Kendimizi kandırmayalım: Yerel mahkemenin, Anayasa Mahkemesi (AYM) kararlarını tanımadığı, demokrasi iddiamız varsa AYM’nin denetimine tabi olması gereken hükümetin (AYM’nin zaten o da muhtemelen AİHM çekincesiyle) aldığı kararı beğenmeyip, yerden yere vurduğu bir ülkede yaşıyoruz. TBMM’de temsil edilen üçüncü partinin eşbaşkanı Sayın Selahattin Demirtaş’ın cezaevine konulup, yargıç karşısına ancak dört yüz küsur gün sonra çıkabildiği bir ülkede yaşıyoruz. Yetiştirebildiğimiz en parlak anayasa hukukçularımızın, toplum ve siyaset bilimcilerimizin pasaportlarına keyfi biçimde el koyarak, üniversitelerinden kopararak, geleceğimize ihanet ettiğimiz bir ülkede yaşıyoruz.
Adını koyalım: Bu OHAL’de, bu parti-devletleşme yolundaki korporatist otoriter rejimde, ne adaletten, ne eğitimden, ne meclisten hayır gelir. Muhalefet adı altında ağızlarda şeker varmış gibi, akşamdan kalmaymış gibi biteviye mırıldanılan zevzekliklerden hiç mi hiç hayır gelmez. Muhalefetten beklenen iktidarla milliyetçilik yarışına girmesi değil, milliyetçiliğin karşısına halkçılığı, mukaddesatçılığın karşısına aydınlanmacılığı koyması. Mevcut düzende hiçbir yurttaşın ne hürriyeti, ne mülkiyeti, ne mesleği güvencededir. Prekarya denilen düzense bu, prekarya sınıfına doktora seviyesinde dahil olduk demektir hepimiz. Esasen anayasal yurttaşlıktan söz edemeyiz, biz tebayız artık. Buradan bir basamak aşağısı, “kimin gücü kime yeterse”, devletsizlik, hukuksuzluk, mutlak “doğa” ortamı.
Muktedir yönetmekle, hükmetmenin farkını ya bilmiyor, ya umursamıyor. Bağımsız medya neredeyse yok, kalmadı. Bağımsızlıkta inat eden medya da her gün ölüm kalım savaşı veriyor. Güdümlü medyadan günbegün pompalanan dehşet kampanyasının mottosu ise “muktedir giderse, Türkiye biter.” Sayın Cumhurbaşkanı’nın zamanında yapılırsa Kasım 2019’da, ancak gelişmelerin bize gösterdiğine bakılırsa 15 Temmuz 2018 gibi çok daha erken bir tarihte yapılacak, KHK'ler düzeniyle fiilen içinde bulunduğumuz başkanlık rejimine hukuksal kisve kazandırarak geçiş seçimlerinde aday olduğunu biliyoruz. Demek ki baştan zaten OHAL cenderesinde gittiğimiz seçimlerde Sayın Cumhurbaşkanı’nın seçim yenilgisi alması olasılığının belirmesi dahi, bizlere ortak evimiz olan cumhuriyetimizin sonu olarak tanımlanıyor.
Oysa biz halkız. Cumhuriyetimizin kuruluşu halk egemenliğine dayanır. Halkından korkan, halksız cumhuriyet olamaz. Ne öneriyorum? İlericilerle, yoksulları buluşturacak bir siyasal dönüşüm hareketi. Aydınlanmacı sekülerler ile muhafazakar ihyacıların, Kürtlerle Türklerin kuruluş çelişkisini çözecek bir demokratik cumhuriyet. İktidarın belki yine izleyen savaş, soykırım gibi felaketlere dek varabilecek “Payitaht Abdülhamit” ters taklasına karşılık, cumhuriyetimizin birinci kuruluşu olan 1921’i, kurucu meclis ve onu önceleyen şuraların dinamizmini arayış. İhyaysa, dinamik cumhuriyeti ihya etmek. Eşit anayasal yurttaşlar olarak huzur ve barış içinde yaşayacağımız bir ülke.
Devam edelim: Minnet bağımlılığının yerine toplumsal dayanışma, çağdaş sosyal hak ve güvenceler örgüsü. Davetiyeyle ihale yağmacılığı yerine kuralları belli yarışma usulü. Toplumsal sınıf atlatma asansörü niteliğini yeniden kazanacak, bilim temelli eğitim. Bölgesinde itibarı barışı kurmakta arayan, AB üyeliği hedefini pusulasının kutbuna yerleştirecek dış siyaset. Zararları hazinenin yani vergi mükellefleri olan bizlerin sırtına bindirmeyecek, girişimciliğin önünü açacak ekonomik yapı. Laik, çoğulcu, katılımcı demokrasi. Hukuk devleti. Devlet aygıtını daraltacak, yönetişimi etkinleştirecek ademimerkeziyetçi idare reformu. Örtülü ödeneklerin tamamının kaldırıldığı, savunma harcamalarının son kuruşuna dek hesabının verildiği şeffaf bütçe.
15 Temmuz 2016’da kanlı FETÖ darbe girişimi oldu. 20 Temmuz 2016’da OHAL ilanıyla hukuk devleti askıya alındı. AYM, OHAL’de çıkan KHK'leri denetleme görevinden vazgeçti. 24 Aralık 2017’de devletin şiddet tekelini dolayısıyla akademik anlamda kendini feshettiği 696 sayılı KHK çıktı. 12 Ocak 2018’de yerel mahkemenin Alpay-Altan’a dair AYM kararını tanımamasıyla mutlak hukuk boşluğu ortamına geçtik. Bu tepetaklak, sonu karanlık gidişe muhatap olacak bir siyasi çıkış iki turlu başkanlık seçimleri yarışına dahil olmakla, iktidarın bir kulpuna yapışmayı amaç edinmekle mümkün.
Yeni baştan, hep birlikte ileriye, "sen de katıl bize" diyecek bir bağımsız adayın muhataplık kararını alması, yeni bir cumhuriyet iddiasını ortaya koyması ve hamlesini yapması için zemin var, zaman çok dar. Rafine toplumsal analizler, ayrıntılı programlar, çeyrek yüzyıl vadeli alternatif siyaset arayışları, hiçbirinin önemini, hiçbir emeği küçümsemeden söylüyorum, şu an için akılcı değil. Ne mehdi bekliyorum ne kurtarıcı arıyorum. Sözünü ettiğim, Kürt-Türk, Alevi-Sünni, aydınlanmacı-muhafazakar kendimizi hapsettiğimiz mahallelerin duvarlarını yıkacak, Levent Gültekin’in deyişiyle bir “ONURLU ÇIKIŞ”. Beylik sözler olacak ama anımsatmakta herhalde yarar var: Her gecenin bir gündüzü vardır ve güneş mutlaka doğar. Gecenin en karanlık anı da güneşin doğmasına en yakın olandır. Çünkü biz varız, biz halkız.