Avrupa Ligi kuraları çekildiğinde Belçika ve Türkiye temsilcileri arasında oynanacak maçların ülke puanı açısından önemine vurgu yapmıştım. Ülke puanı sıralamasında dip dibe olunan Belçika'nın önünde yer alabilmek için Akhisar'ın Standart Liege ile, Fenerbahçe'nin Anderlecht ile, Beşiktaş'ın da Genk ile oynadığı maçlarda alınan kötü sonuçlar gruptan çıkmak açısından ağır darbeler olarak görülmemeli. Veya alelade sıradan yenilgiler de değiller. Hatta sadece ülke puanı toplama konusunda geri kalınacağı açısından da değerlendirmemeli. Mevzu daha büyük, mevzu daha derin. Hızlıca irtifa kaybediyoruz.
Kulüplerin borçları değil ama kadroların değerleri karşılaştırıldığında arada uçurum olmadığı görülüyor. Beşiktaş ve Fenerbahçe'nin kadro değerleri 15-20 milyon euro daha fazla gruplarındaki Belçika temsilcilerinden. Akhisar'ın kadrosunun maddi değeri ise genel olarak Avrupa Ligi'nin en düşüklerinden. Buradan çıkarılacak sonuç açık ki parayla saadet de olmuyor, 3 puan da satın alınmıyor. Bu durum aslında yıllardır böyle. Galatasaray'ın Tromso faciası da, Fenerbahçe'nin Vardar faciası da, Beşiktaş'ın az kalsın Linz takımına eleniyor olması da parayla saadet olduğuna gelen inançtan kaynaklanıyor. Olmuyor, olamıyor. Çünkü ne diyor Özkan Uğur şarkısında, “Kopuktu kopuktu zincir, olduramadım! Ne yaptım ne ettimse, olduramadım!”
Zincirin koptuğu yere dönüp bakmak gerekli evvela. Ya da iki parçayı birbirine bağlayacak kayıp parçaya. O parçanın adı ise belli: Vizyon. Fenerbahçe ve Beşiktaş maçlarının ardından konuşulan en çok şey, Anderlecht'te oynayan Bakkali ve Genk'te oynayan Samatta'nın maliyetleri oldu. Türkiye temsilcilerinin benzer yaştaki futbolculara verdiği paraların ne kadar yüksek olduğu ile karşılaştırıldı. Türkiye'deki takımların neden Tanzanya'da oynayan bu genç yeteneği keşfedemediği üzerine tartışıldı ve buna hayret edildi. Buna 20 yıldır hayret edilmesi daha hayret edilesi. 20 yıldır bu konuda bir tane bir şey bile öğrenilememiş demek ki. Ayağının dibine gelen, 20 Yaş Altı Dünya Kupası'nda yer alan geleceğin dünya yıldızları arasından akılda kalan sadece Iraklı Ali Adnan ve Nijeryalı Aminu Umar ve Mısırlı Trezeguet transferleri oldu. (Portekizli Bruma'yı milyon eurolara kadroya katmayı aynı kategoriye koyamayacağım.) Ayağının dibine kadar gelen transferlere burun kıvıran büyükler ya da büyük takımların taraftarları bugün “Biz neden bu oyuncuları bulamıyoruz, kadromuzda yer vermiyoruz” diyerek hayıflanıyor. Hayıflanmak yerine makarayı biraz geriye sarıp Fenerbahçe'ye 4 atan Dinamo Zagreb takımında yer alan ve 4-1'lik maçta 2 golde imzası bulunan İzet Hajrovic'in eskiden Galatasaray'da oynadığını ve arkasına adeta teneke kutular takılarak gönderildiğini hatırlayın. Hajrovic'e ve transfer sürecinde ödenen ücretler şu anda sarı kırmızılı takımın ekonomik açından bulunduğu zorlu durumun en önemli gerekçelerinden. Benzer hamleleri Fenerbahçe ve Beşiktaş'ta yaptı zamanında. Beşiktaş'ın Matej Mitrovic transferi de yakın örnekler arasına girer.
Aslında bir potansiyel var yani bu kulüplerimizde. Fakat kopuk olan o zincirin halkasını, vizyonu bulup ona sıkı sıkıya bağlanmak gerek. Futbolcu bulmak ya da parayı basıp en iyi futbolcuyu satın almak sadece yeterli olmuyor özetle. Önce Tanzanya'ya gidecek vizyona sahip olmak, tabii ki bunun için Tanzanya'nın haritadaki yerini bilmek, sonra sabırla oradan çıkacak Samatta ve gibilerini bulmak sonra da onları iyi çalıştıracak, potansiyellerine ulaşmaları için çalıştıracak antrenörler yetiştirmek gerek. Bunlar yapılmadığı sürece, her mağlubiyette bir kelle istedikçe, kendini dev aynasında gördükçe, her sene Samatta'lara, Bakkali'lere bakıp hayıflanmaya devam da edilir, ülke puanı sıralamasında rakip ülkelerin gerisinde de kalınır. Ha bir de altyapıdan futbolcu yetiştirmek mevzusu var ki o da başka derin bir konu.