Kitle iletişim araçları, internet ve sosyal medyanın yaygınlaşmasıyla artan bilgi akışlarının kolaylaştırıcı yanları olsa da müzakereyi çevreleyen yapısal unsurlar işlemedikçe kitle iletişimi de sorunlu oluyor. İster Yılmaz Güney olsun ister Ebrar Karakurt, ister Sultan Abdülhamit ister rumuz Abdülhamit, her mesele sanki Musa asasını kaldırıp Kızıldeniz’i ikiye ayırırmışçasına toplumu ikiye bölüyor, ama bu bölünmenin sonunda hepimiz boğuluyoruz. Üstelik bu tartışmalar çoğu zaman eksik bilgiyle, kişisel ilişkiler, husumetler ve önyargıların etkisi altında yürütülüyor, ortaya çıkan sonuç ise tek yönlü, özcü argümanların, iyi-kötü, doğru-yanlış, güzel-çirkin gibi ikili zıtlıkların ötesine geçmiyor. Böyle olunca tartışmaların içeriğinden, müzakerenin yeni bir analitik kapasite, yeni bir bakış açısı ortaya koyma potansiyelinden çok tartışanların birbirlerine karşı aldığı tavırlar öne çıkıyor, tartışma konusu ise bir boş gösterene dönüşüyor. Zaman geçip sular durulduktan sonra kimse konunun ne olduğunu, bütün bu konuşmaların, atışmaların nereye ulaştığını hatırlamıyor, ama kimin kime karşı olduğunu, kime laf soktuğunu, kimi tokatladığını hatırlıyor. Kimlikler ve kişilikler düşüncenin önüne geçtikçe farklılıklarla bir arada yaşamanın imkanları da azalmış oluyor.
Sorun sadece sosyal medyadaki ya da televizyon programlarındaki tartışmalarla sınırlı değil. Kolektif düzeyde baktığımızda ise siyasiler arasındaki müzakerelerde, belediye meclislerinde, meclis komisyonlarında ve genel kurullarında da benzer bir sığlık, amaçsızlık ve nezaketsizlik söz konusu. Siyaset dışı alanlarda, gündelik hayatın içinde, banka sırasında veya trafikte, apartman toplantısında veya sınıfta da benzer bir hoşgörüsüzlük ve tahammülsüzlük var. Herkes anlatmak istiyor ama kimse dinlemek istemiyor. En ufak bir kıvılcım iletişim tartışmaya, tartışmayı kavgaya dönüştürebiliyor, “Bana niye yan baktın?”, “Niye önümden geçtin?” sorularıyla şiddete kadar varıyor. Tartışmanın amacı fikir üretmek, en azından karşındakini anlamak ya da anlaşmak değil, asıl amaç haklı çıkmak.
Bir arada yaşamanın ve toplumsal uzlaşının önkoşullarından biri sağlıklı iletişimin, müzakere pratiklerinin işlemesi. Küreselleşme çağında aşırı bireyciliğin getirdiği yalnızlık, daha fazla görünme, sesini duyurma, tanınma ihtiyacı doğurdukça iletişime yönelik ilgi artıyor; ama kelimenin tam anlamıyla bir karşılıklılık içermesi gereken iletişim sosyal düzeyde karşılık bulmuyor. Dijital teknolojilerin etkisiyle iletişimimiz artmış gibi görünse de takipçi ve beğeni sayılarına, en iyi ihtimalle emojili yorumlara indirgenmiş bir sosyalleşme anlık bir tatminin ötesinde varoluşsal bir tatmin, sosyal bir deneyim içermiyor. Ancak sistemik düzeyde bakınca artan iletişim imkanlarına rağmen nitelikli iletişimin ortaya çıkmamasında demokratik değerlerdeki gerileme, demokrasinin siyasi olanla sınırlanması ve demokrasi kültürünün yerleşik hale gelememesi önemli bir rol oynuyor.
