemek epey zor.