Deniz Faruk Zeren: 'Ben Bermal', özgür Kürt kadının romanıdır

Deniz Faruk Zeren'le 'Ben Bermal' romanını konuştuk. Zeren, "'Ben Bermal', aklı başında olmayanların romanı" dedi.

Abone ol

Hüseyin Bul

DUVAR - Deniz Faruk Zeren'in 'Ben Bermal' romanı, Dipnot Yayınları tarafından yayımlandı. 

Deniz Faruk Zeren'in 'Tam Ağlayacaktım Arkadaşlar Dokundu' öykü kitabından sonra okurla buluşan 'Ben Bermal' romanı, Türkiye edebiyatında neredeyse artık unutulan, benzerlerinin çok eskide kaldığı bir türü geri çağırır nitelikte. Zeren’in kitabı, okuru, kırılmış hayallerinin yanına çağırmayı amaçlıyor. 

Deniz Faruk Zeren

Deniz Faruk Zeren ile kitabını konuştuk. 

Çoğunlukla bekleyen bir insanla karşı karşıyayız romanda. Beklemenin nasıl sancılı, kemirici bir duygu olduğunu bildiğimden, okuyucuyu bir sarmalın içine hapsediyorsunuz. Buradaki bekleme halinde daha çok bir patlamanın öncesindeki birikmeyi, patlamanın ana rahmine düşüşündeki gerilmeyi betimlemişsiniz sanki. Ne dersiniz bu bekleme/beklenti hakkında?

"Gitmeyi" beklemek, "gideni" beklemek, yarını, umut edileni, acının geçmesini, dinginliği, özgürlüğü beklemek... Beklerken, 'Bu böyle oturup beklemekle olmayacak ben de ona doğru yürümeliyim, bir şeyler yapmalıyım' hissiyatı ama hareketin içindeyken de o beklentiyi içinde bir yerlerinde taşımak, yaşatmak, yine onun için hareket etmek. Evet, bu bir sarmal, ileriye doğru ancak kuvvetle bükülen, genişleyen, giderek gergin, kopmaya da müsait ancak çelikleştikçe kopmayan bir sarmal. Biz bu sarmalın içindeyiz. Hayatımız ve yazınımız bu sarmalın içinde. Gerildiği yerde bazen yavaşlasak da içindeyiz.

İnsan, bekleyişten ve umuttan ibarettir. Bekleyişi ve umudu olan hareket etmelidir yoksa kopacaktır, hayal kırıklığı olarak geri dönecek ve bir vuruşta sarmalın en dibine yuvarlayacaktır. O klasik 'Karanlığın en yoğun olduğu zaman, şafağın sökmeye en yakın olduğu andır' sözü var ya, işte o yoğunluğun içinde kalmaya çalışıyoruz. Yazarken de o yoğunluğun hareketin ve çelişkinin içinde kalmaya, onu duyumsatmaya ve orada hareket etmeye çalışıyoruz.

'GÜNLÜK YAŞAM İÇİNDE DEVRİMCİ OLABİLDİĞİN KADARSINDIR'

Mazlum arkadaş ya da nam-ı diğer Mazlum Samsa, Panter dediği atın Celal tarafından kırbaçlanmasına içerlenir, kızar. Sonra başka bir bölümde sigara izmaritinin asmanın dibine gömülmesine/atılmasına ince ince kızan Celal incinir. Burada devrimci Samsa’nın ve Celal’in gezegene bakışını hayvan ve doğasever olarak yorumlayabilir miyiz? Ya da devrimcinin savaşı nerelere kadar uzar?

"İnsana ait olan hiçbir şey bize yabancı değildir" diyor Marks. Devrimcinin kavgası, insana ait olan her şeye uzanır, uzanmalıdır. Yerde, gökte, yerin altında da olan biten ve olacak olanlardan sorumludur devrimci. Çünkü o dünyayı değiştirmeye kalkmıştır. Üretim araçlarının el değiştirmesi evet, devrimdir ama tamamlanmamış bir devrimdir. Esas olan insanın insanla, insanın doğayla ve evrenle ilişkisinde de devrim yapmaktır. Zihinsel bir değişim, insanın maddi değişimi manevi değişimi ile birlikte geliştirmek… Maneviyattan kasıt işte bu doğayla olan çelişkilerini yeniden yorumlamak, cinsler arası gerilimini ve çelişkilerini yeniden yorumlamak, çelişki sınırsızdır, dondurulamaz, bitirilemez, yok edilemez, öyleyse gelişimin evrimin ve devrimin sınırları da maddi araçların el değiştirilmesi ile sınırlandırılamaz.

