Dervişoğlu: Market kuyrukları Sovyetler Birliği, sokaklar Ortadoğu, yollar Latin Amerika

Yargıda yaşanan tartışmaları değerlendiren ve iktidarın ekonomi politikalarını eleştiren Dervişoğlu, "Market kuyrukları Sovyetler Birliği, sokaklar Ortadoğu, yollar Latin Amerika" dedi.

Abone ol

DUVAR - İYİ Parti Genel Başkanı Müsavat Dervişoğlu partisinin Grup Toplantısı'nda gündeme ilişkin açıklamalarda bulundu.

Yargıda yaşanan tartışmaları değerlendiren ve iktidarın ekonomi politikalarını eleştiren Dervişoğlu, "Market kuyrukları Sovyetler Birliği, sokaklar Ortadoğu, yollar Latin Amerika" dedi.

Dervişoğlu'nun açıklamasından başlıklar şöyle:

REİSİ İÇİN BAŞSAĞLIĞI: "Öncelikle bilinen haliyle talihsiz bir helikopter kazasında hayatlarını kaybeden İran Cumhurbaşkanı İbrahim Reisi’ye ve refakatindeki devlet ricaline, Yüce Allah’tan rahmet, İran halkına da sabır ve başsağlığı dilerim. Bu olay herhangi bir Avrupa ülkesinde yaşansaydı hiç şüphe yok ki, olduğu gibi kabullenilir, spekülasyonların konusu olmazdı. Ama takdir edersiniz ki; yaşadığımız coğrafyanın jeopolitiğinden kaynaklı riskler ve emperyalist güçlerin bölgemizde sahneye koymak istediği oyunların çeşitliliği münasebetiyle rivayetler pek tabiidir ki muhtelif olacaktır. Türlü türlü senaryolar anlatılacak, suikast veya saldırı ihtimalinden bahsedilecek, bölge devletlerinin stratejileriyle ilişkilendirilecek, İran’ın iç dengeleri bahse konu edilecek, emperyal güçlerin plan ve hesapları tartışılacak, tamamı kabul ya da ret edilemeyen komplo teorileri üretilecektir. İşin ilginç yanı ortaya atılan bu iddialar, geliştirilen teoriler, bölgemize yakışacak ve yabancı düşmeyecektir. Çünkü bu bereketli coğrafya, asırlardır büyük oyunların oynandığı ve üzerinde yaşayan milletlerin bir türlü huzur bulamadığı bir satranç tahtasına dönüştürülmüştür. Emperyalist devletlerin kıymetli taş, vatanlarını kader belleyenlerin ise piyon sayılacağı bir büyük oyun planlanmıştır.

Ancak yaşanan her olay göstermiştir ki; bölgenin yegane sigortası Büyük Türk Milleti ve onun kurduğu Büyük Türkiye Cumhuriyetidir. Türkiye, kendi güvenliği ve bekası münasebetiyle, ilgi alanına giren coğrafya üzerindeki tüm gelişmelere özenle yaklaşmalı, sorunları toptancı bir tarih şuuruyla kavramalı, kendisine yakışan bir devlet aklıyla hareket etmelidir. Üzerimizde gözü olanların bu topraklarda güçlü bir Türkiye’ye tahammül gösteremeyeceklerini biliyoruz. Ancak, onlar ne yaparlarsa yapsınlar ve hangi melun planları devreye sokarlarsa soksunlar, Türk milleti tarihin kendisine yüklediği misyona sırtını dönmeyecek, şah olması icap eden coğrafyada, piyon olmaya asla rıza göstermeyecektir. Aksi hayaller kuranlara tavsiyem, tarihimizin altın sayfalarını gözden geçirmeleridir.

VATAN DA BEKA DA ADALETTİR: Aslına bakarsanız, parlamenter sistemdeki ısrarımız, Mustafa Kemal Atatürk’ün ısrarıdır.
Milli Devletteki inadımız da, Mustafa Kemal Atatürk’ün inadıdır. İşte biz o yüzden, Milli Hakimiyet, Milli Meclis, Milli Devlet diyoruz. Mustafa Kemal Atatürk, devletin vatandaşa karşı mecburi vazifelerini sıralarken, “Memleket içinde asayişi ve adaleti tesis ve idame ederek… vatandaşların her nevi hürriyetini korumuş bulundurmak” demiştir. Biz de bugün
devlet adaletle kaimdir diyoruz. Çünkü 105 yıl sonra, geldiğimiz noktada vatan da, beka da artık adalettir.

