Demirtaş'tan Davutoğlu'na: Ne demiş ünlü fikir adamı?
Edirne Cezaevi'nde tutuklu bulunan HDP eski Eş Genel Başkanı Selahattin Demirtaş'ın yargılandığı davanın 4'üncü duruşması Ankara'da görülüyor. Açlık grevi eylemlerine devam edenleri selamlayarak sözlerine başlayan Demirtaş, 2011 yılında Diyarbakır'da katıldığı bir yürüyüşle ilgili 7 Haziran 2015 seçimlerinin ardından Meclis'e gönderilen fezlekeye dair savunmasını yaptı.
ANKARA - HDP eski Eş Genel Başkanı Selahattin Demirtaş hakkında 142 yıl hapis cezası istenen ana davanın 4'üncü mahkemesi Sincan Cezaevi Kampüsü duruşma salonunda görülüyor. Demirtaş duruşmaya tutuklu bulunduğu Edirne Cezaevi'nden SEGBİS ile bağlanarak savunma yaptı. Duruşmaya yarın devam edilecek.
HDP'nin önceki dönem eş genel başkanı Selahattin Demirtaş'ın Ankara 19'uncu Ağır Ceza Mahkemesi'nde yargılandığı davaya devam edildi. Sincan Ceza İnfaz Kurumları Kampüsü'nde görülen duruşmaya HDP Eş Genel Başkanı Pervin Buldan, HDP Meclis İdare Amiri Mahmut Toğrul, HDP Milletvekilleri Abdullah Koç, Hasan Özgüneş, Mensur Işık, Meral Danış Beştaş ve Serpil Kemalbay da katıldı.
'BEDENLERİNİ ÖLÜME YATIRIYORLAR'
Duruşmada savunma yapan Demirtaş, açlık grevi eylemlerine devam edenlere selamlarını ileterek sözlerine başladı. Demirtaş'ın mahkemedeki ilk sözleri,"Leyla Güven, Selma Irmak, Sebahat Tuncel, Tayip Temel, Dersim Dağ ve Murat Sarısaç milletvekillerimiz, kimi cezaevinde kimi cezaevi dışında Türkiye’nin barışı ve demokrasisinin güçlenmesi, sağduyunun diyaloğun hakim olabilmesi için duyarlılık eylemi yapıyorlar, bedenlerini ölüme yatırıyorlar. Bir gün önce, bir saat önce bu eylemleri bitirebilirsek bundan mutluluk duyacağız, ancak bunun yolunun da taleplerin başta hükümet olmak üzere Parlamento tarafından duyulması ile mümkün olabileceğini biliyoruz" oldu.
'HER ANNE HEPİMİZİN ORTAK DEĞERİ'
Gebze Cezaevi önünde tecridin kaldırılması talebiyle açlık grevi yapan çocuklarını destekleyen tutsak ailelerine polisin müdahalesine de değinen Demirtaş,"Gebze Cezaevi önünde eylem yapan annelerimize yönelik onur kırıcı işkence ve hakarete varan muameleleri asla kabul etmeyeceğimi, annelerin gözyaşının renginin olmadığını hatırlatarak, Türkiye’de evladını yitirmiş ya da yitirme tehlikesi olan her annenin hepimizin ortak değeri olduğunu, annelere bu şekilde davranılması zaten kutuplaşmış toplumu daha fazla kutuplaştırmaktan başka bir işe yaramayacağını belirterek kınıyorum. Aralarında bizatihi dosyamı takip eden avukat arkadaşlarımıza Kızılay’da sert bir müdahale yapılmış ve işkenceye varan uygulamalar gerçekleştirilmiştir. Hem avukat arkadaşlarımı selamlıyor hem de bu muameleyi kınayarak devam etmek istiyorum" diye konuştu.
'SAVUNMA YAPACAĞIM FEZLEKE 15 NO'LU FEZLEKE'
“Örgüte üye olmamakla birlikte örgüt adına suç işlemek ve toplantı gösteri yasasına muhalefet etmek" suçlamasıyla 2011 yılında katıldığı bir yürüyüşe ilişkin 7 Haziran seçimlerinin ardından 2015 yılında hakkında fezleke hazırlandığını belirten Demirtaş'ın savunması şu şekilde:
SUÇLAMA KONUSU YAPILAN YÜRÜYÜŞÜN FEZLEKESİ 4.5 YIL SONRA HAZIRLANMIŞ: Sıradaki savunmasını yapacağım fezleke 15 No'lu fezleke. Öncelikle hem mahkeme heyetinin hem de kamuoyuna açık olan bu yargılamada kamuoyunun hakkımdaki suçlamaları daha iyi anlayabilmesi için fezlekeyi okuyarak fezlekeye ilişkin heyetinizin talep ettiği bilirkişi raporlarına değinerek ve önceki celselerdeki usulü devam ettireceğim. 15 No'lu fezlekeyi TBMM’ye gönderildiği haliyle okuyarak başlamak istiyorum.
15 No'lu fezlekenin suç konusu, “Örgüte üye olmamakla birlikte örgüt adına suç işlemek ve toplantı gösteri yasasına muhalefet etmek." İddia olunan suçu 2011, 8 Nisan’ında işlediğim belirtiliyor. Mahkemenin, avukatlarım ve kamuoyunun dikkatini çekmek istiyorum. 2011’in 8 Nisanı’nda yapılan bir yürüyüş ile ilgili hazırlanmış bir fezleke. Peki bu fezleke söz konusu yürüyüşten sonra mı düzenlenmiş bir fezlekedir? Hayır. 2015, 7 Haziran seçimlerinden 3 ay sonra hazırlanmış. Yani suçlama konusu yapılan yürüyüş tarihinden tam 4 yıl, 4.5 yıl sonra hazırlanmış bir fezlekedir.