Şimdi sık sık karşılaşıyoruz, işte bir demokratik kitle örgütüne, bir yasal partiye ve benzeri devam eden herkes "Ben devrimciyim", "Ben komünistim” diyor. Bu saygın bir ilan olmakla beraber gerçekleşen haliyle bakıyoruz ki gayet statik, gayet doğmalardan beslenen sözel bir gelişim. Kişilik devrimi çok cılız ya da sürdürülmemiş. Görüntü gayet kurtarılabiliyor. Peki, çelişki sınırsızsa ne zaman "oldum" diyebilirsin? Kimse birbirine demiyor "daha hamsın piş" çünkü günümüz için mevcut durum yeterli görünüyor. Mazlum Samsa'nın, Samsa soy ismini alması gayet ironiktir, işler ve güçleri duyunca bir an afallayıp "keşke sabah uyandığımda dev bir devrimciye dönüşmüş olsam" diyor Bermal’in karşısında. Bir gerçekliğe çarpıyor. Bermal’in şahsında özgür kadın, özgür birey ve devrimcilik gerçeğine çarpıyor. Bir sabah uyandığında olmayacağını kavrıyor. Devrimciliğe adım atan herkes ilk devrimini yaşar. Sonrası sınırsız. Gelişim. Çevreyle, insanlarla, doğayla, hayvanlarla, ilişkilerimiz aynı kalmaz. Kalamaz. Romanda Celal oldukça gelişkin bir emekçi hamal olmasına rağmen Panter’i kırbaçlıyor ancak gerekçesi "farklı davranmamak, farklı davranıp göze çarpmamak". Bu yalandan bir gerekçe değil çünkü asmanın altına izmarit atan Mazlum’a tepkisini görüyoruz sonrasında. İkisinde de artık aynı olmayan, olamayan bir dönüşüm var. Devrimci bir dönüşüm. Bunu bağırarak değil hayatın içinden, gündelik yaşamın içinden gösteriyorlar. Zaten günlük yaşam içinde devrimci olabildiğin kadarsındır. Edebiyatımızda da öyledir. Daha doğrusu ben edebiyatımda öyle olmasını istiyorum. Günlük hayatın içinden, basit gibi görünen, ama çektikçe derinlere inen, işaret fişeklerinin yerinde ve zamanında fırlatılmasıyla parlayan sönen parlayan sönen bir gerçeklik.

Mazlum Samsa’ya bakan, ara ara sığındığı Makbule Ana'nın anlattığı babamı kim öldürdü hikayesinde diyalogun, iletişimin, birbirini dinlemenin, karşılıklı konuşmanın savaşlara, ölümlere engel olabileceğini anladım. 

Doğru, evet. Makbule Ana’nın hikayesinde iletişimsizliğin, birbirini dinlememenin acı sonucu var. Ancak daha da önemlisi o hikayede ki ara bir hikayedir ve aslında Mazlum Samsa’nın devrimci dönüşümünde nerelerden beslendiğini de gösterir,. Erkek çocuğu olmadığı için ikinci evliliğini yapan ve bu ikinci evlilikten erkek çocuk "sahibi" olan bir erkeğin, giderek erkekliğin hikayesi var orada. Kısa bir feodal erkeklik vurgusu diyebiliriz. Vurgudan öte o ara hikaye feodal toplumsal ilişkilerin, çatışmaların bir yönüyle nasıl işlediğini göstermesi açısından bence çarpıcıdır. Erkeğin "sözünü dinlediği", erkek çocuk doğurmuş kadındır. O da ezilendir ancak erkek tarafından, erkek çocuk doğurduğu için sözüne kıymet veriliyor. Eril düzeni devam ettirebildiğin, ona hizmet edebildiğin oranda ciddiye alınabilirsin kadın olarak. O feodal gurur, o toplumu ve insanı felaketlere sürükleyen feodal gurur o hikayede çarpıcıdır. Bile bile ölümle sonuçlanır. Mazlum Samsa hakikate erişmeye adım attığı andan itibaren her yerden her ilişkiden her olaydan fışkıran o erkeklikle karşılaşır. Ya 'Ben Bermal’in izinden, sözünden yürüyecek o erkeklikle hesaplaşacaktır, Samsa olacaktır ya da kaybolup gidecektir.