TEK ADAM SİSTEMİNDEN BERİ ADALETTEN YOKSUNUZ: Şimdi dönüp bir bakalım; adalet sistemini, adalet duygumuzla hak ve hürriyetlerimizi, hakkaniyet duygusuyla, Türkiye Cumhuriyeti vatandaşlığımızı, o kimliğe sahip olmanın verdiği gurur ve mutlulukla birlikte adım adım erozyona uğrattıktan sonra bu tek adam sistemini getirdiler. İşte bu sistemdir, adaleti mülkün temeli olmaktan çıkartan. İşte bu sistemdir, devleti milletten koparıp mülk sahiplerinin malı yapan. Ve biz, o günden beridir her işte adaletten yoksunuz, her işte hakkaniyetten, hukuktan yoksunuz. Can, mal, namus güvenliğinden yoksunuz. Tanzimattan bugüne, 150 yıllık medeniyet kavgamızdan geriye düşmek bu iktidara nasip olmuştur. Dilde, fikirde ve işte birlik diyen bizler için hukukta birlik olmak da amaçtı. Bugün hiçbir yargı kararı yok ki, bir haksızlığı giderebilsin birinin yüreğine su serpebilsin. Hiçbir mahkeme salonu yok ki, gerçek suçlular gerçek suçlarından cezalandırılsın. Hiçbir hukuk yok ki, kanuna karşı gelene kanunla karşı konulsun. 

Artık iş öyle bir yere vardı ki bu kara düzenden kendileri bile şikayet ediyorlar. Evet, iktidardan bahsediyorum. Olanlara darbe diyor, operasyon diyorlar. İktidar, adeta kendini yemeye çalışan bir yılan misali kuyruğuyla savaşıyor. Kendi geçmişini unutan bir meczup gibi, aynada gördüğü suretine terörist diyor. Albümde gördüğü fotoğrafına darbeci, FETÖ’cü diyor. Vesayet vesvesine sığınarak millete operasyon çekiyor. Unutmadık elbet. Her darbe bir vesayet kattı hayatımıza. 60’ta, 70’de 80’de ve 28 Şubat’ta… Sonra ne oldu? 2005 yılında vesayetten doğanlar, FETÖ vesayetini armağan ettiler Türkiye’ye. Çıkarları çatışınca,  17/25 Aralık’tan sonra; FETÖ ile sözde mücadele edenlerin vesayeti başladı. 15 Temmuz’da, hain darbe girişimi sonrası ise Olağanüstü Hal vesayetiyle tanıştık. Son olarak, 24 Haziran 2018’de, Cumhurbaşkanlığı Hükümet Sisteminin yarattığı tek adam vesayeti çöktü tüm kasvetiyle üzerimize.

Daha kötüsü ise, her vesayet döneminin muktedirlerine göre karar veren Türk yargısının durumu idi. 1960’ta, oy sandığını idam sehpasına çeviren aynı yargıydı. Bir başbakan ve iki bakan asmanın tarihi kara lekesini hiç umursamadı. 1980’de her renkten kalemi, eşitlik ilkesi gereğince umarsızca kıran, yine yargıydı. Ve duymadı hücrelerde ve zindanlarda yapılan işkencelerin çığlıklarını. 28 Şubat zulmünde, muktedirleri memnun, milleti mağdur eden ve o haklı mağduriyetten insafsızca nemalananları abat eden yine o yargıydı. Şerefli Türk ordusuna kurulan şerefsiz kumpaslarda yalanları, doğruların üzerine boca ettiren yine aynı yargı idi. Ve Türk devletinin harem-i ismetine giren düşman askerinden bile düşmanca
devlet sırlarını yağmalayan da yine o idi. FETÖ ile sözde mücadele edenlerin, senin FETÖcün, benim FETÖcüm borsasında yatırımı muktedirlere yapan yine yargı idi.  OHAL’de ise önce yaşları kurutup, sonra hepsini ateşe verdi.