7 HAZİRAN SEÇİMLERİYLE DOĞRUDAN BAĞLANTILI: Fezlekenin hazırlanma tarihi 6.10.2015 tarihidir. Dolayısıyla Diyarbakır Cumhuriyet Savcı Vekili’nin bu fezlekeyi Parlamento’ya gönderme saiki başlı başına 7 Haziran seçimleriyle doğrudan bağlantılıdır. AKP’nin 7 Haziran’da tek başına Parlamento’daki çoğunluğu ve hükümet olma kudretini yitirmesinden sonra bir grup savcının harekete geçmesi sonrasında hazırlanan fezlekelerden biridir. Çünkü AİHM’in çok sayıda kararında ve içtihatında özellikle kamusal düzenin bozulduğu ya da bozulacağı iddiası ile yapılan soruşturmaların etkili ve adil olabilmesi açısından yürütülen soruşturmanın ne kadar hızlı yürütüldüğünü de esas almıştır AİHM.
AYM İÇTİHATLARINDA VAR: AYM’nin bazı kararlarında da bu söz konusudur. Her ne kadar AYM bu kararların arkasında durmasa da bu kararlar AYM içtihatlarında vardır. Yani savcı bir yurttaşın herhangi bir eylemi, konuşması nedeniyle kamu düzenin bozulduğu, gösteri yasasının ihlal edildiği ve örgüt propagandası yürütüldüğü iddiasında ise bu soruşturmayı etkili ve hızlı yapmak zorundadır. Bu hem kamu açısından hem de söz konusu şüpheli ve zanlı açısından adil yargılamanın gereğidir. Ama ne hikmetse bu savcı tam 4.5 yıl beklemiş 4.5 sonra bu fezlekeyi 7 haziran seçimleri biter bitmez parlamentoya göndermiş.
PEKİ NEDİR BU FEZLEKE? 8 Nisan 2011 tarihinde PKK, Kongre Gel terör örgütü güdümünde internet üzerinden yayın yapan ANF isimli sitenin yayınında yer alan ‘KCK inanç komitesi müslümanları direnişe çağırdı’ başlıklı haber üzerine HDP Diyarbakır İl Teşkilatı organizesinde Dağkapı meydanında demokratik çözüm çadırı kurulacağı ve sivil itaatsizlik eylemleri kapsamında cuma namazı kılınacağı haberleri alınması üzerine Dağkapı meydanında emniyet birimlerince gerekli tedbirlerin alındığı ve yaklaşık 2 bin 600 kişinin cuma namaza katıldığı... Alana sokulmak istenen demir parçalarının güvenlik kuvvetlerince alınmak istenmesi üzerine demir parçalarını bırakmayan gruptan bazı şahısların yere düştüğü, akabinde şüpheli Selahattin Demirtaş'ın da aralarında olduğu grubun Valilik istikametine doğru yürüyüşe geçtiği esnada Özel Veni Vidi Hastanesi önünde güvenlik güçleri tarafından barikat kurulması üzerine durdurulduğu, bunun üzerine Dağkapı Meydanı’na geri dönüldüğü, oradan da Kıbrıs Caddesi üzerinden Valilik binası istikametine doğru tekrar yürüyüşe geçtikleri ve şüphelinin de bu yürüyüşe katıldığı tespit edilmiştir. Yukarıda izah edildiği üzere, dosya içerisindeki olay tutanağından anlaşılacağı üzere HDP Milletvekili Selahattin Demirtaş’ın da izin alınmadan ve örgüt çağrısı ile düzenlenen ve dağılma ihtarı yapılmasına rağmen dağılmayan ve bu şekilde yasadışı bölücü terör örgütünün propagandasına dönüşen mitinge katıldığı ve bu süre zarfında suçu işlediği değerlendirilmekle dokunulmazlığının kaldırılmasına...
4.5 YIL ÖNCEKİ FEZLEKE 6 YIL SONRA AÇILAN İDDİANAMEYE KONDU: Bu fezleke Parlamento’da tartışılmadan, Parlamentoda bu fezlekeye dair görüşlerimiz alınmadan Anayasa'ya aykırı bir şekilde ve AYM'ye götürme fırsatı tanınmadan dokunulmazlıklarımız kaldırıldı. Fezleke de olduğu gibi Diyarbakır Cumhuriyet Başsavcılığı tarafından kelimesi kelimesine iddianameye dönüştürüldü. Fezleke savcısı aradan geçen 4.5 yıla rağmen yeni tek bir araştırma yapmadan inceleme ve soruşturma yapmadan fezlekeyi iddianameye dönüştüren savcı gibi bu konuda lehe, aleyhe ne delil vardır toplama gereği duymadan 4.5 yıl önce hazırlanmış olan fezlekeyi maalesef ki 6 yıl sonra açılan davada olduğu gibi iddianameye koymuştur.
BÜYÜK BİR SİYASİ KOMPLO: Biz bu fezlekeler, iddianamelerin genelinde olduğu gibi benim ve 4 Kasım akşamı evlerimize baskın yapılarak adeta kaçırılır gibi evlerinden alınan milletvekili arkadaşlarıma yapılan gibi, büyük bir siyasi komplo, hukuk alet edilerek, yargı alet edilerek gerçekleştirilen çirkince, ahlaksızca bir komplodan başka bir şey olmadığı bu fezleke ile de anlaşılmaktadır. Burada Cumhuriyet Savcısı’nın derdi, işlendiği iddia edilen bir suç nedeniyle bozulduğu iddia edilen kamu güvenliğinin yeniden tesisi ya da incinen kamu vicdanının gereğinin yerine getirilmesi değildir. Ya da herhangi bir suçun failinin cezalandırılması konusunda hukuksal bir beklentiyi karşılama gibi bir derdi yok.