TARTIŞMA ETİĞİ
İletişim etiği ya da tartışma etiği yalnızca iletişimin içinde yer alan aktörlere değil aynı zamanda bu aktörlerin çıkarlarına ve içinde bulundukları bağlama, yani iletişimin kolektif boyutuna da bakıyor. Aristo’dan bu yana tartışılan konu bugüne kadar felsefe, siyaset bilimi ve iletişim çalışmalarında merkezi bir yer kaplamaya devam ediyor. Brannigan(1), 2012’de yayınladığı makalede tartışma etiğinde değişmeyen üç temel konunun altını çiziyor: Doğruyu söylemek, yani yalan ve aldatıcı bilgiden kaçınmak; özgürlük ve sorumluluk, yani ifade özgürlüğü, bilginin ulaşılabilirliğinin yanı sıra zarar vermeme sorumluluğu; son olarak da iletişimin amacına uygun araç kullanımı, örneğin kişisel verilerin korunması ya da özel hayatın mahremiyetinin gözetilmesi durumu. Bu prensipler genel olarak medya ve kitle iletişim süreçleri için geçerli gibi görünse de bugün artık bilgi akışlarının hem üreticisi hem tüketicisi olan bireyleri de bağlıyor. Bilgi üreten ve tüketen bireyler olarak teyit etmediğimiz, doğruluğundan emin olmadığımız bilgileri paylaştığımızda, başkalarına zarar verecek, kişisel bilgileri, görüntüleri aktardığımızda, kendimizi haklı çıkarmak için “her yol mubah” diye düşünüp etik dışı bilgi kaynaklarını kullandığımızda, tartışma konusuyla ilgili olmayan kişisel ayrıntıları tartışmaya dahil ettiğimizde bireyler olarak bizler de iletişim etiğinden uzaklaşmış oluyoruz.
DEMOKRASİ KÜLTÜRÜ
Daha geniş bir çerçeveden bakıldığında konunun bilgi akışları, dijital teknolojiler, fikri mülkiyet gibi birçok boyutu ve bağlamı olsa da bir arada yaşama, iletişimin kolektif boyutları açısından en önemli bileşen demokrasi kültürü. Burada demokrasiyi basitçe bir siyasi sistem olarak görmek yerine dinamik ve işledikçe değişen, umuyoruz ki gelişen bir süreç olarak düşünmek gerek. Demokrasi aynı zamanda siyasi arenayla sınırlı olmayan, gündelik hayatın ve yaşam alanının içindeki tüm kolektif ilişkilere nüfuz eden bir pratik olmalı. Toplumun imtiyazlı kesimleri dışında kalanlara, siyasi temsil içinde kenara itilenlere, farklı nedenlerle toplumsal ilişkileri sınırlı kalanlara açık, yalnızca yönetimle ilgili olmayan, kapsayıcı alanlar ve pratiklerle güçlendirilmeli. Demokrasi kuramları içinde müzakereci demokrasi ve bunun en bilinen isimlerinden Habermas’ın öne sürdüğü iletişimsel eylem, demokrasinin sürekliliğini sağlayacak en önemli bileşenlerden biridir. Habermas(2), kamusal alanda yürütülecek müzakereler aracılığıyla bireylerin yaşam alanına yönelik taleplerini dile getireceğini, iletişimsel eylemin kamusal alan ve belli kurallar çerçevesinde yürütülerek uzlaşının sağlanacağını ve kamusal iktidarın böyle mümkün olacağını savunur. Demokratikleşme, hukukun üstünlüğünün yanı sıra bireylerin özgürlüklerini kullanabilecekleri, iletişimsel eylemi gerçekleştirebilecekleri bir kamusal alanla sürdürülebilir. Benzer bir biçimde Brannigan da katılımcı demokrasinin saygılı bir kamusal müzakereye, ilgili bilginin yeterli ve dürüst bir biçimde paylaşılmasına ihtiyaç duyduğunu vurgular. Demokratik işleyişin vazgeçilmez bir bileşeni olan iletişim etiği, şeffaflık, açıklık, farklılıklara saygı, hoşgörü, sorumluluk, akılcılık, dürüstlük ve nezaket gerektirir. Burada özellikle nezaket, kendine hâkim olma, saygı ve sorumluluk prensipleriyle ifade edilir. Benhabib’e göre iletişim etiği çatışmaların çözümünde şiddet içermeyen stratejiler öngörür ve sorunların çözümünde işbirlikçi ve birleştirici yaklaşımları teşvik eder. Buna yönelik kurumları, pratiklerini ve yaşam biçimlerini inşa etmek ise siyasi imgelem ve kolektif düşünmeyle mümkün olacaktır. Benhabib(3), bireyler ve uluslar arasındaki karşılıklı bağımlılığın giderek arttığı bir dünyada ütopyacı ve realist ayrımının ötesine geçerek şiddet içermeyen bir iletişim etiği tahayyül etmenin önemini vurgularken, bu sayede bugün hala 1968 Mayıs’ındaki gibi “Hayal gücü iktidara!” (L'imagination au pouvoir!) diyebileceğimizi söyler.