SİNAN ATEŞ CİNAYETİNDE İDDİANAME YERİNE HATIR SENEDİ YAZILDI: Tek adam sisteminde; Sinan Ateş’in kanıyla iddianame yerine hatır senedi yazan da o senedi cirolayan da yine yargı idi. Türk milleti adına diye başlayan kararlar, çok uzun zamandır muktedirlerin takdirlerine, cemaat ve tarikatların dualarına hasredilir oldu. Kolluk kuvvetini saran şimdilik isimlendirilmemiş örgütler ve hukuk sistemini kuşatan, Sevr misali bölüşmüş ideolojik gruplar derken mahkemelere, yargıya, adalete, artık kim güvenebiliyor ki? Kendisine yapılan haksızlığa karşı güvenle ve inançla 'Ankara’da hakimleri var diyerek' kim kendini teskin edebiliyor? Hangimiz karakoldan aranınca, adliyeden tebligat gelince, gönül rahatlığıyla, yaptığından ve yapmadığından emin olarak oralara gidebiliyor ki? Çok yakın zamandan bir örnek olarak, Ankara Organize Suçlar Müdürü Savcılığa gidip ifade vermek istiyor, savcı, ifade vermeye gelene gözaltı kararı çıkartıyor. Emniyete güvenmeyip 
Jandarmaya aldırıyor, Jandarma alıp İstihbarat Teşkilatına götürüyor. İl Emniyet Müdür Yardımcısı ve beraberindekiler tutuklanıyor. Hiçbir şey olmasa bile belli ki bir şeyler oluyor.

KOBANÊ DAVASI AÇIKLAMASI: 6-7-8 Ekim’de, 2 polisimizin şehit olduğu, 35 vatandaşımız hayatını kaybettiği, 326’sı güvenlik güçlerimiz olmak üzere 761 kişinin yaralandığı, 197 okul, 269 kamu binasının tahrip edildiği, 1731 ev ve işyerinin yağmalandığı, 1230 aracın zarar gördüğü olaylar, 2014’te yaşandı iddianamesi, 6 yıl sonra yazıldı. Davası ise 7 yıl sonra açıldı. Gecikmenin sebebi ayrıntıda gizlidir. Zira, açılım sürecinin tarafları hatırlatılmasını sevmezler ama ben unutturmayacağım, o ağalar Dolmabahçe’de, 6-7-8 Ekim’den 4 ay sonra 28 Şubat 2015’te buluşup sonrasında da Barış bildirisi okudular. Yani sanıklar ve iktidarın siyasi temsilcileri, önce uzlaşmaya oturdular, sonra bozuştular. Mahkemenin gerekçeli kararını merakla bekliyoruz. Ülkemizi ateşe çevirmek isteyenlere verilen cezaları ayrıca değerlendireceğiz. Ama onlarla Dolmabahçe’de pazarlık edenleri de, asla unutmayacağız.

Bir yandan mafya operasyonları derken, bir yandan 6-7-8 Ekim davası sonuçlandı. Bir yandan gezi davaları derken bir yandan 28 Şubat afları gerçekleşti. Yasamanın fonksiyonlarını, yürütmenin hafızasını, yargının geleneklerini, adaletin akıl ve ahlakını, hunharca ve taammüden yok eden bu sistem ve sahipleri, aynı haber bültenlerinde, aynı haber manşetlerinde poz verdiler. Birileri takke alırken birilerinin külah verdiği bu simsar sahnesinde hikaye hep üstünlerin hukukunu anlatır. Yönetmense hep muktedirlerin koltuğundadır. Bu hikayede, 'laiklik elden gidiyor' diye laiklik tarumar edilir. 'Sorunları çözeceğiz' diye milletin birliği çözülebilir. 'Yeter artık' diyenlerin sözü, 'Yetmez ama evet' manşetiyle görülebilir. Ama hakkı istiklal olan bu millete, hiçbir zaman o hak reva görülmez.