SAVCILAR SİYASİ BASKINDAN ETKİLENEREK HAREKET ETTİ: Dönemin Cumhurbaşkanı Erdoğan, dönemin başbakanı Davutoğlu tarafından kamuoyuna açık bir şekilde savcıların göreve davet edilmesi, bugün olduğu gibi yargının baskı altına alınması ve hükümete yakın medya organları tarafından 24 saat bunun propagandasının yapılması neticesinde savcılar harekete geçti. Savcıları tanımam bilmem, doğrudan siyasi bir bağlantıları var mı bilmem, bilsem bunu söylerim. Ama oluşan siyasi baskıdan etkilenerek en azından hareket ettikleri net bir şekilde ortadadır.
SİZDEN HİÇ TAHLİYE TALEP ETMEDİM, ETMEYECEĞİM DE: Gece gündüz havuz medyasının aylık 10-15 bin dolara maaş alıp televizyonlarına çıkarılan ve bize küfür etmekle görevli sözde gazetecileri, televizyonlardan bazıları da köşelerinden, “Siz Demirtaş ne ile yargılanıyor biliyor musunuz” diyorlardı? “Örgütün 21 No'lu elemanıydı, burada belge” diyorlardı. Daha geçen gün buradan izliyordum, bir gazeteci televizyonda aleni yalan söyleyerek, iftira atarak algı yaratmaya çalışıyor seçim öncesi. Avukatlarımdan Mahsuni Bey televizyona ulaşmaya çalışıyor program yapımcısına 'böyle bir şey yok, böyle bir iddia bile yok' diyor. Ne sunucu düzeltiyor ne orada bunu düzeltebilecek HDP’li bir yetkili bulunuyor. Gece gündüz bizimle ilgili bir algı yürütüyorlar: Biz bölücüyüz teröristiz, PKK’nin üst düzey yöneticiyiz, sürekli örgüt talimatları veriyoruz. Hele hakkımızdaki suçlamalar yenilir yutulur gibi değil. Sizlerin aldığı ara kararlar da buna zemin sunuyor. Ben sizden hiç tahliye talep etmedim, etmeyeceğim de. Fakat tutukluluğa devam kararlarınızda bu fezlekelere atıf yapılıyor. Ciddi suç isnatları ve dosyadaki ciddi delil, CD görüntü çözüm tutanakları direkt buna atıf yapıyor. Atıf yaptığınız CD çözüm tutanakları da bunlar işte. Fezleke fezleke savunma yapmaya başladığımdan beri okuyorum aşağı yukarı aynı çözüm tutanakları. Yalan iftira komplo başka bir şey değil. İnsanın içi acıyor, yargı nasıl bu hale gelebilir diye insanın içi acıyor. Şimdi AİHM kararı da var umuyorum yıl sonuna doğru çok daha net bir karar önünüze getireceğiz.
DAVUTOĞLU'NDAN ALINTI YAPTI: Sizin görüp görebileceğiniz en büyük bilim insanlarından birisi, büyük akademisyen, siyasetçi fikir insanı, pratik ve önerileriyle barışın mimari, tırnak içinde hepsi tabii kişiden alıntı yapayım, Ahmet Davutoğlu. Ne demiş bu ünlü fikir ve bilim insanı? Kendisi Türkiye’yi bu hale getirmekten de birinci dereceden sorumludur. Başbakanlık yaptı, Dışişleri Bakanlığı yaptı. Bizim tutuklandığımız siyasi dönemde başbakandı, bütün bu kararların altında da imzası var. Dokunulmazlığın kaldırılması, Anayasa’nın değiştirilmesi, tutuklanmamıza yönelik çağrısı sonrasında kürsüye çıkıp bas bas bağırması... Türkiye'yi Suriye’de bataklığa batıran ve bugün de kendince yine muhteşem tespitler yapmaya çalışan Davutoğlu’ndan alıntılayalım. Türkiye’yi bu hale getiren kendisi değilmiş gibi şöyle demiş iki gün önce yaptığı açıklamada. Tutanağa geçsin ki avukatlarım Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi Büyük Dairesi’ne de bunu sunacaklar. Bizatihi bir başbakan bizi tutuklatan dönemin başbakanı:
“Sağlam bir adalet felsefesine dayanmayan, hukuk yapısıyla insan hayatının, aklının, neslinin ve mülkünün teminat altına alınmadığı sosyal ve siyasal düzenler iç ve dış her türlü müdahaleye, saldırıya ve kaosa açık hale gelir. Hukuk güç biriktirme alanı değil, gücü denetleme ve ahlaki çizgiye getirme alanıdır. Yargının kontrol altına alınması çabası hangi gerekçe ile ve kim tarafından yapılırsa yapılsın en büyük suç olarak görülmektedir.” Atlıyorum konu farklı olduğu için. “Ne yazık ki geçen süreçte yaşadıklarımız bu endişelerimi haklı çıkarmıştır. Üzülerek belirtmeliyim ki yeni sistem hem yapılanması hem de uygulama tarzı itibariyle de milletimizin beklentilerini karşılamamaktadır. Bu çerçevede sistem değişikliğine ilişkin ciddi ve samimi bir muhasebe yapmamız gerekmektedir. Bu muhasebede ilk başlamamız gereken nokta hukuk devleti ilkesinin varlığının korunmasıdır. Hukuk devletinin korunabilmesi kuvvetler ayrılığı ilkesinin yeniden inşasına bağlıdır. Türkiye 12 Eylül Anayasası’nın yürütmede yol açtığı çift başlılıktan dolayı yönetim krizleri yaşamıştır. Yeni sistem bu sorunu çözmüş olmakla birlikte, yürütmeyi yasama ve yargı karşısında baskın kılarak kuvvetler ayrılığı ilkesini zedelemiş, denge ve denetim mekanizmalarını işlevsizleştirmiştir. Kuvvetler ayrılığını garantiye almak üzere yasama erki yürütme ve yargı erkleri karşısında dengeleyici bir etkiye sahip kılınmalıdır. Bu çerçevede seçim sistemi ve siyasi partiler kanununun da tekrar gözden geçirilerek tek tek milletvekillerinin temsil gücü tahkim edilmesi ve yasama içerisindeki etkinliği güçlendirilmelidir.”