BURAYA NASIL GELDİK?
Demokrasinin bir siyasi sistemden ibaret olmadığını, dinamik bir süreç olduğunu kabul ettiğimizde, değişen koşullara, örneğin yaygınlaşan bilgi akışlarına, ortaya çıkan yeni kitle iletişim araçlarına, katılımcılık yönünde gelişen imkanlara daha fazla tepki vermesini, yeni gelişmeleri karşılayabilmesini bekleriz. Ancak ülkedeki demokratik süreç koşullara uyumlanmak yerine direndiği zaman, demokrasi kültürünün siyaset dışı alana, gündelik hayata, haneye ve bireyin tercihlerine yansıması mümkün olmaz. Ülkedeki demokrasi kültürü zayıfladıkça, insanların kendilerini ifade edebileceği kamusal alan daraldıkça tartışma etiğini de kaybediyor, sağlıklı ve etkin iletişimden uzaklaşıyoruz. Türkiye Economist Intelligence Demokrasi Endeksi’nde 167 ülke arasında 103. sırada. Seçimler, yönetim, siyasi katılım, siyasi kültür ve sivil haklar göstergeleri içinde en düşük değerlerin yer aldığı kategori ise sivil haklar. 2006-2022 arasındaki sürede demokrasi endeksinde toplam değer istikrarlı bir biçimde gerilemiş durumda. Rapor, özellikle 2022 yılında çıkarılan dezenformasyon yasasının ve yanlış bilginin yayılmasına yönelik hapis cezasının, seçim yasasındaki değişiklikler ve ilgili kurullara yapılan atamaların son dönemde demokratik gerilemeye etki ettiğini vurguluyor. Sınır Tanımayan Gazeteciler örgütünün 2022 Dünya Basın Özgürlüğü Endeksi’nde Türkiye bir önceki yıla göre 16 basamak gerileyerek 180 ülke içinde 165. sırada yer aldı. Rapor, iktidarın medyada çoğulculuğa meydan okuyarak muhalifleri baskılamak için tüm imkanları kullandığını ifade etti.
Bu noktaya geldik çünkü çok uzun zamandır demokrasiden uzağız, çok bekledik, çok uzun sustuk. “Silivri soğuktur.” ile sustuk, gazetecilerin, akademisyenlerin, aktivistlerin başına gelenleri gördükçe sustuk. Ağzımızı açtığımızda nasıl yaftalanacağımızdan korkarak, sağa baktın Fetöcü, sola baktın PKK, yukarı baksam terörist, aşağı baksam bölücü diye diye sindirildik. Ilık sudaki kurbağa gibi yavaş yavaş içselleştirdik korkuyu, baskıyı ve sansürü. Otosansür neredeyse genlerimize işledi, “Başıma bir şey gelir mi?” diye düşünmeden ağzımızı açamaz olduk. Şimdi gündelik olaylar hakkında artı veya eksi kutupta yer almanın ötesinde karşılıklı ve sürekli bir fikir alışverişini sürdürmekte zorlanıyoruz. Artık zihnimizi yeniden özgür kılmak ve hayal gücünü iktidara taşımak için kat etmemiz gereken yol eskisinden çok daha uzun.
NOTLAR:
(1) Brannigan, M.C. (2012). Communication Ethics. Encyclopedia of Applied Ethics. Academic Press.
(2) Habermas, J. (2010). İletişimsel Eylem Kuramı. Kabalcı Yayınevi.
(3) Benhabib, S. (1995). Afterword: Communicative Ethics and Contemporary Controversies in Practical Philosophy. Benhabib, S. ve F. Dallmayr (der.). The Communicative Ethics Controversy. The MIT Press.