Deprem bölgesindeki salgına dair veri yok: Yaz geliyor, risk artıyor
Maraş’ta yaşanan depremlerin üzerinden iki ay geçti. Barınma ve alt yapı sorunlarının çözülmemesi hastalık riskini artırıyor. Uzmanlara göre atılması gereken çok sayıda adım var.
ANKARA – Maraş merkezli depremlerin üzerinden iki ay geçti. On binlerce kişinin hayatını kaybettiği milyonlarca insanın doğrudan etkilendiği depremlerin ardından açığa çıkan barınma krizi toplum sağlığını da tehdit eder boyut kazandı.
Çadırlarda yaşamın beraberinde getirdiği hijyen sorunları, şehirlerin kanalizasyon alt yapılarının tahrip olması nedeniyle ortaya çıkan sorunlar, yoğun yağmurların neden olduğu salgın hastalık ihtimali gibi birçok neden deprem bölgesinde yaşayanları çeşitli risklerle karşı karşıya bıraktı. Kızamık, uyuz, kuduz, bulaşıcı menenjit gibi hastalıkların görüldüğü belirtilen deprem bölgesinde bir diğer risk de yıkılan binaların enkazlarının kaldırılması çalışmalarıyla açığa çıkan asbest.
‘DEPREM BÖLGELERİNDE BİRÇOK HASTALIĞIN RİSKİ ARTIYOR’
Sağlık Bakanlığı, uzmanların uyarılarına rağmen deprem bölgesinde herhangi bir salgın hastalığın olmadığına dönük açıklamalar yapıyor. Uzmanlara göre deprem bölgesinde sağlıklı tarama yapılmıyor ve şeffaf veriler kamuoyuyla paylaşılmıyor. Şehirlerde yaşanan yıkım nedeniyle uzmanların araştırma yapacağı sistemler de hayata geçirilmiyor.
Enfeksiyon Hastalıkları Derneği Başkanı Prof. Dr. Mehmet Ceyhan’a göre Sağlık Bakanlığı’nın deprem bölgesinde “Salgın yok” demesinin bir anlamı yok. Salgının bir bölgede belli bir zaman diliminde bir hastalığın beklenenden daha sık görülmesi anlamına geldiğini söyleyen Ceyhan, “Deprem bölgesinde artan bütün vakalar salgın anlamını taşır. Deprem bölgelerinde birçok hastalığın riski artıyor. Depremde bu kadar yıkılan bina olursa, alt yapıda bu kadar eksiklik olursa bunlar beklenen şeyler” dedi.
Depremin kış aylarında yaşanması nedeniyle daha çok solunum yoluyla bulaşan hastalıkların arttığını, menenjit, kızamık, suçiçeği, tüberküloz gibi hastalıkların da solunum yoluyla bulaştığını ve bunların artma riskinin olduğunu ifade eden Ceyhan, “Bakanlık ‘sayılarda bir artış yok’ dedi ama hepimiz gittik ve oraları gördük. O ortamda çadıra koyduğunuz sağlık görevlileri hasta bakarken normal bir hastanedeki gibi kayıtlar işlenmiyor. Vakaya bir tedavi önerip gönderiyorsunuz. Her kulak iltihabını, zatürreyi bakanlığın bilgisayar sistemine kaydetmiyorsunuz. O nedenle bakanlığın bile farkına varması çok zor” diye konuştu.
‘İNSANLARIN ÇADIR ORTAMINDAN KURTARILMALARI LAZIM’
Dışkıyla bulaşan hastalıkların söz konusu olduğunu, yaz aylarında bu hastalıklarda artış beklediklerini ifade eden Ceyhan, “Suriye’nin yıkılan bölgesinde kolera salgını oldu. Kanalizasyon boruları kırıldığı için içme sularına rahatlıkla karışıyor ve bu büyük risk oluşturuyor. Kış aylarında ishaller bekliyoruz ve onda da artış yaşandı. Tam rakamları konuşamıyoruz ancak kendi gözlemlerimizden, öğrencilerimizin bölgedeki aktarımından bunları ifade edebiliyoruz” dedi. Ceyhan sözlerini şöyle sürdürdü:
“Solunum yoluyla bulaşan hastalıkların artmasının nedeni özellikle insanların kapalı çadır, okul gibi yerlerde kalabalık bir şekilde bulunma zorunluluğu. Burada en acil yapılacak şey insanları aile bütünlüğünde izole edebilmek. Bu da ancak otellerde yurtlarda mümkün olabilir. Bu insanların bir an önce kalabalık çadır ortamından kurtulup daha sağlıklı yerlere yerleştirilmeleri lazım. Bir diğer risk de temas yoluyla bulaşan hastalıklar. İnsanlar banyo yapamıyor, temizliklerini sağlayamıyorlar. Seyyar tuvalet bile yapsanız büyük bir kesim tarafından kullanıldığı için birinde olan bir hastalığın diğer insanlara bulaşma riski çok yüksek. Temizlik için gerekli şartları sağlayamayınca uyuz, bitlenme gibi vakalar artıyor. Bunların hepsinde gözlemsel artışlar bildirildi.”
