“İçerideki kişi de tutmuş aday oluyor. Hangi yüzle aday oluyorsun?” Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan, yeni sistemin de cumhurbaşkanı adayı, Adalet ve Kalkınma Partisi Genel Başkanı Recep Tayyip Erdoğan kurdu bu cümleleri. “İçerideki kişi” dediği, Selahattin Demirtaş. İçerisi de hapishane. HDP’nin hapishanedeki cumhurbaşkanı adayı.
Bu seçimde bir yüz sorunu var gerçekten de. Bir yanda, her an televizyonlarda beliren bir yüz, Recep Tayyip Erdoğan. Diğer yanda anca sosyal medya üzerinden yayılan fotoğraflarda görülebilen, sesi duyulamayan bir yüz, Selahattin Demirtaş. Yüzü yasaklı Demirtaş ile yüzü her yerde beliren Erdoğan arasında dört aday daha var: Muharrem İnce, Temel Karamollaoğlu, Meral Akşener, Doğu Perinçek.
PERiNÇEK UNUTULDU
Erdoğan, bu dört yüzün üçüne söyleniyor, Demirtaş’ın kampanyasını serbest yapmasını istedikleri için. “Benden başka diğer adayların hepsinin söylediği tek şey var, ‘dışarı çıkmalı, faaliyetini sürdürmeli.’ Bunların adalet anlayışı bu.” Perinçek’in hakkını teslim etmiyor, herhalde adını anmamak için, çünkü o da Erdoğan gibi Demirtaş’ın cezaevinde bulunmasını anormal bulmuyor. Neyse.
Elimizde iki ayrı alana ilişkin terimler var: Biri yüz, biri adalet. Yüz, yani ahlak alanındayız. Adalet, yani hukuk alanındayız.
ADALETİN BAŞI, GÖVDESİ
Demirtaş’ın adaylığı ahlaki bir sorun mu hukuki bir sorun mu? Aynı şekilde, cezaevinde bulunması ahlaki bir sorun mu hukuki bir sorun mu?
Erdoğan, konuşmasında “hukuk”tan bahsetmiyor hiç, “adalet”ten bahsediyor. “Ben adaletin bunlara gereken dersi vereceğine inanıyorum.” Bu inanç dediği şey, bir iman, bir umut, bir beklenti değil, bir talimat aslında, “Adaletin de başı benim” demişliği var çünkü. Adaletin başındaki kişi “gereken dersin verileceğine inanıyorsa”, bir teşkilat olarak adalet, yani devletin yargı bürokrasisi “baş”ının istediğine uyacaktır, en azından söyleyen kişinin beklentisi budur. Ve “baş”ın beklentilerini gövdenin (diyelim) reddetme ihtimali yoktur; gövde başa tabidir, “adalet”e dair tasavvurunuz “baş” ve “gövde” olarak böyle ayrılmışsa başka yol yoktur. Organik toplum tasavvuru bunu gerektirir, organik lider boşu boşuna konuşmaz.
ADALETİN YÜZÜNDEKİ YARA
Yine de “hukuk” denilmediğine dikkat edelim ve oraya dönelim: Hukuk denilmiyor, çünkü ayın nutukta söylenen sözlerle Demirtaş’ın cezaevinde olmasına yol açan “hukuk dosyaları” arasında ciddi bir fark var: Ne 53 yurttaşın ölümü nedeniyle bir suçlama var, ne Yasin Börü cinayeti nedeniyle… Üstelik, Demirtaş’ın cezaevinde olmasını temin eden hukuk ile onun aday olmasına engel olmayan (olamayan!) hukuk, aynı hukuk. Yani Demirtaş ahlaki bir arıza ya da boşluk nedeniyle değil, hukuki imkanlar cumhurbaşkanı adayı olabilmiş durumda.
Erdoğan’ın konuyu “yüz”e yani ahlaka bağlaması, hukuki açından bir söz söyleyememesinin doğal bir sonucu. “Buna hakkı yok, hukuk açık” denilebilse yüz demagojisine ne gerek kalırdı? Kanunlara uygun şekilde cumhurbaşkanı adayı olmuş bir kişinin, adaylığın gerektirdiği faaliyetleri serbestçe yapmasının hukuka uygunluğuna dair en derli toplu ve güçlü metin de yine Erdoğan’ın başı olduğu yargı teşkilatının kendisinden çıktı; Ankara 19. Ağır Ceza Mahkemesi’nin Demirtaş’ın tahliye talebini reddettiği kararın şerhinde.
