Deniz Türkan: Sivas 93 benim için bir kırılmaydı

‘Üryan’ albümüyle gelenekselliği bırakmayan ama müzikte evrensel bir yol çizen Deniz Türkan “Sivas 93 benim için bir kırılma noktası oldu ve sonrasında duvarda asılı bağlamaya dokunmakla başladı her şey…” diyor.

Abone ol

DUVAR - Deniz Türkan’ın uzun soluklu çalışmalarının ürünü olan ilk solo albümü Üryan, Kalan Müzik etiketiyle dinleyicilerle buluştu. Pir Sultan Abdal, Şah Hatayi, Fuzulî, Karacaoğlan, Dertli, Nesimi Çimen, Hacı Bayrak, Rehberi, Fezai, Kul Hüseyin gibi şair, âşık ve ozanın eserlerinin yorumlandığı albümde, bağlama ailesi içerisindeki farklı akort düzenleri, mızraplı ve mızrapsız çalım teknikleriyle hem geleneksel hem de bugüne ait yaptığı düzenlemelere ritim, duduk, çello, klarnet gibi enstrümanlar eşlik ediyor. Deniz Türkan’ın bağlamaya dokunuşundaki sahicilikle sesine verdiği türkülerin hikâyeleri geleneksellikten evrenselliğe bir yol çiziyor.

Bu yolda biriken hikâyeleri, türküleri, deyişleri ve müziği konuşmak için bir araya geldiğimiz Türkan, "Gelenek kendi içerisinde hayranlık uyandıracak ölçüde bir evrenselliği ve müzikaliteyi de barındırıyor, görebilene, kulak verebilene… Ne kadar farklı zamanlarda yaşanırsa yaşansın bu topraklarda duygularımız ve tepkilerimiz özde bir olduğundan belki de, illa ki bu eskimeyen ve eskimeyecek olan yoldan iyi ki geçiyoruz. Ve bu türkü ve deyişlerin hikâyeleri özümsenebildiğinde, müzikal olarak da ne yapılması gerektiğinin kapısı aralanmış oluyor sanki" diyor.

Üryan albümünden başlarsak, çok önemli bir türkü/deyiş albümü çıkardın. Biraz albümün yolculuğundan söz edebilir miyiz?

Aslında bu çok uzun bir yol ve yolculuk. Üryan müzikle, bağlamayla tanıştığım o ilk günlerden itibaren bu yolda biriktirdiğim hikâyelerin, paylaşım ve yaşanmışlıkların dışa vurumu diyebiliriz.

Öncelikle bu coğrafya ve gelenekteki müzikal zenginliklerin peşine düştüm… Ardından konservatuar eğitimi ve farklı sanatçılarla yaptığım çalışmalar ve muhabbetlerde pişti.

Biriktirilenler bir süre sonra sancıya dönüştü ve stüdyo çalışmalarına başladım. Güzel dostlar biriktirmek yüklerini hafifletiyor insanın. Ve birçok dostum omuz verdi bu albüm sürecinde. Burada Barış Güney’den de bahsetmek isterim. Albümde ritim-perküsyonları Barış Güney çaldı. Fikirleriyle, dostluğuyla ve müzikal tecrübesiyle bana çok büyük bir güç verdi.

Ve bir senelik bir stüdyo çalışmasının ardından, yıllarca biriktirdiğim hikâyelerin, paylaşım ve yaşanmışlıkların vücut bulan bir halidir içimdeki Üryan…

Uzun yıllardır müzik piyasasının içindesiniz ve ilk solo albümünüz… Geç kaldığınızı düşünüyor musunuz?

Zaman bu zamanmış. Hiçbir zaman sadece albüm yapmış olmak için albüm yapmayı düşünmedim. Çalıp-söylediğim, yorumladığım her eserin içimdeki hikâyelerini tamamlamalarını bekledim. Şartlar ve koşullar ne kadar zorlasa da bu hikâye demini almadan ortaya çıkamazdı.

'BU ESERLER HAYAT YOLCULUĞUM'

Albümdeki her bir türkü hem müzikal hem de söz olarak bizi içine alan gelenekten evrensele bir yol çiziyor. Hiç ‘eskimeyen’ bir yol… Ne dersiniz?

Öncelikle gelenek kendi içerisinde hayranlık uyandıracak ölçüde bir evrenselliği ve müzikaliteyi de barındırıyor, görebilene, kulak verebilene… Ne kadar farklı zamanlarda yaşanırsa yaşansın bu topraklarda duygularımız ve tepkilerimiz özde bir olduğundan belki de, illa ki bu eskimeyen ve eskimeyecek olan yoldan iyi ki geçiyoruz. Ve bu türkü ve deyişlerin hikâyeleri özümsenebildiğinde, müzikal olarak da ne yapılması gerektiğinin kapısı aralanmış oluyor sanki.

Alevi deyişlerini pek çok ozandan dinliyoruz ama benim dikkatimi çeken genç bir müzisyen olarak bu deyişleri yeniden icra etmeniz... Nasıl bir duygu?