ASBEST RİSKİ
Deprem bölgesinde bir diğer risk ise enkaz kaldırma çalışmaları aşamasında açığa çıkan kimyasal maddeler. Özellikle uzmanların asbestli yapılara dair uyarıları kayda geçerken insanların yaşam alanlarının yakınına moloz dökme görüntüleri ve bunu engellemeye çalışanlara yönelik kolluk müdahalesi tepkilere neden oldu.
Asbestin solunduğu zaman akciğer zarında kanser riskini artırdığını belirten Ceyhan, “Deprem bölgesinde tehlike söz konusu. İnsanlar enkaz tozlarını soluduklarında risk açığa çıkabileceği kesin. İnsanların uzak tutulması lazım. Enkazların boşaltıldıkları yerler çadırların kurulduğu yerlere çok yakın. Bunun olmaması gerekiyor. Enkazların üstlerinin örtülmesi için gerekli tedbirlerin alınması lazım” ifadelerini kullandı.
ŞENOL: BELİRSİZLİK VAR VE RİSK SÜRÜYOR
Enfeksiyon Hastalıkları Uzmanı Prof. Dr. Esin Davutoğlu Şenol’a göre barınma sorunu, sürekli temiz şebeke suyu sağlanması sorunu ve tuvalet sorunu deprem bölgesinde çözülemedi. Sivil toplum kuruluşları ve gönüllüler nedeniyle deprem bölgesinde canlılık belirtileri devam ettiğini ifade eden Şenol, “Canlılık sürerken alt yapı yetersiz olduğu için olası salgınların başında ishal geliyor. Sürekli sağlık hizmeti sağlanamadığı için sadece ağızdan ağıza duyulan ‘salgın yok’ lafı var ama ishalli vakaların çokça yatışı oldu ve tespiti için uğraşıldı. Gönüllü arkadaşlarımız kolera salgını var mı diye baktılar. Kolera olsaydı patlayıcı bir salgın olurdu ama olmayacağı anlamına gelmiyor. Olup da çok belirgin hale geldiği zaman gecikilmiş olur” dedi.
Salgın verisinin yapılmadığını, taramaların uygulanamadığını ifade eden Şenol, “Merkezi sistemde görünen bir veri yok ve düzgün tarama yürütecek sağlık ekipleri ile sistemi yok. Bu nedenle belirsizlik var ve risk sürüyor. Sarılık, ishal, cilt yoluyla bulaşan uyuz gibi hastalıkların riski sürüyor. Özellikle yazın hareketlenmesi beklenen salgınlara bölgenin gebe olduğunu söyleyebiliriz. Salgın taramasıyla ilgili ne yapılıyor bu veriye ulaşmak gerekiyor ama kamuya açıklanan veri yok ‘Biz yapıyoruz siz işinize bakın’ dışında bir şey duymuyoruz” ifadelerini kullandı.
‘AKCİĞER BAŞTA OLMAK ÜZERE PEK ÇOK KANSERE GEBE SÜREÇ VAR’
Geçtiğimiz hafta deprem bölgesinde yer alan Antakya’ya bir çalışma kapsamında gittiğini belirterek bölgedeki enkaz nedeniyle açığa çıkan risklere dikkat çeken Şenol sözlerini şöyle sürdürdü:
“İki gün boyunca gözlerim, genzim, çok kısa süre merkezde kalmama rağmen tahriş oldu. O kadar yoğun bir moloz tozu var ki. Asbest ovalara ve insanların yaşam alanlarına dökülüyor ve çok kanserojen bir madde. Başta çocuklar olmak üzere o bölgedeki insanların geleceklerini riske sokuyor. ‘Radyasyonlu çay içtik ne oldu’ demek gibi bir şey. O olaydan sonra kanserler Türkiye’de patlama düzeyine geldi, şimdi de akciğer başta olmak üzere pek çok kansere gebe süreç var. Deprem bölgesindeki inisiyatifler bunu durdurmak isterken kolluk kuvvetleri tarafından şiddete uğruyorlar. Merkezde yarım saat durmak bile benim ciddi sorun yaşamama neden oldu. ‘İnsanlar bunun içinde nasıl duruyor’ dedirten moloz tozu soluyorsunuz.”
