Depremde kimde toplanıyoruz!
İstanbul’da 470 “Geçici İskân Alanı” ve 562 “Birinci Derecede Acil Ulaşım Yolu” belirlenmişti. Bugün ise 470 afet toplanma alanından geriye 70 civarında alan kaldığı söylenmektedir. Bunların bir kısmının da özel mülkiyet olduğu düşünülürse durumun vahameti ortadadır. Peki ne oldu diğer alanlara?
Esin Köymen*
17 Ağustos 1999 Marmara depreminin üzerinden 20 yıl geçti. Peki o günden beri kentlerimiz depreme daha hazırlıklı hale getirilebildi mi; yoksa daha da kötü bir durumda mıyız? Asıl soru bu.
Depremden sonraki 20 yıl içinde olan bitene, kentleşme politikalarına, imar mevzuatında yapılan değişikliklere bakarak bu soruları yanıtlayabiliriz.
Diğer yandan deprem sonrası yaşananları, kurtarma çalışmalarını, sorumluları ya da sorumlu ilan edilenleri de unutmayalım.
Depremin hemen ardından sıkça konuşulan afet toplanma alanları da son derece önemli bir konu.
Sağlıklı ve planlı kentleşme politikalarına yapılan vurgu, kentlerin afetlere karşı hazırlıklı hale getirilebilmesi için toplanan vergiler vs.
Depremin ardından İstanbul’daki yapılarla ilgili pek çok konu gündeme geldi. Binaların yapımında kullanılan deniz kumu, inşaat demirlerinin özellikleri, vs.
Hayatını kaybeden vatandaşlarımız, yaralananlar, yakınlarını kaybedenlerin yaşadıkları psikolojik sorunlar ve elbette çocukların bu afetten nasıl etkilendikleri ortadayken, sorumlu olarak gösterilen teknik elemanlar ve bir de müteahhidin ismi kaldı aklımızda.
İstanbul ölçeğinde tüm bu veriler ışığında değerlendirmeleri yaparsak 1999 depreminden sonra, kentlerde deprem toplanma alanları ile afet anında ulaşımı sağlayacak güzergâhlar tespit edilmişti. Örneğin İstanbul’da 470 “Geçici İskân Alanı” ve 562 “Birinci Derecede Acil Ulaşım Yolu” belirlenmişti. Bugün ise 470 afet toplanma alanından geriye 70 civarında alan kaldığı söylenmektedir. Bunların bir kısmının da özel mülkiyet olduğu düşünülürse durumun vahameti ortadadır.
Peki ne oldu diğer alanlara?
Birkaç örnek verelim:
Torun Center, Anthill, Starcity Outlet Center, Zaman gazetesi binası, Ağaoğlu My City, Meydan AVM, Onaltı Dokuz, Ora AVM, Forum İstanbul, Kiptaş Ünalan, DAP Royal Center, TOKİ Avrupa Konutları, Capacity AVM, Çınar Olimpia Park Sitesi, Selenium Plaza gibi birçok yer acil eylem planında deprem toplanma alanı olarak açıklanmıştı.
İstanbul’da, afet toplanma alanlarını yapılaşmaya açarak tüketmek, olası bir deprem sonrasında ortaya çıkacak olumsuzlukların etkisinin çok daha fazla hissedilmesine sebep olacaktır.
Diğer yandan yaşanan ekonomik krizleri aşmanın yöntemi olarak sürekli teşvik edilen inşaat sektöründe, planlama ve hatta yapı denetim sisteminin bile sağlıklı işletilemediği bir gerçektir.
Sektörün önünde engel olarak görülen her türlü mevzuat büyük bir hızla değiştirilmiştir. Marmara kıyılarında büyük çaplı dolgu alanları yapılıp (Maltepe, Yenikapı) bu alanlar miting ve rekreasyon alanları olarak düzenlenmiştir. Depremden hemen sonra kentsel dönüşüm-kentsel yenileme alanları ve riskli alanlar olarak ilan edilen mahallelerde yapılan rant amaçlı projelerin sonucunda da bu bölgelerde yaşayanların pek çoğu yaşadıkları alanları terk etmek zorunda kalmışlardır.
