Kapitalizmin varlığı, zorunlu olarak demokrasiyi gerektirmez. Ancak bu, kapitalist üretim tarzı hüküm sürerken demokratik kazanımların gerçekleşemeyeceği anlamına gelmiyor. Kritik olan, bu demokratik gelişmenin sistemin işleyişinin zorunlu bir sonucu olmadığı.
Yabancı sermaye ve ülkedeki siyasi rejimin niteliği arasındaki ilişkiye dair belirli bir liberal kabul, uzun süredir muhalif yorumcuların ya da Altılı Masa ile somutlaşan partilerin, iktidarı eleştirirken kurduğu temel argümanlardan biri için zemin oluşturdu: ‘AKP iktidarda kaldıkça yatırımcı gelmez’. Bunun çeşitli dönemlerde değişen versiyonları oluyor. Örneğin Anayasa Mahkemesi ile Yargıtay arasındaki gerginlik sırasında ‘hukuk olmazsa yatırım gelmez’ denebiliyor. Ya da ifade hürriyeti ile ilgili bir sorun olduğunda ‘demokrasi olmadan yatırım gelmez’ argümanı hemen tedavüle sokuluyor. Benzer şekilde 2016’daki başarısız darbe girişimi sonrasında ilan edilen Olağanüstü Hal döneminde ‘OHAL varsa yatırım gelmez’ deniyordu. Dönem dönem gelmeyeceği söylenen yatırımın içeriği de değişiyor. Bazen, doğrudan yatırımlar gelmez denilirken, kimi zaman sıcak para da gelmez denebiliyor. Bu argümanlar en somut bir şekilde ve yüksek sesle 2023 seçimleri öncesinde Altılı Masa’nın bileşenlerini oluşturan partilerin sözcüleri tarafından dile getirildi.
Muhalif saflarda çok alıcısı olan bu eleştiri biçimi, ilginç bir şekilde hem iktidara hem de halka sesleniyor. İktidara küresel finansal hiyerarşide Türkiye’nin konumu hatırlatılarak, yabancı sermayeyi hoş tutacak düzenlemeler yapmazsan sermaye getiremezsin deniyor. Seçim öncesinde buna ek olarak ‘AKP bunu yapamaz, çünkü tek adam yönetiminin olduğu yere yatırım gelmez’ argümanı da geliştirildi. Buna alternatif olarak halka da ‘uluslararası sermaye çevrelerinin ('ekonominin evrensel kurallarının' şeklinde tercüme edildi) istediklerini yapacağız ve yatırımlar Türkiye’ye gelecek’ yaklaşımı savunuldu. Bu yaklaşımda (uluslararası) sermayenin çıkarları ile Türkiye’deki yurttaşların çıkarlarının aynı olduğu ima edildi. Üretilen bu muhalif ama hegemonik söyleme göre uluslararası finans kapital ile halkın ortak çıkarı, hukuk devleti ve demokrasinin gelişmesi açısından ortaktır! Bu düşünce akışını daha fazla detaylandırmaya gerek yok sanıyorum.
2021 sonrasındaki düşük faiz politikasının 2023 seçimlerini kazanmak için uygulanan bir tercih olduğunu göremeyen ve ‘nas ekonomisi’ söylemiyle aklınca olan biteni açıkladığını düşünen bu hüzün verici muhalif tipoloji, seçim sonrasında Mehmet Şimşek ekonomi yönetimine getirildiğinde kısa süreli bir şaşkınlık sonrasında, hızla iktidar saflarına geçti ve karşımıza iktidarla bütünleşmiş bir muhalefet tablosu çıktı. Dolayısıyla, Altılı Masa muhalefetinin ve onun dalga boyunda hareket eden muhalif yorumcuların argümanları birer birer boşa düşmüş oldu. Bu bağlamdaki son yanılgıları sermaye girişlerinin başlamasıyla yaşandı. Son altı yılın en büyük sermaye girişi geçtiğimiz hafta gerçekleşti.
DEMOKRASİYİ ARAÇSALLAŞTIRAN LİBERAL MUHALEFET
Demokrasiyi ve hukuk devletini yabancı yatırımcı çekebilmek için araçsallaştıran bu yaklaşım, pek çok hatalı varsayıma dayanıyor. Muhalif ama hegemonik olan bu argümanın temel yanılgısı, kapitalizm ile demokrasi arasındaki olumsal (contingent) ilişkiyi, yapısal olarak görmesi. Oysa kapitalizmin varlığı, zorunlu olarak demokrasiyi gerektirmez. Ancak bu, kapitalist üretim tarzı hüküm sürerken demokratik kazanımların gerçekleşemeyeceği anlamına gelmiyor. Kritik olan, bu demokratik gelişmenin sistemin işleyişinin zorunlu bir sonucu olmadığı.
O zaman demokratik gelişmenin temel dinamiği nedir sorusu gündeme geliyor. Demokrasi, genellikle alt sınıflardan gelen toplumsal hareketlerin mücadelesi ile gelişmiştir. Alt sınıflardan gelen taleplerin yönetici sınıflar içindeki (ekonomik ve siyasi elitler arasındaki) kavgada işlevli olması durumunda, demokrasi ittifakı dönemsel olarak genişleyebilir ve bu kazanımlar daha kolay elde edilebilir. Ancak bunlar, zorunlu olarak kapitalist gelişme ile demokratik gelişmenin ele ele gideceği sonucunu doğurmaz.
KAPİTALİZM VE DEMOKRASİ
Konu oldukça kapsamlı, o nedenle gündelik tartışmalardan sıyrılıp, bir adım geriye çekilip devlet ile piyasa ya da sermaye ve kapitalizm ile demokrasi arasındaki ilişkileri daha derli toplu bir şekilde ele almaya ihtiyacımız var. Sözü geçtiğimiz hafta Metis Yayınları’ndan yeni çıkan ‘Kapitalizm ve Demokrasi: Bir Zıtlığın Anatomisi’kitabına getirmek istiyorum.
Can Cemgil ve Ömer Turan’ın derlediği bu kitap, tüm bu konular için giriş niteliğinde önemli bir kaynak olma özelliği taşıyor. Editörlere kulak verirsek, kitabın amacı ‘kapitalizm ile demokrasiyi özdeş gösteren hâkim küresel ideolojinin bir eleştirisini sunmak’. Kapitalizm ve demokrasi üzerine yazmış 11 önemli düşünürün ortaya koyduğu yaklaşımların analizine dayanan kitaba, ben de kısa bir sonsöz yazarak katkıda bulunmaya çalıştım. Sonsözde, kitapta yer bulan düşünürlerin bazılarının görüşlerinden hareketle günümüzde kapitalizm ile demokrasinin ayrışma dinamikleriniele aldım.
Cemgil ve Turan, ‘kitabın demokrasi fikrini kapitalist çerçeveden kurtarmaya dair bir davet olarak okunmasını’ diliyor. Gerçekten de demokrasiye yatırımcı çekmek için değil, adil, eşit ve özgür bir ülke ve dünyada yaşamak için ihtiyacımız var, bunu tekrar tekrar vurgulamak gerekiyor.