Şerhi de geçelim, madem konu hukuki alandan ahlaki alana kaydırılmış, oraya biraz daha yakından bakalım: Ortada bir yarış var. Altı da yarışmacı. Birinin yüzü ve sesinin kamuya yansıması yasak, dışarı çıkması yasak, oy vereceklerle doğrudan temas kurması yasak. Bu bir yarış. Yarışmacıların hepsi “hukuki normlara” uygun biçimde yarışmacı olmuş. Birinin eli, kolu, sesi bağlı. Yüzü duvarların arkasına gömülü. Bir yarışta hukuku askıya alıp işi ahlaki alana kaydırıyorsunuz, peki, bu yarış nasıl ahlaki hale geliyor? Bir yarışta koşulların, araçların, silahların eşitliği geçerli değilse o yarış nasıl ahlaki hale gelecek?
ADALETE TALİMAT?
Şerh, işin içinde bir sorun, adaletin yüzünde bir yara olduğunun anlatımıydı aynı zamanda. Şerhi düşen yargıç, tahliyeyi reddeden yargıçların düşündüğünden başka bir adalet olduğunu söylüyordu. Şerh doğruysa karar yanlış, karar doğruysa şerh yanlış. Ahlaki alanda da benzer bir hal var: Demirtaş yüzsüzse onunla yarışmak yanlış. Onunla yarışıyorsanız elini kolunu bağlamak ne oluyor?
Erdoğan vurguyu hukuka yapamadığı (orada masumiyet karinesi durduğu) için konuşmasını ahlak alanına kaydırıyor; bu durumda olmaktan çektiği sıkıntıyı da adalet teşkilatına talimat olarak ifade ediyor: “Bunlara gereken dersi vereceğine inanıyorum.” Gereken ders? Her an verilebilecek bir tahliye kararına engel olmak, bu dersin muhtemelen birinci bölümü. Çok gecikmeden o konuşmanın içeriğine uygun yeni dosyalar, iddianameler hazırlanırsa kim şaşırır? Bu da ikinci bölümü olur dersin en fazla.
RET, İNKAR, ASİMİLASYON
Aynı konuşmada, “Ret, inkar ve asimilasyonu biz ortadan kaldırdık.” Kürtlere ilişkin bir kalıp bu, ama tıpkı konu sanki hukuki değilmiş de ahlakiymiş gibi yapıldığında olduğu gibi ilk bakışta görünmeyen bir tahrifat var, “ret” denilen yerde esasen “imha” olmalı. O kalıp, “imha, inkar, asimilasyon”dur. Devletin tarihsel Kürt politikasının özeti. Böyle bir politika olduğunu en açık biçimde kabul ve ilan etmiş isimlerden biridir Erdoğan. İmhanın en önemli örneklerinden biri malum, Erdoğan’ın vaktiyle “gerekirse özür de dilenir” dediği Dersim. İnkar, Kürt diye bir şey olmadığı varsa da bir halk ya da ulus olmadığı, olamayacağına dair anlayış. Asimilasyon da imha pek öyle kolay bir iş olmadığı için onu zamana yaymanın adı. Bunları ortadan kaldırdığını söyleyen bir iktidarın, Kürtlerin varlığını Kürt olarak sürdürebilmesi için gerekli hukuki düzenlemeleri yapmış olması gerekir, bu seçim sürecindeki adaylardan Temel Karamollaoğlu’nun telaffuz ettiği gibi, anadilde eğitim-öğretimin hukuken ve fiilen mümkün kılınması.
Bugünlerde hukukun askıda olması bu yüzden gerekli sanırım: Herkes için geçerli bir hukuk varken işler organik liderliğin gereklerine göre yürümüyor, o zaman meseleyi ahlaki görünüm altında konuşmaktan başka pek yol da kalmıyor. Yoksa, “masumiyet karinesi”nin artık “mahrumiyet karinesi”ne dönüştüğü başka nasıl bu kadar açıkça ilan edilebilirdi?