Ben Bermal, Deniz Faruk Zeren, 132 syf., Dipnot Yayınları, 2023.

'BÜYÜK ARAYIŞLARIN BÜYÜK SONUÇLARI'

Romanın ana damarlarından biri beklemekse, diğer en güçlü damar bence gitmek üzerine kurulu. Devrim saflarına katılmak için can atan bir Mazlum Samsa var ama diğer yandan ilk solukta giden ‘hamal, karker’ dediği Celal’den sonra bir yalnızlık dehlizine girer. Üzülür, bir boşluğa düşer. Nedir bu gitmeyle kalmanın ezen, imrendiren duygusu?

Derler ki "en güzel amaçları göster, en güzel insanlar onlar için yola çıkar." Bazı tarihsel dönemler o "en güzel amaçlar"ın yükseldiği zamanlardır. O zamanlar da kendi insanını, kendi tipolojisini yaratır. İşte o dönemler, o en güzel insanların yola çıktıkları dönemler oluyor. Hakikat arayışı deniliyor. Biz de öyle diyelim. Büyük arayışların büyük sonuçları. Büyük sancıların büyük sonuçları. Mazlum Samsa ile arkadaşı Ali Sertaç arasında bir okuma rekabeti var. Aslında gelişmek için tatlı bir rekabet içinde olan, birbirini çok seven ama eleştiren iki arkadaş. Kıskanıyorlar, çekişiyorlar. Belli ki çok hayalciler, okudukları kitaplarla yarışıyorlar. etkisinde kaldıkları bir kitaptan Mazlum Samsa’yı demir somyada çıplak yatarak vücudunu yara bere içinde bırakışını görüyoruz, Ali Sertaç’ta yapmış bunu ve bu konuda da rekabet etmişler. Çileci mazoşist falan değiller. Bir romandan etkilenecek kadar nahifler ve arayış içindeler. Arayışları gitmek üzerine. Yeni bir insan yeni bir ülke yeni bir dünya, olduğun yerde yok, gitmen lazım, nereye? Devrimciliğe. Devrimcilik gidilen bir yol, yürünen bir yol. Kitaptan bu derece etkilenen insanların çağı, gençlik çağı, tüketim değil arayış her şeyi gitmeyi de beklemeyi de o arayışın nesnesi haline getirme çağı. Akılları bir karış havada, öyle olmasa gidemezler. Bedenlerini çürütmez, onaramazlar. Aklı başında insan devrimci olamaz, mümkünse birkaç karış yukarıda olması gerekir çünkü. 'Ben Bermal' onların romanı. Aklı başında olmayanların romanı.

Sarı’nın babasıyla karşılaşınca, babasının sitem dolu eleştirilerinden, ‘Sevrimcilik oynuyorsunuz, muhtarın ölümünden bu işgüzarlığınızdan haberiniz olmadı. Gözünüzü dört açmalısınız, her şeyden, özellikle ve öncelikle haberiniz olmalı. Bahçenizden olup bitenlerden, gözünüzün önündekinden haberiniz olmazsa, en ufak bir ihmalinizden bin savrulma olur’ manasına gelebilecek bir şeyler söylüyor çocuklara. Doğru mu, katılıyor musunuz bu eleştirilerine? Devrimci kişi bir iyileştirici midir?

İyileştirici demeyelim de, o başka yanağa atılan tokadı kendi yanağında hissedebiliyor musun? Hayata, insana ve doğaya karşı o kadar dolu musun? Gören göz, işiten kulak, anlayan ve değiştiren misin? Öyleyse evet, işte hakikat arayışçısı, savaşçısı olabilirsin. Sıradanlık. Örneğin edebiyat sıradanlık kabul etmiyor, neden? Doğası itibarı ile devrimci bir iş. Sıradanlık dayatınca bir şekilde bir yerde mutlaka kopuyor, kusuyor. Galiba devrimcilik de öyle. 'Ben Bermal', sıradanlığı reddediyor. Sarı’nın babası, aslında halkın bir serzenişini iletiyor. Bu demektir ki eksikliklerine rağmen yine de çare onlarda. Öyle bir ilişki kurmuşlar. Bu güzel.

