DEVA Partisi Diyarbakır İl Başkanı Ülsen: Kürt meselesi hakkaniyet temelinde çözülür
Ali Babacan öncülüğünde kurulan DEVA Partisi’nin bölgedeki örgütlenme çalışmaları devam ediyor. Partinin Diyarbakır Kurucu İl Başkanı Cihan Ülsen, yoğun bir ilgiyle karşılaştıklarını belirterek, Kürt sorununun çözümü için, “DEVA Partisi Kürt meselesini hal ve çözümü için, güven temelinde siyasi kanalları açık tutarak, her türlü talebin rahatlıkla tartışılacağı demokratik zemini inşa ederek, özgürlük alanlarını genişleterek ve hukuku tahkim ederek adım atılmasını öncelemektedir” dedi.
DİYARBAKIR - Eski Ekonomiden Sorumlu Devlet Bakanı Ali Babacan’ın öncülüğünde kuruluşunu ilan eden Demokrasi ve Atılım Partisi (DEVA), bölge illerinde örgütlenme çalışmalarını sürdürüyor. Diyarbakır, Mardin, Şırnak gibi illerde yüzlerce kişi partinin il yönetiminde yer almak için başvuruda bulundu. Parti kurucuları bölgede ciddi bir mesai yaptı, nabız yokladı ve il yönetiminde bulunmayı talep edenlerle mülakat gerçekleştirdi.
Diyarbakır’da da ilgi vardı DEVA Partisi’ne. Siyasette adı bilinen insanlar da vardı il yönetiminde bulunmak isteyenler arasında ama en azından benim çok şaşırdığım bir isim, Cihan Ülsen Kurucu İl Başkanı olarak seçildi.
Cihan Ülsen’i bir dönem Mazlumder, Diyarbakır Barosu ve Tahir Elçi İnsan Hakları Vakfı gibi çeşitli STK’larda görev alan, insan hakları alanında çalışmalara katılan avukat olarak tanıyordum. Bunların yanı sıra “Kendinden Başka Herkes” adlı şiir kitabı ve Yokuş Yol’a adlı derginin Genel Yayın Yönetmeni olarak tanıyordum.
İnsan hakları savunucusu avukatların siyasete atılmasına alışığız da bir şairin siyasi bir partinin il başkanlığı görevini üstlenmesi pek görülmüş bir durum değil. Cihan Ülsen’in DEVA Partisi Kurucu İl Başkanlığı görevine getirilmesine şaşırmam daha çok bu nedenle oldu.
İlçe teşkilatlarının oluşturulması çalışmalarını sürdüren Cihan Ülsen’le bölgenin temel sorunlarının yanı sıra DEVA Partisi’ni konuştuk:
SİYASETTEN UZAK DURAMADIM
Sizden yeni bir şiir kitabı beklerken DEVA Partisi Diyarbakır kurucu il başkanı seçildiğinizi öğrendik. Aktif siyaset yapmak hep var mıydı aklınızda/gönlünüzde?
Şiirin bende, var olandan kaçış ve var olanı dönüştürme gibi iki anlamda karşılığı var. Yazarken, kendinden uzaklaştıkça varlığı harekete geçiren bir eylemin ayak sesi oluyor şiir, diğer taraftan da tekamül ettirerek, ruhuma yenilenmiş bir geri dönüş sağlıyor. Bu açıdan dönüştürücü bir etkisi var şiirin. Hakikat adına tartışmalı bir dokunuş bırakıyor şiir. Hülasa şiir benim için müdahale ve tanıklıkla eşdeğer oldu hep.
Tartışmalı dokunuş bırakmak hayatın bir çok alanında aslında bir ihtiyaç da . Bu anlamda, yeni bir şiir kitabı yazmakla aktif bir şekilde siyaset yapmak ilk bakışta birbirinden farklı mecralarmış gibi görünse de çok da ayrı değil benim açımdan. Şiir benim hayata karşı bir müdahale biçimim. Müdahale ederken hem kendini hem de hayatı dönüştürmeye yarayan bir tavır bu. Siyasetin de benzer iddiaları olduğunu düşünüyorum. Geçmiş siyasi tecrübelerden kaynaklı herkesin asgari olarak siyasete karşı genellikle olumsuz bir tavrı olmuştur. Ama bu olumsuz tavır bir kaide değil, olmamalıdır da. Zira kaide buysa yazan ve yazmanın haysiyetine inanan biri olarak bu alana dair söyleyebileceklerimi, yapabileceklerimi ortaya koymam gerektiğini düşünüyorum.