Başka bir sorumlu aramaya hiç gerek yok. Yeni bir şey lazımsa Türkiye’ye, eğer değişecek bir şey varsa, o da bu hilkat garibesi sistemdir. Bu yüzden önerimizi ortaya koyduk. Gelin,
erkleri birbirine karıştıran, ülkeyi tek adamın hırslarına ve hevesleri terk eden bu ucube sistemden kurtulmanın yollarını arayalım. Kuvvetler ayrılığı tam olarak sağlandığı, hukuk devletinin gereklerinin tamamlandığı, demokratik devlet olma şartlarının taşındığı, sosyal devletin vatandaşına gerçekten göz kulak olduğu, insan hak ve hürriyetlerine dayanan bir devleti ortaya çıkartmak için el ele verelim.

EN DÜŞÜK EMEKLİ MAAŞINI ASGARİ ÜCRETİN ÜZERİNE ÇIKARIN: Önce yumuşama ve normalleşme, sonra, içeriği belli olmayan 'Yeni Anayasa', daha sonra da etki ajanı tartışmaları ve ekonomik felaketleri konuşulmaz kılma tiyatroları. Adalet terazisini hurda demir fiyatıyla görenler, Türk milletine pul kadar bile değer biçmiyor. Nereden mi biliyoruz? Emeklilerin feryatlarını duymayıp, 'KYK yurtlarında 1 ay tatil' teklif edenlerden. Herkesi emekli ederken ekmeğe muhtaç etmekten hicap duymuyorlar ama kendileri ne emekliliği ne de emeklinin yaşadıklarını elbette düşünmüyorlar. Ülkemizde şu anda yaklaşık 16 milyon emekli vatandaşımız vardır. Çaresizliğinizden milyonlarca emeklinin en düşük maaşını ancak 10 bin lira yapabildiniz. Bakan Işıkhan ise düşünmüş, taşınmış, bu konuya bir çare bulmuş: 'Emekli Kart' Ne sağlıyormuş bu kart? Kamuya ait misafirhane, öğretmenevi, sosyal tesis ve konuk evlerinde yüzde 15 indirim. PTT’de özel emekli paketi ve indirimler. Ama bir şey daha varmış, KYK yurtlarından uygun zamanlarda, 1 ay ücretsiz yararlanma hakkı. O yurtları depremzedelere açmak için 40 takla attıkları zaman hatırlamışlardı, ki o zaman bile nazlanmışlardı. O yurtları bugün ise emeklilere bedava tatil planı ile hatırladılar. Sağ olsunlar, yine büyük bir vizyon. Yaz tatillerinde, 1 aylığına emeklilerimize açacaklarını söyledikleri yurtlardan Antalya’da 7, Aydın’da 8 ve Muğla’da 4 tane var. Yaklaşık 3800 kişilik de kapasitesi var. 16 milyon emekli olduğuna göre, 1403 emekliden 1 tanesi o yurtlarda 1 gün kalabilir. Emekli vatandaşlarımızın dertlerini bir nebze olsun çözecekseniz en düşük emekli maaşını 21 sene önceki haline getirin ve asgari ücretin üstüne çıkarın.

Sanılmasın ki sadece organize suç var. Sanılmasın ki sadece mafya-devlet ilişkisi var. Dillerine pelesenk ettikleri 'Türkiye Yüzyılı'nda; market kuyrukları Sovyetler Birliği, sokaklar Ortadoğu, yollar Latin Amerika. İşte Tayyip Erdoğan Türkiye’si. Gazetelerde koskoca bir üçüncü sayfa haberi. Sınır güvenliği ile ilgisi olmayan iktidarın sokak güvenliğiyle de ilgisi yok. Artık büyükşehirlerin bazı yerlerinde suç gettoları oluşmuş haldedir. Yargıda reform nidaları atanlar güvenlik birimlerimize yardımcı olmanızın bir yolu da infaz düzenlemelerini gözden geçirmektir. Katili, caniyi, gözü dönmüş, ıslah olmamışları
Sokaklara salmamaktır.

Bu memleket, siyasileşmiş cemaatlerin, mafyalaşmış siyasetçilerin ve siyasallaşmış mafyaların devlet içindeki güç mücadelesinden bıkmıştır. Bu millet artık, iktidarın zaaflarından beslenen karanlık güç odaklarından yorulmuştur."

(HABER MERKEZİ)