Deve gibi, fil gibi bir sıkıntı

Özel sohbette olsak, sanırım, ana muhalefet lideri, görmüş geçirmiş kıdemli muhasebe şefi edâsıyla, “Yahu,” diyecek tebessüm eşliğinde, “olabilir mi böyle şey?” Ve bize partisinin zaten hiçbir zaman seçim kazanamayacağını, partisi bu cüssesiyle ve kök salmışlığıyla varoldukça başka herhangi bir kitlesel muhalefet partisinin gelişmesi zaten mümkün olmayacağından konumunu ebediyen tutabileceğini, kendisi ve parti yöneticilerinin maksadının da zaten iktidara gelmek olmadığını... anlatırdı.

Ümit Kıvanç yazar@gazeteduvar.com.tr

Ana muhalefet partisi lideri, “valla Türkiye’nin ekonomisini perişan ederiz” tehdidi savuran ABD başkanına çok kızdı. “Kimi tehdit ediyor!” diye kükredi. İcap eden cevabı icap eden tonda vermediği için cumhurbaşkanını eleştirdi. “Bekledim ki en sert tepki iktidar kanadından gelsin, ama gelmedi!” dedi; iktidarıyla muhalefetiyle, seçimi parlamentosuyla olağan siyasî yaşamın sürdüğü bir ülkede yaşıyormuş havası içinde. Onun dünyasında belki de hukuka ve kurumlara dayalı parlamenter demokrasi sürüyordu. En azından ana muhalefet konumu sürüyordu.

Ve bu ana muhalefetin lideri, ülkesini tehdit eden yabancılara karşı, mevkilerine makamlarına bakmaksızın çok sert konuşmayı bilen bir siyasetçiydi: “Buradan açık ve net söylüyorum,” diye haykırıyordu meselâ, “bir sokak kabadayısının diliyle Türkiye’yi kimse tehdit edemez.” Mâlûm, internet devri; bu sözler, arada okyanus bile bulunsa, daha ağızdan çıktığı anda işitiliyordu beri taraftan. Eli kolu dünyanın her tarafına uzananların iş gördüğü, yeşillikler içindeki ufak beyaz yapının odalarına derin bir hüsran duygusu, koridorlarına hüzün, bahçesine hattâ hicran çökmüş olmalı. Ana muhalefet lideri saydırıyordu ki, ne saydırmak: “Kimse şunu unutmasın, Türkiye Cumhuriyeti devleti egemen güçlerin lütfuyla kurulan bir devlet değildir.” İşte bu. Şu sözler ağızdan çıktıktan sonra dünya eskisi gibi olamazdı artık.

Fakat nedense ana muhalefet liderinin ABD başkanına ayar verdiği yerin yüz metre ötesindeki simitçi esnemiş, simitçinin çevresinde yerde susam taneleri ve kırıntılar arayan kuşlardan hiçbiri telaşla havalanmamıştı bile.

Belki de dünyanın bazı kısımlarında bu sert adımın yankısı henüz işitilmemişti.

Ana muhalefet lideri postasını koymuş olmanın iç rahatlığıyla gelecek tezahüratı beklerken, cumhurbaşkanı Amerikan emperyalizminin başkanıyla görüşmüş, her ne görüştülerse, ikisi de bundan pek memnun kalmışlardı. Anayasayı, yasayı, seçmen iradesini temsil eden herhangi bir kurum tarafından denetlenmeyen cumhurbaşkanı, Rusya hesabına bilerek mi çalıştı yoksa bilmeden mi onlara yardım etti diye soruşturulan muhatabıyla “tarihî bir anlaşmaya” vardıklarını düşünüyordu. Emlakçı muhatabıysa tehdidi filan unutmuş, “şu arsayı da aldık mı, siteyi de diktik mi…” havasına girmişti. Ekonomide beraber süper işler yapılacaktı.

Ana muhalefet lideri boşuna köpürmüştü. Sesini yükseltmeden geçirdiği bunca zamanın ardından, tam köpürecek mevzuyu bulmuşken, köprünün altından birden sular akıvermiş, köpüğü bir gecede sürüklemiş götürmüştü.

Ana muhalefet lideri iktidara vatan-millet çıkarları tarafından vurmayı seçmişti. Vatan satılıyor, milletin çıkarları kollanmıyor, yeterli milliyetçilik, yabancı düşmanlığı vs. yapılmıyordu. Bekâ sorunu akut aşamalara, kurt işareti yapmaya bayılan ana muhalefet lideri de kurt işaretinin bolca yapıldığı yerlere yaklaşmıştı.