'Aktif siyaset yapmak var mıydı aklımda?' sorusu nerden cevap versem eksik kalacak bir soru. Ama şunu söyleyebilirim, hem sivil toplum çalışmaları hem de mesleki açıdan avukatlık aktif siyasete birçok açıdan yakın duruyor. Gönlümde yoktu ama uğraştığımız meseleler noktasında aklımın gidip geldiği bir şeydi, ben de uzak duramadım.
İl Başkanlığı görevi çok yeni. Yine de siyasetin hayatınızı nasıl değiştirdiğini sormak isterim..
Yeni tecrübeler her daim sancılıdır. Bu sancı biraz şaşkınlıkla eşlik ediyor bana. Ama şunu bütün içtenliğimle ifade edeyim ki, siyaset hakikate ulaşmamda bir tecrübe, önemli bir adımdır. Siyaset hayatımda bir değişiklik meydana getirmedi ama hayatımı hızlandırdığı aşikar. Bu hıza sivil toplum çalışmalarından ve mesleğim açısından aşinayım aslında. Yine de siyasetin içinde olmak, daha önce farkında olmadığım birçok farklı vaziyet ve denklemi görmemi, bunların farkında olmamı sağladı. Tecrübe açısından bakıldığında siyaset yapmamış biri olarak bu deneyimin bana yepyeni ve hayatı hızlandırması açısından baş döndürücü bir kapı araladığını söyleyebilirim.
Sivil toplum örgütleri içinde çalışmalar yürütüyordunuz. Sivil toplum örgütlerinin çalışma koşulları nedir? Siyasete atılmanızın nedenlerinden biri, bu alandaki çalışmaları yetersiz bulmakla ilgili olabilir mi?
Sivil toplum kuruluşlarına ait çalışmaların yetersizliğinden bahsedemem, böyle bir değerlendirme haksızlık olur. Sivil toplum alanının etkisi ve işlevi üzerinden bir okuma yapmak bana daha doğru geliyor. Türkiye’de, özellikle de bölgemizde sivil toplum kuruluşları ve bu kuruluşların ortaya koydukları çalışmalar çok kıymetli, bu tip yapıları çok katı bir tanımla sınırlandırmamak kaydıyla, özünde var olan problemlerin tespitini yapar, buna dair çözüm önerileri ortaya koyarlar. Özellikle hak örgütlenmelerinin özünde bu tavır vardır. Yani var olanı değiştirip dönüştürmekten çok gündem oluşturup karar vericilerin dikkatini çekmek üzerine kurarlar çalışmalarını. Uzun zamandır sivil toplum kuruluşlarının ortaya koyduğu bu çalışma ve gayretler görmezden geliniyor. Tam burada bu organizasyonların önünü açacak, insanların sivil deneyime dair teveccühü artıracak bir siyasete ihtiyaç var. Bu noktada şunu da belirteyim; hak ve özgürlüklerde yaşanan tıkanmalar siyasete girmemin önemli nedenlerinden biridir.
SİYASİ ETİK YASASI ÇIKARILABİLİR
Türkiye’de siyaset yapma biçimleriyle ilgili ne düşünüyorsunuz?
Verili siyaset yapma biçimlerine ilişkin benim de temel itirazlarım oldu hep. Gelinen bu zaman aralığında siyaset yapma biçimini konuşmak yerine bir biçimsizlik halinden söz edebiliriz. Yapıcı ve sahici itirazların olmadığı bir alana hapsedildik. Siyasetin artık “elitlerce” ve fildişi kulelerde yapılıyor olması, seçimden seçime halkın hatırlanıyor olması, sözün artık kıymetten düşmesi ve siyasetin halkın gerçek gündemine temas edemiyor olması Türkiye’deki siyasetin en büyük problemlerinden biri bana kalırsa. Var olan tablonun bir tıkanma getirdiği açık. Bu noktada siyasette demokratik ve olgun bir üslubun esamesi okunmuyor artık, bunu aşmanın yolu siyasi etik denen bir mecranın işletilmesinden geçiyor. Çünkü Türkiye’de kürsüden kürsüye, sandıktan sandığa hatırlanan “etik”, “ahlak”, “prensip”, “tutarlılık”, gibi temel ilkeler seçim sonrası maalesef rafa kaldırılıyor. Bir iyilik yapılacaksa “siyasi etik” yasası çıkarılabilir.