DAVUTOĞLU BİR İKİ YAZMAKLA BU VEBALİN ALTINDAN ÇIKAMAZ: Evet bunları söyleyen siyasi tarihimizin en büyük hukuksuzluğuna imza atan başbakanlarından biridir. “Milletvekilleri yasama içerisinde güçlü olmalıdır” diyen Davutoğlu bizi bizatihi milletvekili kimliği ile cezaevine gönderen başbakan olarak tarihe geçmiştir. Ama şimdi aradan geçen zaman zarfında bazı gerçekleri görmeye başlamış olmalı ki kendisi artık özeleştiri mi, itiraf mı başka bir siyasi niyeti mi var bilemem, fakat yargının ne hale geldiğini beyan etmek zorunda kalıyor. Biz söyleyince tarafız da o da mı taraf? Ahmet Davutoğlu da mı terörist o da mı yargıya düşman? O da mı vatan haini ülke düşmanı? Hani bizi öyle ilan ettiniz de yargıya efendim bilerek yıpratmak için yapıyormuşuz gibi hükümet cephesinden salvolar yapıldı da buna ne diyeceksiniz? Durum aynen budur. Ve bunu bu hale getirenlerden biridir kendisi. Öyle bir iki yazı yazmakla da bu vebalin altından çıkamaz. Sorumluluğu kendisine aittir ve kendisi bir numaralı sorumlulardan biri olarak tarihe geçmiştir.
MUSTAFA ŞENTOP BUNUN MUCİDİDİR: Bakın şimdi Türkiye Büyük Millet Meclisi dosyaya yazdığı yazılarda Anayasa Komisyonu Başkanı ki şu anda kendisi Meclis Başkanıdır, Mustafa Şentop. İmzası ile dosyada yazısı vardır komisyon başkanı sıfatıyla. Kendisi de bu siyasi tutuklamanın mimarlarından biridir. Daha önce de belirtmiştim, dokunulmazlıklarımız kaldırılmak üzereyken veyahut tartışılırken, bizim teklifimiz mevcut Anayasa’daki ve Meclis iç tüzüğündeki usule uyularak dokunulmazlık kaldırılması yönündeydi. Biz de bu konuda evet oyu vereceğimizi belirttik. Ancak Davutoğlu şunu söyledi: “Bu çok uzun sürer, yüzlerce dosya var, her birinin ayrı ayrı görüşülüp komisyonlara, genel kurula gelmesi aylarca sürer, dolayısıyla başka bir formül bulmalıyız” dedi. Anayasa Komisyonu Başkanı Mustafa Şentop bunun mucididir. Dolayısıyla bugün bizim seçilmiş milletvekili olarak hapiste olmamızın sorumlularından biridir bugünkü Meclis Başkanı.
ANA MUHALEFET PARTİSİ LİDERİNİ YUMRUKLAYANLAR SERBEST BIRAKILIYOR: Cumhurbaşkanına hakaret etti iddiası ile gece yarısı hukuk profesörlerinin evini basıp gözaltına alıp tutuklayabiliyor bu yargı, ana muhalefet partisi liderini yumruklayarak linç girişimi ile öldürmeye çalışanlar cezaevi yüzü görmesinler diye adli kontrol şartı ile serbest bırakılıyor. Neden? Muhalefet haddini bilsin, muhalefetin burnu sürtsün, hükümetin etrafında büyük bir devlet gücünün biriktiği ve bunu muhalefete karşı kullanacağı herkes tarafından hissedilsin. Toplum bu korkuyu iliklerine kadar hissetsin diye. Peki başarılı olunuyor mu? Son seçimler ortaya koydu. Beni buraya atmanızın nedeni buydu. Figen Yüksekdağ, İdris Baluken, Çağlar Demirel ve Gültan Kışanak ve tüm milletvekilerimizi içeri atmanızın nedeni buydu. Koğuş arkadaşım Abdullah Zeydan'dan Ferhat Encü’ye, Sebahat Tuncel'den Selma Irmak'a, Burcu Çelik'e kadar amacınız seçimlerde etkimizi kırmaktı. Ama ne partimiz ne halkımız ne seçmenimiz bunlara boyun eğmedi. parti yönetimimiz de girdiği ilkeli yolda çalışmasını sürdürdü. Ve sandıkta da halk dersini verdi.
BU GİDİŞAT İYİ BİR GİDİŞAT DEĞİL: Şimdi seçimden sonrası yargı da siyaset de yeni bir değerlendirme yapmak zorundadır. Bu gidişat iyi bir gidişat değil. Hukuk bu şekilde askıya alınarak, katledilerek, anayasasızlıkla, hukuksuzlukla ülke artık yönetilemez hale gelmiştir. Böyle olacağını defalarca söyledik. Kahin olduğumuz için değil. Böyle olacağını siyasi deneyimlere dayanarak biliyoruz. Bize yönelik bu tutumda devam edilirse seçmenin tavrı da daha da keskinleşecek, netleşecektir. Sandıkta silip süpürecektir. Irkçılığı, faşizmi, baskıyı, zulmü, halk sandıkta silip süpürecektir. Kimsenin kuşkusu olmasın. Bizim bu tavrımız da içeride de olsak dışarıda da olsak devam edecektir.