‘BULAŞICI HASTALIK RİSKİ HER ZAMAN VAR’
Türk Tabipleri Birliği (TTB) de depremin ilk gününden itibaren bölgede halk sağlığını riske sokan durumlara karşı çalışmalar yürütüyor. Sağlıklı gıda ve barınma koşullarının yaratılması için çağrılar yapan TTB’nin Halk Sağlığı Kolu Yürütme Kurulu Başkanı Gamze Varol’a göre depremden etkilenen kentlerin ve barınma alanlarının her birinin koşulları salgın riski için farklı bir durumda. Her ilin organizasyonu ve kurulan barınma yerlerinin farklılık gösterdiğini, salgın riskinin olduğunu ifade eden Varol, “Bu risk alt yapı sorunlarının çözülmesi ya da çözülmemesiyle bağlantılı. Depremin ikinci ayında sahada verilmesi gereken birinci basamak sağlık hizmetlerinin verilip verilmediği de salgın riskinin durumunu değiştiriyor” dedi.
Çadır kentlerin barınma koşullarının iyi olmadığını, konteynır alanlarının barınma koşullarının görece daha iyi olduğunu ifade eden Varol çok sayıda insanın ise sokaklarda kurduğu çadırlarda yaşadığını söyledi. Şiddetli yağmur nedeniyle de deprem bölgesinin olumsuz etkilendiğini ifade eden Varol, “İyileştirmelere rağmen pek çok insanın temel hak olan barınma hakkı, nitelikli beslenme hakkı ve temel sağlık erişimine ulaşması kısıtlı. Bunlar olmadan sağlıklı olabilmek mümkün değil. Tüm bunların ışığında salgın riski her zaman var” dedi. Varol sözlerini şöyle sürdürdü:
“İnsanlar ambalajlı su kullanmaya devam ediyorlar, şebeke suyu pek çok yerde veriliyor ama buna rağmen yağan şiddetli yağmurların etkisiyle içilmesi önerilmiyor. Depremin ikinci ayında hala içme suyu güvenli değil. Beslenme de kimi yerlerde düzenli sağlanamıyor. Bulaşıcı hastalık riski her zaman var. Uyuzun yaygın olduğunu biliyoruz. Havaların soğuk olduğu dönemlerde özellikle çocukluk çağında akut solunum yolu rahatsızlıklarını biliyoruz. Ama salgın anlamında şu an şu var diyemeyiz. Havaların ısınması ve ihtiyaç duyduğumuz sağlıklı suyun erişiminde sıkıntıların olması gelecekte kolera dahil çok sayıda ishalli hastalığın görülebileceğini bize düşündürüyor.”
‘MOLOZLARIN KAYNAĞINDA AYRIŞTIRILMASI GEREKİYOR’
Asbestle ilgili ulusal mevzuatın açık olduğunu, asbestli olduğu düşünülen evlerin materyallerinin ayrıştırılarak uzaklaştırılması gerektiğini ifade eden Varol, yıkımın boyutunun çok yüksek olduğunu söyledi. Ağır hasarlı binaların kontrollü şekilde yıkılması gerektiğini söyleyen Varol, bu binalar içerisindeki kimyasalların da tehlikeli olduğuna dikkat çekti. Enkazların mevzuatlara uygun kaldırılması gerektiğini söyleyen Varol, çok ciddi bir hastalık yüküyle karşı karşıya kalınabileceğini ifade ederek sözlerini şöyle sürdürdü:
“Asbestin havada ne kadar olduğu, insanların ne kadar maruz kaldığı, insanların yaşadığı yerlere ne kadar geçtiği bilinmiyor. Günü kurtaran politikalarla molozları uzaklaştırdık diye seviniyor olabiliriz ama gelecekte bunun görünmeyen bir sağlık yükü ve maliyeti olacak. Asbestin çok küçük bir miktarı bile bizim sağlığımızı olumsuz etkileyebilir. Asbest liflerini ne kadar soluyacaklarını ve ne kadar miktarda olduğunu bilemiyoruz. Molozların insan yerleşim yerlerinden uzak tutulması, kaynağında ayrıştırılması gerekiyor. Asbest ölçümü yapılıyorsa da bizimle paylaşılmıyor. Çevre ve Şehircilik Bakanlığı OHAL nedeniyle asbest araştırmaları, hava araştırmaları dahil bütün çevre araştırmalarını durdurdu. Ortamda bizim bunu ölçeceğimiz bir laboratuvar da yok çünkü bakanlığın izni yok. Dolayısıyla sorumluluklar kamunun. Kaygılarımız çok büyük. Kamunun yurttaşın kaygılarını giderecek bilgileri ivedilikle bizimle paylaşmasını bekliyoruz. Bilimsel araştırmaların yapılmasının önünü açacak birtakım mekanizmaların hayata geçirilmesini bekliyoruz.”