DEVA, AK PARTİ’NİN YARATTIĞI YIKIMI KALDIRACAK
AK Parti’den ayrılanlar, belki şimdilik, iki yeni parti kurdular. Neden iki parti? Gelecek Partisi ile DEVA Partisi hangi temel konularda uzlaşamadı?
“Partiden ayrılarak iki parti kurup uzlaşamayanlar” gibi bir tanımlamaya itirazla başlayabilirim söze. Ayrıca bu konuda şahısların, hangi siyasi partide geçmişi bulunursa bulunsun, kabaca sınıflandırılmasını doğru bulmuyorum. Bu tanımlamaya atfedilen sayı iki de olabilir, hatta daha fazla da olabilir. Tarihsel süreç, mevcut koşullar ülke gerçekleriyle tutarlılığı ile bakılabilir bu meseleye. Zira, henüz iş başında görmediğimiz iki siyasi partiyi bu minvalde konuşmak doğru olmaz. Fakat şunu bütün içtenliğimle söyleyeyim, DEVA Partisi son yirmi yıldır Türkiye’de pek çok enkaza neden olan AK Parti iktidarının yarattığı yıkımı ortadan kaldıran bir parti olarak tarihe geçeceğidir.
Bir dönem beraber aynı çatı altında yürüyenler, temel birtakım meselelerde ayrışabilirler. Siyasetin cilvesi bu. Bence burada, bu insanların hem öncesinde siyaset yaptığı partide hem de diğer siyasi partilerden farklılıkları konusunda sonrasında ne yaptıklarına bakmak gerekir. Bu siyasal hareketlerin yeni bir söz söyleme cüretlerinin olup olmadığı, onları diğerlerinden ayırır. Bu anlamda DEVA Partisi’nin kurucuları ayrıştıkları noktada itirazlarını yüksek sesle dillendirmiş, karşılık bulmayınca da yollarını ayırmışlardır. Onlar için mevcut partilerinde kalıp siyaset yapmak hem riski olmayan bir şey hem de kolaydı oysa. Fakat tercih ettikleri yol cesaret isteyen, meşakkatli bir yoldu. Sadece buna bakarak bile, DEVA Partisinin ülkenin sorunlarına nasıl bir cesaretle siyaset izleyeceği görülebilir.
HER KESİMDEN İLGİ VAR
DEVA Partisi bölge illerinde örgütlenmeye çalışırken, örneğin il başkanlığı için çok sayıda başvuru yapıldı. Bu ilgiyi nasıl yorumlarsınız? DEVA Partisi’nde siyaset yapmaya niyet edenler, AK Parti’nin bölgedeki tabanında yer alan insanlardır, diyebilir miyiz?
İkinci sorudan başlamak isterim. DEVA Partisi’nde siyaset yapmaya niyet edenler, AK Parti’nin bölgedeki tabanında yer alan insanlardır, diyemeyiz. Bu çok dar bir yaklaşım olur. Çünkü örgütlenme çalışmalarında gördük ki DEVA Partisi’ne toplumun her kesiminden ilgi ve talep var. Sadece Ak Parti tabanı değil, diğer birçok siyasi partide görev almış ya da bu partilere üye olmuş insanlar DEVA Partisine katılmak için niyet beyanında bulunmuşlardır. Bir başka açıdan şunu da ifade etmek isterim, DEVA Partisi, kurucular kurulundan başlayarak il ve ilçe teşkilatlanmalarına kadar, bu teşkilatların yönetimlerinde en az yüzde elli oranında daha önce hiç siyaset yapmamış, siyasi parti çalışmalarında bulunmamış insanlarla yola çıkıyor. Bu şimdiye kadar Türkiye siyasi partiler tarihinde görülmemiş bir durum. Bu anlamda, DEVA Partisinin örgütlenme yapısının ve izlediği çizginin sivil hareket tarzında olduğunu söyleyebilirim.
YARGI VE YÜRÜTMENİN TAHAKKÜMÜ
Hukukçu olduğunuz için sormadan geçmek olmaz. Türkiye’de yargı ile ilgili ne söyleyebilirsiniz?