SAVUNMA YAPMAMIN NEDENİ ADALET MÜCADELESİ: Bu fezlekelerin amacı o dönem ne idiyse bu yargılamanın amacı da aynıdır. Zihniyet değişmemiştir. Halen AİHS'in 18'nci Maddesi, yani sözleşmedeki hak ve özgürlüklerin sözleşmede öngörülen amaçlar dışında kısıtlanması diye tariflenen ve AİHM Dairesi’nin politik saik olarak tespit ettiği bizim yargılamalarımızla ilgili saik değişmedi. Benim bu yargılamalarda savunma yapma nedenim adalet umudu ve beklentisi değil, adalet mücadelesidir. Ülkede adaletin güçlenmesi, yargının güçlenmesi ve kamuoyuna, seçmenlere, halkıma karşı duyduğum sorumluluğun gereğidir. Bugünkü siyasi atmosfer böylesine baskıcı, tehditkar hakimler, savcılar, yargıçlar üzerinde Demoklesin kılıcı gibi tehditvari üslupla durmuyor olsaydı, mahkemeleriniz nispeten daha bağımsız ve tarafsız devranabilirdir. Ancak sizlere doğrudan veya etkili bir şekilde yüz yüze, telefonla şu veya bu şekilde talimat baskı gelmese de kamuoyunda oluşturulan algı bir baskı kurma yöntemidir.
SAVUNMASINI YAPMADIĞIM VİDEOLAR İZLETİLDİ: Son yerel seçimlerde de ülkenin Cumhurbaşkanı sıfatını taşıyan AKP Genel Başkanı meydan meydan dolaşarak bu fezlekede de benimle ilgili suçlama konusu olan ve henüz mahkemenizde savunmasını bile yapmadığım videoları izletmiştir. Beni orada kamuoyu önünde yargılamaya, hüküm kurmaya çalışmıştır. "biz Öcalan heykelini dikeceğiz" fezlekesine daha sıra gelmediği için ona girmeyeceğim, ama bu videoyu onlarca mitingde kendi seçmenlerine izleterek canlı yayınlarda izleterek bakın bazı AKP'li belediyeler, örneğin Üsküdar Belediyesi yol kenarında kurduğu dev ekranlarda 24 saat bu videoyu izletmiştir. Gelen geçenler izlesin diye. Sesli olarak bizim görüntülerimiz daha yargılanmadan kamuoyunda bir mahkumiyet algısı yaratılmak istenmiştir. Yargı üzerinde bu şekilde baskı kuruluyor.
ERDOĞAN'IN ELİNDE ÖCALAN TARAFINDAN YAZILMIŞ İKİ TANE MEKTUP VARDI: Günü geldiğinde ben o fezleke ile ilgili savunma yaptığımda detayları sizinle paylaşacağım, çok şaşıracaksınız. Çünkü söylediğim ve yaptığım her şeyin altında makul, meşru bir gerekçe var. O video çok kullanıldı. Ben "Öcalan'ın heykelini dikeceğiz" dediğim günde Erdoğan'ın elinde İmralı’dan Öcalan tarafından yazılmış 2 tane mektup vardı. İmralı çözüm sürecini başlatan mektuplardı. Zaten kısa süre sonra da çözüm süreci başladı. Ben o konuşmayı yaptığımda gözümün önünde otobüsten göreceğim şekilde elinde bir tane Öcalan posteri var diye 15-20 kişilik bir genç grubu kıyasıya dövüyordu polis. Ben de hem mektuptan hem de Erdoğan'ın mektuba verdiği cevaptan haberdardım. Ve Ankara'da şu konuşuluyordu. Bu defa barış çok yakın ve bu barışı gerçekleştirecek olanların heykeli dikilecek. Aslında sözün patenti bana ait değil. İsmini söylemeyeyim ama bende o an çağrışım yapan şey bu sözü söyleyen yürütme yetkilisinin kullandığı bu cümledir. Dolayısıyla ben orada "yakında barış gelecek, barışın mimarlarından biri olarak da Öcalan'ın heykeli dikilecek" dedim sembolik olarak. Halk arasında kullanılacak bir deyimdir bu, heykeli dikilecek insana denir ya. Bakın öylesine kullandığım bir söze o dönem Erdoğan dahil kimse itiraz etmiyor. Aradan 7 yıl geçiyor, Erdoğan bir seçim kampanyasında videoyu miting miting dolaştırıp "bakın Apo'nun heykelini dikecekmiş, bunlar bilmem kiminle ittifak yapmış, bunlar böyle" diyecek kadar küçülebiliyor. Onun düştüğü halden utanç duydum. Bir ülkenin Cumhurbaşkanı kendini bu kadar küçültmemeli. O konuşmayı niye yaptığımı kendisi de biliyor, o dönemin bakanları da biliyor. Neyi kastettiğimi kendisi de biliyor bakanları da biliyor. Kendisi o videoyu izletirken bunu da izletseydi samimiyetine inanırdım. Deseydi ki, "bak Demirtaş Öcalan'ın heykelini dikeceğiz dediğin gün Öcalan bana 2 mektup yazmıştı. Zaten 2 ay sonra da İmralı'da resmi görüşmelere başladık" deseydi samimiyetine inanırdım. Fakat tamamı komplocu bunların. Zihniyet komplocu. Tuzak kurma üzerine. Bunlara elini veren kolunu kaptırıyor. En yakın yoldaşları bile bu halde. Resmen utanç duydum.
