“Bakkaal! ” diye sesleniyor penceredeki kadın.
“Efendim?”
“Neskafe’nin tanesi 1 lira mı oldu? Bu neyin zammı, sen de az
değilsin…”
Bakkal yavaşça az önce servis yaptığı pencereye yanaşıyor ve
mırıltılı uzun bir sohbete girişiyorlar.
Mahallenin bütün sitemi bakkala. Başka kime erecek zaten
sesimiz. Her yerde fiyat artışlarının yoksullaşmayı, sıkıntıyı ve
belirsiz bir geleceği haber veren korkulu gölgesi gezinirken herkes
tedirgin. ‘Zam’ sözcüğü, mazimizdeki korkulu bir cin gibi hortladı.
Yıllar sonra tekrar gündelik hayatın baş köşesine yerleşti. Uzun
bir aradan sonra tekrar sohbetlerin baş konusu olmanın keyfini
sürüyor.
Döviz kurunun roket gibi fırladığı günlerden birinin gecesinde,
kapanma saatine doğru girdim ben de bakkala. Bir damacana su alıp
çıkacaktım. Baktım ki yakın gözlükleri burnunun üstüne düşmüş,
eğilmiş dikkatlice bir şeridin üstündeki küçük sarı etiketlere
tükenmez kalemle yeni fiyatları yazıyor. “Ne yapıyorsun sen?”
deyiverdim, sanki bakkalı suçüstü yakalamış acar bir mahalleli
tavrıyla. Bu baskıdan bunalmış olmalı ki hemen patladı, “Daha az
önce gitti toptancı. 5 liraya sattığım salçayı 7.5’a alıp da
koyamadım rafa. Bak o raftaki makarnadan bulgura hepsinin fiyatı
arttı. Zamları ben mi yapıyorum?” diye makine gibi saydırmaya
başladı. Sonra birlikte dolara, siyasetçilere söylenip vatandaşın
haline hayıflandık- sanki o vatandaş bizden başka birileriymiş
gibi…
Elektrik, doğalgaz, akaryakıt ve doların fiyatı artar da peynir,
kahve, bilgisayar, kitap, mobilya ve tüm diğer şeyler durur mu?
‘Durmaz’. Esnaf, sanayici, iş adamı herkes ekonominin yeni durumuna
göre pozisyon alırken nedense bir tek sabit geliri olan, maaşlı
çalışanlar için her şey aynen öylece ‘durur’.
80’lerin yüksek enflasyon ortamında her şey gibi Gırgır
dergisinin de fiyatı ha bire artardı. Onlar da bu zamları ülkeyi
yönetenler, özellikle de Başbakan Turgut Özal yüzünden yaptıklarını
anlatmanın yolunu, Turgut Özal’ı para birimine dönüştürmekte
bulmuşlardı. Fiyatı bölümünde ‘5 turgut’ yazar, yanında beş adet
Turgut Özal kafası yer alır, derginin altında da küçük bir not,
“Bir turgut, 10 lira” diyerek ödenmesi gereken parayı belirtirdi.
Zamanla madeni paralar gibi yuvarlanan Turgut Özal kafaları,
derginin bütün çevresini kuşatmış, fiyatı da o zamanın parasıyla
300, 400 TL’leri bulmuştu.
Bu Turgut Özal ya da ondan önce Süleyman Demirel ya da hepsinden
sonra mesela Tansu Çiller için üretilen sayısız zam ve pahalılık
esprisinin en zekice olanlarından biriydi. Hepsi gibi son derece
eleştirel, hepsi gibi insanların en temel dertlerine, meselelerine
dokunan karikatürler, yazılar, parodiler.
Türkiye’nin yüksek enflasyonla yaşadığı bütün o 80’li ve 90’lı
yıllar boyunca sıradan insanların en önemli gündemi fiyat
artışları, yani zamlardı. Ücretler asla artmaz, memur maaşlarına
her daim enflasyonun atında zam yapılır, ama çarşı pazar sürekli
bir hareketlilik içinde arkasından yetişilmeyen fiyat artışlarıyla
koşar giderdi.
Biliyorum ki Gırgır, Fırt arşivine girsem sayısız birbirinden
acımasız zam karikatürü bulacağım. Çizerlerin ve köşe yazarlarının
en gözde konusuydu zamlar. Döviz kuru hareketliliği öylesine
kaçınılmaz bir şeydi ki ay başında öğrenci harçlığını alan bir
arkadaşım hemen dolara çevirir, ay sonuna kadar o parayı bozdura
bozdura bitirirken bile mutlaka üç beş kuruş kar eder, bu
uyanıklığıyla gurur duyardı.
Sanki o eski zamlara ve zamanlara dönüyor gibiyiz. AK Parti’ye
sarsılmaz siyasi gücünü kazandıran ekonomik istikrarı kaybettiğimiz
şu günlerde, Turgut Özal’ın tabiriyle orta direğin yoksullaşma
endişesi gündelik sohbetlerin başlıca konusu oldu. Ama eski
zamanlardaki gibi popülerleşemiyor. Gündelik sohbetlerden ulusal
gündemde tatmin edici bir yer edinemiyor. Evet ne o eski
karikatürler, ne televizyon skeçleri ne de köşe yazıları var. Çünkü
ne mizah dergileri ne o televizyonlar ve gazeteler… hiçbiri yok.
Belki biraz sosyal medya…
İşte bu nedenle şimdilik derdimizi bakkala anlatıyoruz.