Yani kent yoksulları kent merkezlerinin dışına itilmiş, rant değeri yüksek kentsel alanlar büyük ölçekli ve son derece lüks konut projelerine ayrılarak bu alanlara yakın yerlerde de AVM’ler kurulmuştur.
İmar mevzuatında yapılan sayısız değişiklik ve neredeyse kişiye özel hale getirilen parçacıl planlama yaklaşımları sonucunda gelinen durum, 20 yıl öncesine göre daha güvenli yaşam alanları yaratmamıştır.
Mayıs 2018 tarihinde imar kanununda yapılan bir değişiklikle getirilen “İmar Barışı/Affı” düzenlemesi de tüm bu olumsuzluklara bir yenisini daha eklemiştir.
Kaçak yapılara getirilen afla, SİT alanlarında, dere yataklarında, kamu arazileri üzerinde yapılan tüm kaçak yapılar Çevre ve Şehircilik Bakanlığı hesabına yatırılan bedeller sonucunda verilen belgelerle yasal hale getirilmiştir. Bu durum bir yandan kamusal alanların ve korunması gereken SİT alanlarının talan edilmesinin önünü açarken diğer yandan sağlam olup olmadığına bakılmaksızın tüm kaçak yapılara da yasal bir koruma getirmiştir.
6 Şubat’ta Kartal’da bir bina birden bire çökmüş 21 vatandaşımız hayatını kaybetmiş, 13 vatandaşımız da yaralanmıştı.
Çöken binada iki katın kaçak olduğu ve imar affından yararlandığı bilgisi sonucunda, imar affı süreci toplum tarafından da sorgulanmaya başlanmıştır.
Hatayı bireylere yıkarak hiçbir sorumluluk taşımayan yetkililer burada da ne yazık ki aynı şekilde davranmışlardır. 1992 yılında yapı ruhsatı aldığı ve ruhsatlı projesine aykırı olarak sonradan iki kat kaçak eklemeler yapıldığı bilinen yapının çökmesinin sorumluluğu, mimari proje müellifi ve teknik uygulama sorumlusu olan teknik elemanlara yüklenmiştir.
Ne kaçak katların yapımına göz yuman dönemin belediye yetkilileri ne de imar affı düzenlemesiyle tüm bu kaçak yapıları yasal hale getiren bakanlık yetkilileri bu konuda bir sorumluluk üstlendiler.
Peki neler yapmalıyız?
Jeolojik koşulları, aşırı nüfusu, yapı stoku, dolgu alanları, dere yataklarının yerleşime açılması, hızlı ve çarpık kentleşmesi İstanbul’u deprem ve diğer afetler konusunda büyük bir risk altına sokmaktadır.
İstanbul’daki kontrolsüz nüfus artışı ve plansız kentleşme kontrol altına alınmalıdır.
Öncelikle daha fazla can kaybına yol açmadan imar affı düzenlemesi iptal edilmelidir.
İstanbul’daki yapı stoku vakit kaybetmeden gözden geçirilmeli, yıkılma tehlikesi olanlar yıkılmalı, güçlendirilerek kullanımına devam edilebilecek yapılar güçlendirilmelidir.
Bilimsel veriler ışığında; tarihi ve kültürel değerlerimizi koruyan, çevreye duyarlı, yaşanılabilir bir kent için deprem ve diğer doğal afetlerin yol açacağı sonuçlara karşı mevzuat tamamlanmalı, denetim, gözetim ve uygulama sisteminin, taşıdığı sorumluluğu yerine getirmesi sağlanmalıdır.
*TMMOB Mimarlar Odası İstanbul Büyükkent Şubesi Yönetim Kurulu Başkanı