BU YÜZDEN BU ÜLKEYE KENDİ ANAVATANIMIZ DEDİK: Sezai Bey ve Pervin Hanım üzerinden söylemleri çarpıtılarak provokasyonlar yapılmaya çalışıldı. Aynı komplo anlayışı. Bu fezlekedeki bu iddianamedeki aynı komplo anlayışı. Eş Genel Başkanımız Sayın Sezai Temelli "Kürdistan'da AKP’ye kaybettireceğiz" demiş. O da "defolsun gitsin Kuzey Irak'a” diyor. Ben Mustafa Kemal şunu dedi, Yavuz Sultan bunu dedi, Osmanlı belgeleri bunu dedi, Tayyip Erdoğan’ın kendisi de Kürdistan dedi; ona buna hiç bakmıyorum. Türkiye'de coğrafi olarak neredeyse 2000 yıl önceki belgeler de dahil olmak üzere Kürdistan ismi geçer, bu coğrafi bir gerçektir. Kürdistan coğrafyasının büyük bir kısmı da bugünkü Türkiye Cumhuriyeti devletinin sınırları içindedir. Biz bu yüzden bu ülkeye kendi anavatanımız dedik. Kürdistan ayrı bir devlet, sınırları çizilmiş bir ülke ya da resmi bir ulus devlet olarak tariflenmemiştir ama bir coğrafya ismidir. Mezopotamya gibi, Kapadokya gibi, Kilikya gibi, Trakya gibi bir coğrafya ismidir. Erdoğan'ın gidin dedi diye de kimse kendi anavatanından sürülmez. İş o noktalara geldi mi etnik kimlik coğrafya tartışmaları ülkeyi böler parçalar.
KİMSENİN HADDİ DEĞİLDİR BURADAN 'DEFOL GİT' DEMEK: Buradan tekrar ediyorum ona da cevabım olsun: Kürdistan vardır, biz de bu ülkenin öz evlatları olarak Türkiye Cumhuriyeti yurttaşı Kürtler olarak bu ülkeyi de kendi vatanımızı da Anadolu’nun her karışını da bu ülkenin yurttaşları olarak kendi malımız mülkümüz olarak görürüz. Kimsenin haddi değildir buradan defol git demek. Biz bu ülkedeyiz, özgürlük demokrasi mücadelesini de bu ülkede sürdüreceğiz. Dolayısıyla eşbaşkanlarım üzerinden bizler üzerinden yapılan komplo, algı yönetimi, toplumu bölüp parçalamıştır. Kini, nefreti artırmıştır. İnsanlara neyin ne olduğunu anlatma şansı tanınmamıştır. Beni gece gündüz TV ekranlarından yargılayan sunucular, yorumcular, beni katil ilan eden yorumcular, duruşmamızı izlemiyorlar, duruşmamızın haber yapılmasını engelliyorlar. Savunmalarımızın televizyonlarda alt yazı olarak geçmesini bile engelliyorlar. Havuz medyası da dahil ülkenin ana akım medyası bugün Selahattin Demirtaş duruşması var, geçen hafta Yüksekdağ duruşması vardı diye haber yapmaya korkuyorlar. Ama akşam olunca HDP'ye iftira atmaya başlıyorlar. Mahkemeniz üzerindeki algı baskısı dediğim budur. Mahkemeniz de bundan etkilendiğini, ara kararlarıyla gösteriyor. Kastettiğim budur. Yoksa hükümet sizi çağırıp talimat veriyor demiyorum. Savcılar yapıyor biliyoruz. Duruşma savcısını da görmüyorum bu arada, onu kastetmiyorum ama bilsem onu da söylerim. Kimseden çekincem yok ama Adalet Bakanı, Başsavcı üzerinde Bakanlık Müsteşarları ya da HSK yetkilileri bizzat savcılara talimat veriyor. Özlük hakları açısından herkes HDK’ye, Adalet Bakanlığı’na bağlıdır ama savcı aynı zamanda Adalet Bakanı’nın bazı talimatlarıyla soruşturma yürütebiliyor. Tamam ama savcılar da soruşturma yürütürken bağımsız adil olmak zorundadır. Savcılar üzerinde çok daha ağır baskılar var.
CUMA NAMAZI KILMAK SUÇSA ÜLKENİN EN AZ YARISI ÖRGÜT ÜYESİDİR: Bu fezleke de bu komplonun bir parçasıdır diyorum. Eğer sivil cuma namazı kılmak, demokratik çözüm çadırı açmak ve orada sivil itaatsizlik eylemi örgütlemek örgüt suçuysa ülkenin en az yarısı örgüt üyesidir. Çünkü buna benzer eylem ve etkinlikler birçok siyasi parti ve STK tarafından defalarca gerçekleştirilmiştir. Bahsettiğim fezlekenin ve iddianamenin niyeti bambaşkadır. Çözüm tutanağını bu haliyle kabul etmiyorum. Eksiktir ve Diyarbakır Emniyet Müdürlüğü’nden daha kapsamlı CD görüntülerinin istenmesini yeniden çözüme gönderilmesini, yoksa eğer bu CD'lerin bütün konuşma tutanaklarının kayıt altına alındığı ve çözüldüğü haliyle tekrar dosyaya sunulması gerektiğini belirtiyorum. Bu haliyle aleyhime bir şey olduğundan değil, gerçeğin ortaya çıkması bu haliyle anlaşılmadığından itiraz ediyorum. 15. fezlekeye dair şimdilik söyleyeceğim bunlardan ibaret.
DTK TERÖR ÖRGÜTÜ OLARAK TARİFLENMİŞ: Söz konusu 2 No’lu fezlekede DTK terör örgütü olarak tariflenmiş ve bu çerçevede DTK'nin bütün faaliyetleri de terör faaliyeti olarak tanımlanmış. Savcılık ve soruşturma yürüten Emniyet de DTK ile ilgili hazırladıkları şablon şeklindeki fezlekeyi her davaya ve soruşturmaya kopyala-yapıştır fotokopi şeklinde sunarak benim dosyamda da bir benzerini yaratmışlar. Ama bu yetmemiş olacak ki 5 tane de eylem atfetmişler bana. Bu eylemleri de DTK bünyesinde yaptığımı iddia etmişler.