Çoğu yüzyıllardır söylenen türküler ve deyişler aslında… Onlarca insanın yorumundan geçmiş… Bazen bir hikâyeye kendi tarafından bakmak istersin; kendi algılarınla ve kendi müzikal yorumunla… Bende özümsediğim, hayat yolculuğumda bana farklı pencereler açan bu eserleri bir kez de kendi yorumumla ortaya koymak istedim. Yüzyıllar öncesine ait hikâye ve yaşanmışlıklara ses olmak, yorum katmak en başından beri düşlediğim, tarifi imkânsız bir duygu.

Kul Hüseyin, Pir Sultan Abdal, Fuzuli, Karacaoğlan gibi ozanların, şairlerin eserlerini seslendiriyorsunuz. Kaygı duydunuz mu?

Bu şair ve ozanların şiir ve deyişlerini hangi şartlar altında ve ne bedeller ödeyerek dile getirip haykırdıkları düşünüldüğünde, kaygı duymanın çok bencilce olacağını düşünüyorum.

Ozanların eserleriyle yola çıkmak zordur; mutlaka sizi derinden etkileyen, o bağlamaya dokunmanızı sağlayan bir durum vardır değil mi?

Bu durum aslında daha çok sosyal yaşantıyla ilintili… Doğduğun aile, büyüdüğün mahalle... Böyle bir sosyal çevrede yetiştim ve bağlama hep yanı başımdaydı. Sivas’93 benim için bir kırılma noktası oldu ve sonrasında duvarda asılı bağlamaya dokunmakla başladı her şey… Çocukluk arkadaşım Haydar’ın (Olcay) notalarıyla öğrettiği bir türküyle düştük yola. Sonrasında yine birlikte büyüdüğüm, hayatımda ve müzikal gelişimimde dönüm noktası olarak gördüğüm dostum, ustam Rıza (Kılıç) ile birlikte farkındalıklarım ve müzikal algım bambaşka bir boyut kazandı. Bu yüzden de usta-çırak geleneğinin çok önemli olduğunu düşünüyorum.

'POPÜLİZM TÜKENMEYE MAHKÛM'

Türkülere, deyişlere oryantalist bir bakış açısı var, popüler kültür içine girdiğinde bir anda sevilir ve bir anda da yere düşer… Asıl bu müziği icra edenler hep geri plandadır. Popüler kültürdeki bu durumu nasıl değerlendiriyorsunuz?

Biraz önce de bahsettiğimiz gibi gelenek eskimeyen bir yol… Yüzyıllardır süregelen bu yolda hiçbir duygu ne anlamını ne de özünü yitirmemiş, her şeyden önemlisi tüketilememiş… Popülarizm ise bir kıvılcım gibi anlık yanıp sönmelere, tükenmeye mahkûm. Ama son zamanlarda toplumun geleneğe tutunan, içerik ve müzikal olarak güzel örnekler sunana yönelmiş olduğu gerçeği de aşikâr ve sevindirici. Ben, bir müzisyenin enstrümanı ve yorumuna yaslanıp, popülerlik kaygısı gütmediğinde ancak kalıcı olabileceğini düşünüyorum.

.

Ahmet Aslan, Erdal Erzincan, Tolga Sağ gibi isimleri de görüyoruz Üryan albümünde, bu birliktelik nasıl oldu?

Ahmet Aslan… Yıllardır süregelen müzikal birliktelik ve dostluğumuzun yanı sıra yapmış olduğumuz düetle (Minnet Eyledikçe) albüme omuz verenlerden…

Erdal Erzincan, Tolga Sağ ve Hüseyin Korkankorkmaz… Yıllardır birlikte çalıp söylediğim ve muhabbet ettiğim, birçok konuda fikir alışverişi yürüttüğüm hoca, usta ve dostlarımdır. Birlikte seslendirdiğimiz eserdeki mana ile bana hissettirdikleri, birlikte okuduğumuzda daha özel olacağını düşündürdüğü için birlikte okumaya karar verdik.

Albümün adı Üryan, üryanlık sizin için nasıl bir yol? Kendinizi orada nasıl düşünüyorsunuz?

Üryan bir hayat… Hayat da bir yolculuk… Bazen kederli, bazen sevinçli, bazen de isyan dolu… Bu yolculukta biriktirdiğim tüm hikâyelerimle, müzikal birikimimle, eksiğimle tamımla, hatamla doğrumla, içinde hayata dair tüm hissiyatlarımı barındıran ve sürüp giden bir yol Üryan…

Peki, son olarak, müzik hayatınızın neresinde?

Müzik hayatın tam merkezinde... Bir bölümüyle gelenekten beslendiğiniz bir müzikal bağınız varsa, bu aslında yavaş yavaş hayatınızın merkezi olmaya başlıyor. Bu gelenek şiiri, edebiyatı, dansı ile toplumsal yapıyı anlamayı çalışmayı gerektirdiği için tek başına müzik olmaktan öte bir yaşam şekli ve bir bakış açısına dönüşüyor. Ve bu algı ile birçok grup ve müzisyenle, sahne, stüdyo ve muhabbetlerde müzikal birlikteliklerim ve dostluklarım oldu.

Farklı grup ve müzisyenlerin müzikal dünyalarına mihman olmak farklı coğrafyalara, farklı kültürlere ve dillere dokunmayı da beraberinde getiriyor. Ve bu yüzden de bir toplumun müziğine bakıldığında o toplumun inanç, kültür ve dili hakkında birçok ipucuna varıyorsun. Bu yüzden de benim için müzik çok şey demek.