Bab-ı Âli, Osmanlı Devleti’nin idari merkezine, yönetildiği yere verilen addı. Arapça bab ve farsça âli sözcüklerinin bileşiminden oluşmuş, yüce kapı, ulu kapı, devlet kapısı anlamına geliyor. Devlet kapısı sözcüğü bugün de devlet kurum ve kuruluşlarını kapsayan bir metafor olarak kullanılıyor. Buradan türetilmiş kapılanmak diye bir güzide sözcüğümüz var örneğin, çok da uygun görülmeyen biçimde bir işe özellikle de devlet işine girmek anlamına geliyor. Birilerine yanaşmak, devlet kapısından girmenin yolunu bulmak, devlete kapılanmak... Mülkiye’de dinlediğim en iyi siyasi tarih derslerinden biri kapı, devlet kapısı üzerineydi. Bugün İstanbul Üniversitesi’nin kapısı olarak kullanılan eski Daire-i Umur-u Askeriye’nin kapısının ihtişamı üzerinden başlamıştı ders. O kapının ihtişamının altından geçmenin, kapının içerisi ile dışarısı arasındaki farkın sadece mekânsal bir fark değil, “içtimai” bir fark olduğunun çeşitli örneklerle altı çizilerek ilerlemişti.
MÜLKİYE’NİN KAPISI
Bugünlerde Osmanlı’dan günümüze Türkiye’nin en köklü kurumlarından biri olan Mülkiye’de, Türkiye’nin ilk sosyal bilim okulunda, eleştirel sosyal bilim geleneğinin temellerinin atıldığı fakültede bir “kapı” tartışması var. Fakülte’nin bulunduğu kampüse giriş yapmam anayasa, kanunlar ve “genel ahlak kuralları”na aykırı olarak engellendiği için kapılarla göz temasım olamadı. Fakat, devlet kapısı ve kapılanma kavramlarına çok önceden entelektüel ve siyasal ilgi duymuş biri olarak tartışmalara uzak kalmam mümkün değil. Zira benim ve benim gibi yıllarını o fakültede geçirmiş arkadaşlarımın, hocalarımın uzaktan bile göremediği kapıdan kimlerin geçeceğinin ve kimlerin kapının dışına konacağının özel bir önemi var. Mesele sadece bu değil, hatta asıl mesele bu değil.
Bugün masada olan mesele o kapıdan öğrencilerin de alınmıyor oluşu. Turgut Uyar’ın “Umuttur” şiirini Mülkiye’nin bir sınıfında okurken özel güvenlik görevlilerinin sınıfı basıp haklarında soruşturma açmakla tehdit ettiği öğrenciler. “Sev beni, alış bana” diyen öğrenciler. Öğrencilerin fakültenin tarihi merdivenlerinden çıkılan kapısından alınmayışının nedeni üzerine muhtelif rivayetler var. Duyduklarımdan birkaçını yazayım.
GEREKÇELER
-“Efendim buradan artık bakanlar, valiler geçecekler; bakın daha yeni Sayın Bakan Mevlüt Çavuşoğlu gelmedi mi? Öğrenciler ile o aynı kapından mı girecek?”
-“Efendim, ben burada bir müze yapacağım, burası fakülte kapısı değil, müze kapısı olacak. Müzeye de bu kapıdan girileceği için fakülte kapısı kapatılacak, bir zahmet fakülteye giriş için başka bir kapı bulun.”
-“Efendim siz öğrenciler adabı muaşeret kurallarını bilmiyorsunuz, protokol konuklarımızla aynı kapıdan girerseniz, bu sorun yaratır. Zaten biz size adabı muaşeret dersleri açacağız. Sizlerin bu konudaki eksiklerinizi de kapatacağız. Biz akademik olarak en iyisini düşünüyoruz.”
Rivayet muhtelif. Fakat gerçek olan, hiçbir yargı süreci geçirmeden, sadece barış bildirisini imzalamak gerekçe gösterilerek bizlerin atılmasının ardından girişilen tadilat bir Osmanlı havası katılan kapının bugün kapalı olduğu. Oradan kimin geçip kimin geçemeyeceğine ilişkin tartışmanın da henüz kapanmadığı.
UMUTTUR
Tartışma tesadüf ki iki yerde aynı anda başladı. Ankara Üniversitesi Rektörü Erkan İbiş tarafından Yükseköğretim Kurulu’na önerilen ve Yükseköğretim Kurulu tarafından atanan Dekan sayın Orhan Çelik’in kapıdan kimin geçip kimin geçemeyeceği hakkındaki kararına karşı Mülkiye öğrencileri bir garip, olmayan müze gezisi düzenlediler, ardından şiir okurken basıldılar, sonra şiirlerini okumaya kapatılan kapının içerinde devam ettiler. Kapı konusunda, kapıdan kimlerin gireceği konusunda ikinci tartışma ODTÜ’de yaşandı. ODTÜ öğrencileri, Onur Yürüyüşü’ne saldırarak öğrenci ve öğretim üyelerini gözaltına aldıran, LGBT bireylere kapıyı kapatacağını beyan eden atanmış rektör Verşan Kök’ün kapısının önünde boykot düzenlediler.
İki üniversitede gördüğümüz iki tartışma aynı kapıya çıkıyor. Üniversitenin bir kapılanma kurumu mu yoksa bilim kurumu mu olacağı tartışmasına. Üniversite idesi bir kurum olarak üniversitenin devlet kapısının dışında yer aldığını, bilimin aydınlanmanın büyük düşünürü Kant’ın da söylediği gibi ancak özerk zihinlerde gelişeceğini söyler. Meseleye kapılanmanın adabı muaşereti gözünden bakarak Saray’a ve divanı hümayuna reveransı öğretecek kurumlar var, onlara üniversite demiyoruz. Turgut Uyar’ın okunamadığı bir sınıfa üniversite mekanı, LGBT bireylerin kapısından giremediği bir kampüse üniversite kampüsü demiyoruz. Çünkü düşünce özgürdür, kapılanmanın tam olarak karşısındadır.
Çünkü,
“sev beni, alış bana,
kimse ürkütemez bağlandığımız güzelliğin utkusunu
sev beni, bir dağ gölgesi kadar sev
şimdilik bırak musluğun sızmasını damın akmasını
bir tırnak gibi büyü domuz bir tırnak gibi
zorlayarak her bir yanı
çünkü biraz sonra umut başlar her günkü, başlar”*
Her şey çok güzel olsa da olmasa da umut başladı çünkü.
*Turgut Uyar, Umuttur