Adalet mülkün temelidir sözü bir temenniden fazlasıdır. Devletler meşruiyetini ve gücünü adalet zemini üzerine kurar ve inşa ederler. Uzun zamandır Türkiye’de barışın, huzurun ve güvenliğin teminatı olan adaletten ve adalet duygusundan ciddi bir sapma olduğuna tanıklık ediyoruz. Bu durum zulümlerin ve haksızlıkların payidar olmasına sebebiyet verirken, insanların başta devlet olmak üzere diğer bütün ilişkilerini de zedeleyen noktaya gelmiştir. Hukuku adaletin, yargıyı da hukukun somutlaşmış hali olarak kabul edersek hak ve özgürlük temelli bir bakış üzerinden Türkiye’deki yargı meselesine bakmamız gerekiyor.
Türkiye’de yargının bağımsızlığı ve tarafsızlığı konusunda ciddi sorunlar olduğu açıktır. Bu sorunlar salt yasal mevzuattan kaynaklanmamakta aksine uygulamadaki baskıcı ve otoriter yönetim anlayışından kaynaklanmaktadır. Güçler ayrılığı ilkesinin gereği olan “denge ve denetleme” sisteminin yargı bahsinde bertaraf edildiği bu dönemde bireylerin hak ve özgürlükleri devlet karşısında artık korumasız kalmıştır. Parti programında da açıkça ifade edildiği gibi insan haklarına ve hukukun üstünlüğüne dayalı demokrasi anlayışından sapıldığı, otoriter ve baskıcı politikaların yürürlüğe konduğu, toplumsal ve siyasal muhalefetin sindirildiği ve korku ikliminin yaratıldığı bir ortamda yargının bağımsızlığını ve tarafsızlığını sağlamak mümkün değildir.
Baştan ayağa, yargı ile ilgili her mevzuda -yasal düzenlemelerden hakim ve savcıların atanmasına kadar- yürütmenin tahakkümü sona ermedikçe yargı bağımsızlığından söz etmemiz mümkün değil. Bunu sağlamanın yolu güçler ayrılığı ilkesinin sert bir şekilde uygulanması ve denge ve denetleme mekanizmalarının işlevsel hale getirilmesinden geçiyor.
ADALETSİZ, HAKSIZ VE AÇIK ZULÜM
Selahattin Demirtaş, Osman Kavala, Ahmet Altan gibi öne çıkan isimlerden yola çıkarak sormak isterim: Bu insanların hapiste tutulmasıyla ilgili ne düşünüyorsunuz? Benzer nedenlerle hapis yatan insanların durumuyla ilgili bir çalışmanız, programınız var mı?
Türkiye’de yargının bağımsızlığı ve tarafsızlığı konusunda ciddi sorunların olduğunu dile getirmiştik. Türkiye artık istisnaların kural olarak uygulandığı, kuralların ise artık uygulanmadığı bir ülke haline gelmiştir. Çünkü bir hukuk düzeninde asla kabul edilmeyecek olan durumlar/haller, hukuk dışında hukuk yaratılarak normal kılınmaya çalışılmıştır. Bunun somut örneklerinden biri de yargının “araçsallaştırılması” konusudur. Yargının “araçsallaştırılması”, baskıcı ve otoriter yönetim anlayışının doğal bir sonucu ne yazık ki. İktidar uzun zamandır kendine muhalif gördüğü tüm kesimleri yargı üzerinden “terbiye etme” pratiği geliştirdi. Bir taraftan muhalefeti cezalandırırken diğer taraftan insanlara da bir mesaj veriliyor bu yaklaşımla. Bu çok tehlikeli olmakla beraber hukuk güvenliğinin de iflası anlamına geliyor. Yargının temel görevi hak ve özgürlükleri korumak, hak ve özgürlüklere yapılan tecavüzleri sonlandırmaktır. Bu minvalde, artık temel işlevinden çok uzakta konumlanan yargı, Selahattin Demirtaş, Osman Kavala, Ahmet Altan başta olmak üzere gazeteciler ve hak savunucularının yargılamalarında ciddi adaletsizlikler ve haksızlıkların doğmasına ve yaşanmasına sebebiyet vermektedir. Tutuklama gibi hukukta istisna haller kural haline getirilip tek bir somut delile dayanmadan insanlar hakkında davalar açılıp cezalar veriliyor. Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi ve Anayasa Mahkemesi kararlarının uygulanmaması için olmadık yollar ile var olan hukukun arkasında dolaşmak ve olmayan bir hukuk yaratmak neredeyse vakayı adliyeden sayılır oldu. Bu yargılamalara ve haksız tutuklamalara itiraz yükseltilmesi gerektiğini düşünüyorum. Zira açıkça adaletsiz, haksız ve açık zulüm haline gelen bu uygulamalara gerektiği gibi itiraz yükseltilmez ise bu uygulamalar ve hukuksuzluklar bütün bir ülkeyi içine alacak “olağan bir hal” olarak hayatlarımıza girecektir.