BU FEZLEKENİN KENDİSİ DE KOMPLO FEZLEKESİDİR: Katıldığım eylemler de 12.11.2011 günü, 13.01.2011 günü, 14.01.2012 günü, 21.01.2012 günü, 30.10.2012 günü gerçekleşen eylem ve etkinlikler şeklinde ifade edilmiş. Dikkatinizi yine bir noktaya çekmem gerekiyor. İsnat edilen eylemlerin tarihi 2011 ve 2012 yılları. Fezlekenin hazırlanma tarihi 27 Nisan 2016. Yani söz konusu eylemlerden 5 veya 6 yıl sonra. O yüzden bu fezlekenin kendisi de bir kumpas ve komplo fezlekesidir.
CEMAATİN ÜSTÜNE ATIP İŞİN AÇIKLANMASI TARAFTARI DEĞİLİM: İlginçtir, gerçekten ilginç. Nasıl bir kin ve öfke ile hareket etmişler nerede ne olay olmuşsa sadece benimle ilgili soruşturma yürütmüşler. Çok ilginç. Niye bana karşı özel bir gıcıkları vardı? Zaten gazetelerinde özellikle cemaate yönelik eleştirilerim dikkatle incelenirse bu özel kinin ve operasyonun nedeni ortaya çıkıyor. Ama bunu böyle cemaatin üstüne atıp işin açıklanması taraftarı da değilim.
TUTANAKLARDA ŞİDDET EYLEMİ İDDİASI VE GÖRÜNTÜSÜ YOK: Ne size anlattığım haliyle ne de bilirkişi çözüm tutanaklarında taş, molotof, sopa yani bizden kaynaklı herhangi bir şiddet eylemi iddiası bile yoktur. Görüntüsü bile yoktur. Şehrin başka yerlerinde olup olmadığını o anda bizim bilme şansımız bile yok. Muhtemelen şehrin başka yerlerinde oluyor sonradan öğreniyoruz. Müdahaleler oluyor taşlı sopalı, polise yönelik saldırılar oluyor. Fakat bunların tamamını yine Selahattin Demirtaş’a yükleyen bir fezleke hazırlanıyor. Oysa o gün işkenceye uğrayan biz, gaz fişekleriyle yaralanan biz, hakaret küfür, yani o görüntülerin çözümü yapılsa, bize, ailelerimize yönelik küfürlerin çözümleri bir yapılsa bunlar okurken yüzler kızarır. Bir devlet görevlisi milletvekillerine karşı, 2011 yılından söz ediyorum.
BİZ BARIŞ İÇİN UĞRAŞIYORUZ, BİR GRUP BUNU ENGELLEMEK İÇİN ÇALIŞIYOR: Ve Oslo’da barış görüşmeleri yapılıyor PKK’yle. Biz de barış için mitingler yapıyoruz, hükümet adımlar atsın, işte PKK eylemsizlik, ateşkes kararını uzatsın diye barış mitingleri yapıyoruz, çözüm çadırları açıyoruz. Barış için uğraşıyoruz, ama emniyet içerisinde hükümet içerisinde devlet içerisinde bir grup bunları engellemek için canla başla çalışıyor. Provoke etmeye çalışıyor, bizi tahrik etmeye çalışıyor. Mitinglerimiz yasaklanıyor, buna rağmen biz meydana çıkmak istiyoruz, işkence ediliyor, hakaretler küfürler bunları yaşıyoruz. Yetmiyor bunlar, Oslo’da PKK’yle görüşen hükümet bize meydanlarda bunu yapıyor, savcı fezleke hazırlıyor, polis sahte deliller ortaya koyuyor. Yetmiyor 5 sene 6 sene sonra Meclis’e fezleke olarak gönderiliyor. Yetmiyor, yıllarca bizi tutuklayacak komplonun kumpasın parçası, delili haline getiriliyor. Yetmiyor 10 yıl boyunca hakaret, tehdit, aşağılama bitmiyor. Nasıl bir soğumayan yürektir bu, nasıl bir kindir nefrettir, anlamakta zorlanıyorum. Fakat bizim de bildiğimiz bir şey var. Barış kolay bir iş değil.
NE SAVAŞI NE SİLAHI DESTEKLİYORUZ: Savaş kararı verenler ve savaşı uygulayanlar, kolay ve inandıkları şekilde bunu yapıyor olabilirler ama biz ne savaş kararı veriyoruz ne savaşı ne silahı destekliyoruz. Zor olanı seçiyoruz açık alanda hedef haline gele gele, ısrarla barışı savunmaya devam ediyoruz, aradan geçen bunca zamana rağmen dışarıdaki arkadaşlarım barış diyor, biz barış diyoruz. Bize terörist denmesine, bölücü, vatan haini, işbirlikçi, her türlü hakarete tehdide rağmen, biz yine de ya sabır deyip barış demeye devam ediyoruz. Çünkü biliyoruz ki birilerinin barışı savunmaya gereksinimi var. Bu bedel istiyor doğru, böyle dönemlerde barış demek kolay değil doğru, çözüm demek kolay değil doğru.