Gelin görün ki, cumhurbaşkanıyla ABD başkanının görüşmesinden ana muhalefet lideri, cumhurbaşkanı hepimizi azarlarken arada ne kadarını çıtlatırsa o kadar haberdar olabiliyordu. Yelkenlerin karşılıklı indirildiği görüşmeden sonra bu yüzden, “En iyisi,” dedi, “konuşmaları bant olarak yayınlasınlar, böylece bütün gerçekler ortaya çıkmış olsun.” Acaba sert mi kaçmıştı? “Türkiye'nin yaptığı açıklamaları değerli buluyoruz,” diye eklemeyi münasip gördü, ana muhalefet lideri. Mevcut iktidarı “Türkiye” ile özdeşleştirince, ana akımdan kopmamış oluyordu. Söz ettiği acaba hangi açıklamalardı? Bunu muğlak bırakmak da elverişliydi. Bir şey “Türkiye” adına yapılıyorsa ana muhalefet buna sahip çıkacaktı. Açıklama olur, harekât olur…

Ana muhalefet lideri bilahare, Afrin harekâtından bahsetme gereği duydu. “Ordumuz bu konuda güzel bir mücadele veriyor,” dedi. “Terörden en çok zarar gören biziz,” diye devam etti. “30-35 yıldır.” Günceli yakın tarihe bağladı, yereli evrensele: “teröre karşı mücadele etme”nin “insanlığın ortak görevi” olduğunu hatırlattı. Sanki fazla dar ve özgül bir “terör”den söz ediyor gibi göründü, ama böylelikle vatan hainliğiyle suçlanma hattının ötesine düşmemeyi garantiliyordu. Nitekim, “Zeytin Dalı” bölgesinde zorla yerinden yurdundan etmeler, mala mülke el koymalar, insan kaçırmalar, zeytinyağını gasp edip burada pazarlamalar, bunların hiçbiri, “Türkiye” adına açıklanmamıştı. ana muhalefet liderinin bunlara prim vermemesi doğaldı.

Onun üzerinde durduğu başka şeydi. “Türkiye”yi birleştiren bir şey. İfadesi, kararlılığını ortaya koyuyordu: “Bu konuda Amerika Birleşik Devletleri'nin teröre karşı çok açık ve net tavır takınmasını da istiyoruz. Terör bölgede büyük sorunlar yaratıyor. Teröre karşı ortak mücadele etmek gerekiyor.”

İlk defa dile getirilen bu tespit ve öneri dünyanın bütün önemli başkentlerinde derhal kayda geçirilmiş olmalıydı.

Bunlar olurken, özellikle doğu ve güneydoğuda, ama yalnız oralarda değil, İstanbul’da bile, Türkiye çok-partili siyaset tarihinde bugüne kadar görülmemiş çapta seçim-öncesi hilebazlık seferberliği başlatılmış, yayılarak sürüyordu. Hanelerinde kayıtlı gözükmeyen seçmenler var. Aynı hanede, hattâ hane bile olmayan yerlerde, ahırda, tek çatı altına sığması imkânsız miktarda seçmen kaydı yapıldığı görülüyor. Her gün birkaçı ortaya çıkan usûlsüzlük ve dalaveralarla, alenen oradan oraya seçmen kaydırıldığı, hedeflenen sonuçlara göre değişen yöntemlerle bir sürü düzenbazlık yapıldığı anlaşılıyor. Bütün bunlar iddia düzeyinde kalsa bile yapılacak seçime şimdiden gölge düşürecek işler. Seçimde dürüstlük ve hürriyet bakımından yuvarlandığımız çukur berbat. Yasalar, anayasa, hukuk yok olduktan, en ufak denge mekanizması bile paramparça edildikten sonra şimdi cumhuriyet ve demokrasi tarihinde büyük ölçüde yeşertilebilmiş tek demokratik yaşam formu, seçimler de tehlikede. Şaibe ihtimallerinin giderek güçlendiği son birkaç yılda bile, nihaî sonucu değiştirecek çapta örgütlü, yaygın hilebazlık yapılmış olduğu şüpheli. Oysa önümüzdeki yerel seçimler için kalkışılan “hazırlık” faaliyeti, öyle böyle değil, apaçık yürütülüyor.

Ana muhalefet lideri şüphesiz bütün sorunların farkında. Seçime hile karıştırılması, yalnız seçim kurumunun güvenilirliğini, itibarını ve işlevini kalıcı şekilde tahrip etmekle kalmayacak, herkesin hileyi kanıksar hale getirilmesi, herhangi bir muhalif partinin seçim kazanmanın eşiğine dahi yaklaşamamasını garantileyecek.