KÜRT SORUNU İÇ MESELEMİZDİR
Kürt meselesi, denilebilir ki Türkiye’nin komşularıyla ilişkilerinin belirlenmesinde de önemli rol oynuyor. Türkiye’de Kürt meselesi sizce nasıl çözülür?
Kürt meselesi sadece Türkiye’nin komşularıyla ilişkilerinin belirlenmesinde değil bütün meselelerin temelinde yatan yadsınamaz bir gerçektir. Sayın Abdullah Gül birkaç yıl önce iktidarı Kürt Meselesi konusunda, “Sorun, kendi iç meselemiz iken aklıselim bir şekilde oturup konuşalım, bir an önce bu meseleye bir çözüm bulalım” sözleri ile uyarmıştı. Fakat sonrasında atılan adımlar, yapılan yanlışlıklar ve izlenen politikalar maalesef sorunu “bizim” olmaktan çıkarıp bölgesel bir sorunun parçası kılmıştır. Uyarılar dikkate alınsaydı belki de çözülmüş ve geride bırakılmış bir sorunu konuşuyor olacaktık. Bu konuda yapılacak en önemli çaba, sorunu kendi iç meselemiz olduğuna ve hakkaniyet temelinde bütün tarafları çözüme ikna etmektir. Türkiye’nin insan haklarına dayalı demokratik bir hukuk devleti olma konusundaki eksikliklerinden başlayarak iktisadi, siyasi ve insani açılardan pek çok olumsuz sonucun altında Kürt meselesindeki çözümsüzlüğü bulabilirsiniz. Kürt meselesi demokratik hak, özgürlük ve eşit vatandaşlık taleplerinin karşılanmasıyla ilgilidir. DEVA Partisi Kürt meselesini, güven temelinde siyasi kanalları açık tutarak, her türlü talebin rahatlıkla tartışılacağı demokratik zemini inşa ederek, özgürlük alanlarını genişleterek ve hukuku tahkim ederek bu meselenin hal ve çözümü için adım atılmasını öncelemektedir. “Kürt meselesi nasıl çözülür” sorusuna verilecek birçok cevap var. Ama öncelikle vatandaşlık tanımından başlamak gerekir. Füsun Üstel’in tespit ettiği üzere Türkiye’de kültürel vatandaşlık anlayışının egemen olduğu “militan bir vatandaşlık” hali söz konusudur. Bunun değişmesi ve sivil vatandaşlık tanımında buluşmak gerektiğini düşünüyorum. Burada önemli olan meselenin çözümüne dair bu iradenin gösterilmesi ve iradenin sürekliliğine dair başta yasal koşullar olmak üzere bütün koşulların sağlanmasıdır. Bu koşullar sağlandıktan sonra çözümün ortak akıl ve hakkaniyet çerçevesinde çözülebileceğini düşünüyorum.
ANADİLDE EĞİTİM MESELESİ
Bölgede Kürt halkından oy talep edeceksiniz. Peki vaatleriniz ne olacak? Mesela anadilde eğitim için bir vaadiniz var mı? Ya da insan hakları ihlallerine karşı güçlü bir karşı duruş sergileyebilecek misiniz?
