Devlet tribün sesleri ile hukuk inşa eder mi?
Türkiye’nin hukuku Laçin nezdinde bir sınavdadır. Laçin soruşturmasının doğru ve hukuki bir tarzda yürütülmesi bu tehlikeli “devlet kilisesi” eğilimini geriletecek ve Osmanlı’dan beri yürütülen bir din-politika geleneğinin “taşralı” bir fırsatçılıkla kullanılması engellenmiş olacaktır.
Orhan Gazi Ertekin*
Berna Laçin, idam cezası üzerine her birkaç yılda bir yaptığımız/yaptırılan kriminoloji ve hukuki-politik ilke tartışmalarını son derece açık ve net birkaç cümle ile ifade edebildi. Kriminolojik tez; idamın uygulandığı ülkelerde tecavüz suçunu önleyemediği tespitine dayanırken politik-hukuki ilke olarak ise “devlet tribün sesleri ile toplum inşa etmez!” iddiası ve talebini ileri sürüyordu. Laçin’in bir tek tweet kapsamına yerleştirebildiği bu tespit ve ilkeler, idamı temel bir gündem olarak gören Amerikan muhafazakarlığına karşı da savunulan demokratik direniş ve söylemleri oluşturmaktaydı.
Buna karşılık, Laçin’in, tüm dünyada olduğu üzere, doğal mecrası içinde açtığı tartışmanın çok geçmeden “halkın inançlarını aşağılama” bağlamı içine yerleştirilerek karşılandığına şahit olduk. Burada kalsa sorun yok. Nihayetinde bu tartışma idam cezasının uygulandığı ve talep edildiği her ülkede haliyle yapılacak ve bizlere idam cezasının insanlık dışı olduğunu hatırlatmak, ortak bir kamu alanı olarak devletin asla sahiplenemeyeceği bir yöntem olduğunu göstermek, gerçekte ceza hukukunu tasfiye eden bir girişim olduğunu anlatmak, irrasyonel, tahrip edici ve dahi suç bakımından işlevsiz bir ceza olduğunu biteviye savunmak görevi düşecektir. Fakat, İstanbul Cumhuriyet Başsavcılığının soruşturma açtığına ilişkin haberler doğru ise, yargının tartışmaya müdahil olmaya çalışmasının, Türkiye’nin hukuku ve devleti açısından son derece tehlikeli ve hak ve özgürlüklerimiz açısından ise mutlaka karşı konulması gereken bir gelişmeye tekabül ettiğini söylemek bizlere düşen bir başka görevdir. Tabii ki C. Başsavcılığı eğer, genel tepkileri esas alarak çok yanlış bir biçimde kendiliğinden harekete geçmiş ise veya yapılan şikayetler derhal kovuşturmaya yer olmadığı kararı ile sonuçlandırılmamış ise… Bekleyip göreceğiz. Biz şimdilik tehlikeye dair bazı uyarılarda bulunmayı tercih ediyoruz.
MESELENİN ÖNEMİ
İdam cezası tartışmalarını “Medine toprakları” üzerinden yürütmenin “halkın inançlarını aşağılama” olarak yorumlanması ve soruşturma açılması hukukun içinde asla tasvip edilemeyecek bir yaklaşım ve uygulamadır. Dahası Renan Pekünlü ve Fazıl Say hakkında verilen mahkumiyet hükümleri ile bir araya getirildiğinde hukuk ve demokrasi açısından bir süredir güçlenme eğilimi gösteren iki tehlikeli gelişmeye işaret etmektedir. Birincisi Türkiye’de devletin Rusya tarzı bir “devlet kilisesi” inşa etme çabası, ikincisi ise hukukun bir toplumsal infial ile işletilmesi eğilimi.
DEVLET KİLİSESİNİN İNŞASI
Laçin’e gösterilen tepki ve açılan soruşturma, bir “devlet kilisesi” geleneğinin olduğu ülkelerde bile uygulanabilir değildir. Türkiye Cumhuriyeti ilk kuruluşundan itibaren bir “diyanet devleti” olmakla birlikte bir “devlet kilisesi”ne sahip olmamıştır. Hatta Osmanlı’nın bile böyle bir teokratik zemine sahip olmadığını, pek ala Niyazi Berkes’e dayanarak söyleyebiliriz. “Devlet kilisesi” belirli bir din veya mezhebi hem devlet maslahatı hem de milli kimlik içine yerleştirirken bu kimliği teğet geçen her tür tartışmayı özsel bir tehlike olarak bertaraf etmek çabası ile öne geçer. Yaratılan korkuyla üretilen paranoyakça hezeyanlar hem kurumları hem de toplumu teslim almaya başlar ve hukuk ve adalet tehlikeye girer. İran tarzı “Şia” veya Rusya tarzı “Ortodoks” Hristiyan misyonu kurumlara asli bir ödev olarak verilir. Bu ülkelerde “hak” yerini devlet ile temsil edilen başkalaşmış bir “din”e terk eder ve hak, özgürlük ve adalet vb. gibi talepler bir sorun haline getirilerek kriminalleştirilir. Türkiyenin hukuku hem Renan Pekünlü, hem Fazıl Say davalarında bu yönde ciddi badireler atlattı. Şimdi Türkiye’nin hukuku Laçin nezdinde bir sınavdadır. Laçin soruşturmasının doğru ve hukuki bir tarzda yürütülmesi bu tehlikeli “devlet kilisesi” eğilimini geriletecek ve Osmanlı’dan beri yürütülen bir din-politika geleneğinin “taşralı” bir fırsatçılıkla kullanılması engellenmiş olacaktır. Böylece “hak”kın yerine bir “mezheb”in yerleştirilmesi engellenecektir. Zaten toplumun geniş kesimleri için açık bir baskı anlamına gelecek tersi gelişmelerin Türkiye gibi bir ülkede şansı varsa bile geçicidir.
'İNFİAL YARGISI'
Laçin’in idam cezası tartışmasının bir infial sonrası “karakolda” bitmesi yargının asıl misyonu ve gelenekleri açısından da talihsizdir. Şu açıktır ki Türkiye yargısı, 15 Temmuz 2016 sürecinden bu yana “toplumsal infial” ile “yargılama işlevi” arasında yeni bir politik bağ kurarak ilerleme yolunu tercih etmektedir. Bu Türkiye yargısının tarihi ve geleneği açısından yenidir. “İnfial Yargısı” hukuku ve haklar rejimini kolaylıkla teferruat haline getirmek sonucunu doğurmakta ve gerçek misyonu olan azınlığın korunması amacının ihlal edilmesine yol açmaktadır. Oysa, bir yargının birincil özelliği kitlenin “sesi ve öfkesi” ile genel toplumsal sağduyu arasındaki farkı belirgin hale getirmesi ve toplumsal çatışmaya bir denge kazandırmasıdır. Türkiye yargısının, Laçin tartışması ve gelişimine bir de bu yönden bakması şarttır.
Nihayet bütün bu tehlikeler karşısında Laçin’in genel ilkesini özelleştirerek şunu söylemek boynumuzun borcudur: Devlet tribün sesleri ile hukuk inşa etmez!
*Demokrat Yargı Eşbaşkanı