Şöyle diyor ana muhalefet lideri:

“YSK, ‘yandaş seçim kurulu’ oldu. Orası Yüksek Seçim Kurulu değil artık. (…) YSK hukuka uygun hiçbir karar almıyor. Alamaz da zaten çünkü YSK’nın iradesi yok. İrade sarayda. YSK’nın aslında tartışılması gereken noktası şu; Bunu Venedik Komisyonu’na da anlattım. Diyelim ki seçim yaptınız, iki parti seçime girdi. Bir parti yüzde 30 diğer parti yüzde 70 oy aldı. YSK, ‘Yüzde 30 oy alan parti kazanmıştır’ diye karar verdi. İtiraz edeceğiniz hiçbir yer yok. (…) YSK’ya güvenmiyoruz ki... YSK’nın nesine başvuracağız? Hukuku tanımayan, evrensel hukuku tanımayan bir kuruma ne diyeceksiniz?”

O halde ana muhalefet ortalığı ayağa kaldıracak. Nasıl? Şöyle anlatıyor ana muhalefet lideri:

“Bizim dijital altyapımız, ne AK Parti’de ne de diğer başka bir partide var. Biz ilk kez oy kullanacakları bütün belediye başkan adaylarımıza söyledik. YSK mukayese olmasın diye aynı apartmanda oturanları farklı sandıklara gönderdi. Biz aynı apartmandakilere internet sitemizde birbirlerini görme imkânını da sağladık. Taşımayı da kontrol ediyoruz. Diyelim ki ortalama 7 - 8 üstünde nüfus olan yerleri uyarıyoruz, ‘Şu adreste 10 kişi oturuyor gidin bakın gerçekten 10 kişi var mı?’ diye. Yaşı 100 üstünde olan seçmenleri inceliyoruz.”

Ee?

“Biz YSK’dan çok daha mükemmel çalışıyoruz.”

Yani ne yapıyorsunuz?

“Yine de eleştirilmekten kurtulamıyoruz.”

Garip hakikaten. Neden eleştiriliyorlarmış ki? Özel sohbette olsak, sanırım, ana muhalefet lideri, görmüş geçirmiş kıdemli muhasebe şefi edâsıyla, “Yahu,” diyecek tebessüm eşliğinde, “olabilir mi böyle şey?” Ve bize partisinin zaten hiçbir zaman seçim kazanamayacağını, partisi bu cüssesiyle ve kök salmışlığıyla varoldukça başka herhangi bir kitlesel muhalefet partisinin gelişmesi zaten mümkün olmayacağından konumunu ebediyen tutabileceğini, kendisi ve parti yöneticilerinin maksadının da zaten iktidara gelmek olmadığını, tek adam rejiminin ana muhalefeti olarak, parlamenter kimliklerini koruyabileceklerini, milletvekili maaşlarını alabileceklerini, ayrıcalıklardan yararlanabileceklerini, ara sıra iktidarla papaz olup tazminatlar şunlar bunlar ödeyebileceklerini, bazen yargılama, aşağılama, dışlama ve hapis için aralarından kurban verebileceklerini, ancak baskıların hiçbir zaman kendilerine yönelik varoluşsal tehdide dönüşmeyeceğini, çünkü öngörülen yeni nizamda kendilerinin yerinin de yapısal olduğunu anlatırdı. Zaten kendini bütünüyle sivil bir toplumsal hareketin ifadesi ve siyasî temsilcisi olma işleviyle tanımlamaya bir türlü öncelik veremeyen parti, böyle bir konumun hakkını layıkıyla verirdi. O parti birilerinin lütfuyla kurulmadı!

Hakikaten, niye eleştiriliyorlardı? Tek hanede yüz seçmenin gözüktüğü, sakininden fazla seçmeninin bulunduğu yerler Hakkari, Şırnak filan olduğu sürece majestelerinin ana muhalefetine düşen bir sivil vazife olabilir miydi? Seçim kurumunun anlamsızlaştırılması bahsinde de anlaşılan sıkıntı yoktu.

Bu açıdan bakıldığında görülecektir ki, ortalığı ayağa kaldırdıktan sonra sahneden toz olup, “adam kazandı” faaliyetine loş kuliste devam etmede de sıkıntı yoktur.

Sıkıntı, seçmen listeleri HDP’yi dışlama maksadıyla hallaç pamuğu gibi atılır, seçim kurumu sıfırlanırken, seçimin kazananı kaybetmiş ilan edilse itiraz edilecek mercinin varolmadığı bizzat ana muhalefet liderince dile getirilirken bütün bunlar böyle değilmiş gibi davranılması ve Trump’a laf çakarak toplanacak puanın bir şeyleri telafi edeceğinin sanılmasında. Burada da sıkılan biziz, “ana muhalefet” lideri değil.

Fakat bizim üzerimize çöken sıkıntı da sıkıntı hani. Böyle deve gibi, fil gibi bir şey.

Tüm yazılarını göster