KİMSE BUNLARA DUR DEMEYECEK Mİ?: ‘Öcalan’la görüşülsün PKK’yle görüşülsün, parlamento devreye girsin’ demek risklidir. Sadece dava açılma riski yok. Siyasette linç ediliyorsunuz, vatan haini ilan ediliyorsunuz ama insanlar da ölüyor. Bak daha 4-5 gün önce Çukurca’da bu ülkenin dört gencecik evladı öldürüldü. Ne yapacağız peki, sadece şehit oldular cenazeye gittik, dua ettik, namaz kıldık evimize dağıldık denilerek kapatılacak mı bu işler? Gidin bakın Çubuk’ta, Giresun’da şehit evlerinin haline bir bakın basına yansıdı, buradan da gördüm fakir fukaralar hepsi. Kimse bunlara dur demeyecek mi? Yahu bunlar bizim evlatlarımız kardeşim, Türküne, Kürdüne biz bakmıyoruz. Duracak bu savaş başka bir şey tanımıyoruz. Biz çatışma, savaş, eylem, operasyon istemiyoruz, başka bir çözüm yolu var çünkü mümkün diyoruz, ölmesin bu gençler, birbirini öldürmesin.
O DÜĞÜNE VE ŞEHİT ÇOCUKLARININ EVİNE BİR BAKIN: Geçen hafta, on gün önce İstanbul’da hükümete yakın iki ailenin çocuğu evlendirildi. Bunlar lüks sosyetenin mensupları aynı zamanda. Türkiye'nin tanınmış simaları. O düğündeki görüntülere bir bakın bir de Giresun’daki, Çubuk’taki şehit çocuklarının ailelerinin evine bir bakın. Kim ölüyor ve niye ölüyor, kim bu işin rantını yiyor? O düğündeki konukların oturduğu bir masadaki ziyafet parasıyla o fakir fukara şehit babasına bir ev alınırdı.Evet kendisi görev yapıyor, ülkesi için canını veriyor tamam ordudur, polistir, işi budur denilebilir ama öyle değil başka bir yol var. Biz de bunu yapıyoruz o dönemde de 2011’de. Halen yapıyor arkadaşlar, halen bunun için uğraşıyor, başka bir yol mümkün. Ülke bölünmeden, parçalanmadan, kimse düşmanlaşmadan şiddet sorununu çözmenin yolu var. Diyalog, müzakere, barışçıl yollar var bunu deneyelim. Bunu yapalım açlık grevciler bunu işaret etmeye çalışıyor.
ÖCALAN’IN DEVREYE GİRMESİ LAZIM: Eşbaşkanlarımız bunu anlatmaya çalışıyor. Fakat kimse dinlemiyor ki! Ne yargı dinliyor ne medya ne Cumhurbaşkanı dinliyor. Aslında herkes neyin ne olduğunu biliyor da yeniden hükümet ve devlet tarafından bir sinyal gelecek ki ‘tamam olabilir çözüm süreci şunla bunla görüşülebilir’ diyecek ki herkes ‘aa evet görüşülebilir’ diyebilsin. Ama bunun içinde birilerinin çaba sarf etmesi lazım ki diyalogla bu iş çözülebilsin. “Teröristle efendim görüşme olur muymuş?” Türkiye’de 1993 yılından beri devletin terörist dediği Öcalan’la da PKK’yle de en az on ayrı çözüm süreci görüşme trafiği yürütülmüş, resmi. Onbirinci istenmeyecek mi? Ne yapalım yani, sizler “Mahkememize bunu anlatıyorsun ama ya muhatabı biz miyiz diyeceksiniz”. Ama işte yargı da böyle yapıp bunu engelliyor. Gerçekten biz barış için çıkmışız meydana ya barışı haykıracağız ben hala aynı düşüncedeyim. O gün söylemişim Öcalan’ın devreye girmesi lazım ki mesafe kat edilebilsin.
GÜCÜMÜZ YETKİMİZ HDP İLE SINIRLI: Ben PKK’nin yöneticisi değilim, üyesi değilim. HDP’li arkadaşlarım, milletvekillerimiz PKK üzerinde gücü olan, yetkisi olan, tahakkümü olan kişiler değiliz. Biz seçilmiş, meşru yasal milletvekilleriyiz. Gücümüz yetkimiz HDP ile sınırlı. Biz PKK’ye “silah bırak” talimatı veremeyiz. Böyle bir ilişkimiz yok. Bizi dinlemezler. Dinleyeceklerini bilsem bakın daha önceki duruşmalarda da söyledim bu bir ironi gibi algılanabilir ama değil bugün yaparım o çağrıyı. Ama realite o değil öyle değil. “Öcalan’ı dinleriz, başkasını dinlemeyiz” diyorlar.
YALANLARI DEŞİFRE ETMEYE ÇALIŞTIM: Bu fezlekelerdeki her bir suçlama benim bahsettiğim siyasi görüşüme uygun siyasi faaliyetlerimin terörize edilmesinden başka bir şey değildir. Bunları “PKK çağrılarını dikkate alarak yaptığım” hususu tamamıyla kumpas, komplo uydurmadır. Hepsi partimin kararları doğrultusunda gerçekleşmiş siyasi parti faaliyetleridir. Hiçbir şiddeti övmemiş, gerçekleştirmemiş, destek olmamış. Tam tersine şiddeti bitirmeye yönelik girişim ve çalışmalardır. Bu fezlekeye ilişkin son cümlemi şöyle kurayım: Mahkemenize dönük tek bir yalan cümle bugüne kadar kullanmadım. Zamanlama kronolojik hata yapmış olabilirim, saat tarih vs. ama yalan konuşmadım. Yalanları deşifre etmeye çalıştım. Mahkemeniz de bunu anlaya anlaya dosyayı iletirlerse bundan memnuniyet duyarım. 2 No’lu fezlekenin son bölümüne dair bu aşamadaki savunmalarım da bundan ibarettir.
Duruşma yarın Sincan Cezaevi Kampüsü'ndeki duruşma salonunda görülmeye devam edecek.