Anadil ya da anadilde eğitim bir tartışma konusu olmaktan çıkarılması gerekiyor. Onlarca yıldır yasakçı uygulama ve politikalar ile başta eğitim alanında olmak üzere Kürtçe’nin kamusal alanlardaki kullanımı türlü gerekçelerle engellenmiştir. Bu hususta kesin ifadelerle meseleyi ele almak gerektiğini düşünüyorum. Herkesin anadilde eğitim, sağlık ve devlet bürokrasisinin geri kalanından hizmet alma hakkı vardır, bu hak sadece eğitimle sınırlı değildir, tüm hizmetleri kapsayacak şekilde düzenlemeler yapılmalıdır. Bu düzenlemelerin yasal ve anayasal koruma altına alınması bu açıdan önemlidir. Defacto durumlar yaratılıp iktidarların keyfili uygulamalarından uzak bir yere konumlandırılmalıdır.
İnsan hakları ihlallerine karşı güçlü bir duruş sergilemek ve bu konuda güçlü bir irade ortaya koymak gerekiyor. Ama’sız, “çünkü”süz yapabilir bu. Türkiye Cumhuriyeti Anayasası “İnsan haklarına saygılı” devlet anlayışını açıkça önceler. Ülkede hiç kimsenin işkenceye, insanlık dışı ve onur kırıcı davranışa maruz kalmasına asla izin vermemekle beraber böylesi durumların yaşanmaması için tüm insanları koruyacak güvenceleri acilen geliştirmek gerekiyor.
Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi ve taraf olduğumuz diğer uluslararası sözleşmelerin ihlali iddialarının etkin bir şekilde soruşturulması, masumiyet karinesi, ceza sorumluluğunun şahsiliği, hukuki belirlilik, savunma hakkı, bağımsız ve tarafsız mahkemeler önünde adil yargılanma hakkı, silahların eşitliği ilkesi, suçların ve cezaların kanuniliği ilkesi ve itiraz haklarının etkin bir biçimde kullanılması hususunda hiçbir taviz vermeden tüm bu koruma alanlarını teminat altına alınması gerektiğini düşünüyoruz.
Bölgede HDP açık ara birinci, AK Parti ikinci parti konumunda. DEVA’nın bölgedeki kitlesi, tabanı hangi partiden ayrılanlardan oluşacak?
Deva Partisi “ayrılanlar”dan oluşan bir parti değil. Yeni bir sözü ve hevesi olanların partisi olma iddiası ve tavrındadır. Bu anlamda partinin tabanı ülkenin tüm demokratik unsurlarıdır. Niceliğe dayalı tanımlardan ziyade niteliğin öncelendiği bir yapı var burada. Bunun desteklenmesi ve yüreklendirilmesi gerekiyor. Çünkü daha önce hiçbir siyasi partinin cesaret edemediği bir teşkilatlanma çalışması içinde. Daha önce siyaset yapmamış olanların bu çembere dahil edilmesi bir kaliteyi ortaya koyması anlamında önemlidir. Biliyoruz ki bu memleketin sorunlarına duyarlı, kendini yetiştirmiş, vicdanlı ve hakkaniyet sahibi insanların büyük bir kısmı siyasetin “yıpratıcı ve kirli dünyasından” uzak duruyor. Bunda siyasal iktidarın neden olduğu ayrıştırıcı, provoke dilin payı çoktur. Tam bu notada DEVA Partisi bir şeyler yapmak isteyip uygun bir alan bulamayanlara önemli bir alan açıyor. Bu çok kıymetli bir şeydir. Bununla beraber, zamanında farklı siyasi partilerde görev almış, çalışmış veya sadece oy vermiş olanlara da kapısını her daim açık tutmasının nedeni budur. Bir ayrım yapmadan, hep beraber aynı platformda buluşmak isteyen bir oluşumdur DEVA Partisi. Bunu gerçekleştirmesi Türkiye için büyük bir kazanım olacaktır.
HDP’YE YÖNELİK BASKILAR
Diyarbakır’da ve bölgenin birçok ilinde HDP, baskılara rağmen birinci parti konumunda. HDP’li birçok siyasetçi hapiste ya da sürgünde. HDP’li belediyelere kayyım atandı. Meydanlarda kitlesiyle buluşması yasak vb. Bu koşullarda siyaset yapmaya çalışan HDP ile yarışmak bir adaletsizlik duygusuna zemin hazırlamıyor mu?