Bermal’in iki aile arasındaki husumete devrimci feminist bir yaklaşımla el koyarak bir anlamda erkeklerin sınırlarını belirmesi konusunda ne diyorsunuz? Yani o kanat, romanda kalın çizgilerle altı çizilmese de arka okumalarda görünüyor.

Bermal, romanda az görünen, klasik anlamda aslında romana ismi verilmemesi gereken yan karakter. Ama olay ve olgular içinde, çelişkilerin hareket yönüne doğru bakarsak büyük kurucu, değiştirici, dönüştürücü güç 'Ben Bermal’dir. Bütün o erkeklik halleri, o feodal kastın karşısında toplumu da arkadaşlarını da değişime zorlayan, bunun kapısını aralayan, yolunu gösteren varlığıyla 'Ben Bermal’dir. Buradan bakınca ana karakter oluyor. Mazlum’un şahsında devrimcileşmemiş erkeğe müdahalesi, köyde husumeti çözerken o koskoca köklü feodal erkeğe müdahalesi çarpıcıdır. Arkasında bir güç var, bir şahıs değil, bir anlayışın temsilcisidir. Özgür kadın adına konuşuyor, özgür kadın adına hareket ediyor. Çok güçlü. Erkeğin kadının komutasına girmesi bizim toplumumuzda yoktur, imkansızdır. Makbule Ana’nın hikayesinde olduğu kadar söz hakkı vardır. Ancak 'Ben Bermal' bunu ters yüz etmenin adıdır. 'Ben Bermal' deyişinde o köklü özgüven vardır, bir oluş, duruş ve devrimci dinamizm vardır. Buradan bakınca aslında 'Ben Bermal', özgür Kürt kadınının romanıdır. Ya da çok iddialı olmasın roman denemesidir. Belki daha fazla bunu geliştirebilir, daha fazla edebiyatını yapabilirim. Yani umarım yapabilirim.

'BİR AŞIK ÖLEBİLİR Mİ?'

Roman bir anlamda ve pek çok manada bir aşk romanı. Bireysel manada duygusal yakınlaşma/hissetmedeki aşk mı öne çıkıyor yoksa…. Nihayetinde romanın finalindeki cengaverce bir fedanın kimi korumaya yönelik olduğunu, kimi kolladığını, kurtardığını herkes farklı yorumlayabilir, ne dersiniz?

Doğayla, insanla, evrenle ilişkisi yeni olanın aşkı da yeni olacaktır. Olmak zorundadır. Aşk bir egemenlik kurma hali midir? Özgür eşit bir ilişki kurulabilir mi? Hangi koşullarda kurulabilir? Mazlum Samsa ilk görüşte aşık olduğu bu kadını sevebilir mi? Ya da onunla nasıl bir aşk yaşayabilir? Onu tutup babasının avlusundaki odasında beraber yaşamaya ikna edebilir mi? Bu mümkün mü? Onunla aşk yaşayabilmesi için önce onun gibi olmalı, ortak amaçlarda derinleşmeli, onları gerçekleştirmek isterken onun yanında olmalı. Ya da Bermal bu akıllı, yakışıklı genç adamı ne yapabilir? Aşağı çekebilir mi? Çekemez. Yukarı çıkması için yol göstermeli. Özgürleşmeliler. Bu yeni bir aşk. Bu aşk gerçekten var. Ama romanlarda yok, yeterince yok. Edebiyatta yeterince yok. Çünkü alışılmışın dışında. Ama bu aşk var. Sürüyor, yaşanıyor. 'Ben Bermal’le Mazlum Samsa’nın aşkı böyle temiz pırıl pırıl akar su gibi. Finalde evet aslında bu aşkın zirve halini görüyoruz. Bu kadar zirveye ulaşmış bir aşk biter mi? Böyle bir aşık ölebilir mi?