Bunun için ülkedeki siyasi atmosferin normale dönmesi gerekiyor. Gerek HDP gerekse bahsettiğiniz meselelerden dolayı problem yaşayan diğer toplumsal kesimler için bu olmazsa olmaz bir durumdur. DEVA partisinin birinci önceliği siyasetin bir kutuplaşma aracı olarak değil, bir uzlaşı zemininde yürütülmesi için gösterdiği çaba ve önüne koyduğu vizyondur. Bu temelde yaklaşıldığında bahsettiğiniz sorunların hiçbirinin olmayacağını, ya da en asgari seviyeye ineceğidir. Fakat bunun için öncelikle parti olarak söz söyleme, icra etme ve bu değişiklikleri yapmak için gücü elinde bulundurmak gerekir. Bunun için de iktidar olmak gerekir. Bu sorunun cevabının samimiyeti ancak bu durumda verilebilir. Biz konuşarak değil yaptıklarımızla gündeme gelmek istiyoruz. Ortada bir haksızlık varsa, bu yalnızca HDP ile ilgili değildir. Belki bu durumdan en fazla etkilenen parti onlardır. Fakat unutulmaması gerekir ki, yakın bir zaman önce parti olarak siyaset yapmamamız ve seçimlere girmememiz için AK Parti bir takım yasal düzenlemelere girişti. Yaşanan bu ve benzeri sorunlar ve mağduriyetler git gide hepimizin hayatını etkileyecek bir mecraya doğru sürüklenmektedir. İktidar olma iddiamızın nedeni, tam da budur; yani bu haksızlıkları gidermek, siyaseten tıkanan ülkenin önünü açmaktır.
BABACAN DİYARBAKIR’A GELECEK
Siyasi parti liderlerinin çalışmalarına Diyarbakır’dan start vermesi, buradan mesajlar vermesi neredeyse gelenek haline geldi. Ali Babacan’ı da yakında Diyarbakır’da görme ihtimalimiz var mı?
Türkiye’deki demokratik hak ve özgürlükler ne yazık ki Kürt meselesinin yarattığı travmadan bağımsız değerlendirilemiyor artık. Kürt meselesi gibi ağır bir meselenin çözülmesi diğer pek çok çözümün de mümkün olacağını gösterir. Bu sorunun çözülmemesi, iktidarların bu mesele üzerinden diğer toplumsal kesimleri marjinalleştirip manipüle etmesini, sorunun güvenlikçi politikasına devredilmesine neden olur. Sorunu özellikle bu yanlış durumdan kurtarmak gerekiyor.
Tarihsel sürece baktığımızda bu konuda yüzleşmekten kaçınma, günden güne bütün toplumsal kesimler için artık kaldırılamayacak bir yükün ortaya çıkmasına neden olmuştur. DEVA Partisinin Kürt Meselesine yaklaşımı tamamen güvenlikçi politikalardan uzak, temel hak ve özgürlüklerin anayasal güvence altına alınıp korunması üzerine temellenecektir. Bundan dolayı salt mesaj vermek üzerine değil aksine gerçekleşmesi mümkün cevaplarla Genel Başkanımızı Diyarbakır’da görme ihtimalimiz var.
CİHAN ÜLSEN KİMDİR?
1980 yılında Diyarbakır’da doğdu. İlk ve ortaöğrenimini Diyarbakır’da tamamladı. 2005 yılında Marmara Üniversitesi Hukuk Fakültesi’nden mezun oldu. Şu an Anadolu Üniversitesi Edebiyat Fakültesi Sosyoloji Bölümü’nde eğitimine devam ediyor.
2007 yılından bu yana Diyarbakır’da serbest avukatlık yapan Ülsen, 2009-2014 yılları arasında Diyarbakır MAZLUMDER’de (İnsan Hakları ve Mazlumlar İçin Dayanışma Derneği) Başkan Yardımcılığı ve Genel Koordinatörlük görevlerini üstlendi. 2016-2018 yılları arasında Diyarbakır Barosu Yönetim Kurulu Üyeliği yaptı. Baro çalışmalarında İnsan Hakları Merkezi ve Adli Yardım Koordinatörlüğü görevlerini üstlendi. 2019 yılında Diyarbakır Tahir Elçi İnsan Hakları Vakfı’nda Yönetim Kurulu Üyeliği yaptı.
“Kendinden Başka Herkes” adlı bir şiir kitabı bulunan Ülsen, 2014 yılından bu yana Diyarbakır’da yayınlanan Yokuş Yol’a dergisinin Genel Yayın Yönetmenliğini yaptı. Ülsen, evli ve üç çocuk babasıdır.