Fenerbahçe taraftarının sahayı inleterek attığı hükümet istifa
sloganı, tanıdığım genç yönetim bilimi profesörleri dahil birçok
insanın aklına eski bir fikri getirdi: “Devlet ve hükümet ayrı
şeylerdir.” Çıkarılacak sonuç basit, hükümeti eleştirmek ve devlet
eleştirmek aynı şey değildir, yani hükümet istifa demek, devlete
zarar vermez. Mülkiye birinci sınıf siyaset bilimi sorusu soralım
hemen: “Egemenlik ilişkisini, tarihsel bağlamı içinde devlet ve
hükümet kavramlarıyla bağlantılandırarak tartışın.” Murat Sevinç
Diken’deki son yazısına
iliştirdiği küçük notta bu soruya yanıt vermek için bir ipucu da
sunuyor: “Devlete, ‘devlet’ olarak, devlet olduğu
için değer veren tek siyasal akım, faşizmdir. ‘Her şey
devlet içinde ve devlet için, hiçbir şey devlet dışında ve başka
bir şey için değildir’ sözü Benito Mussolini’ye ait, başka
bir şey yazmama gerek var mı?”
Olmasını arzuladığımız şeyler varmış, ya da tersinden olmamasını
istediğimiz şeyler yokmuş gibi davranmak insana özgü bir hastalığın
semptomu. Büyük oranda konformizmin bir biçimiyle ilgili. Özellikle
hem muhalif bir yerde durup hem de içinde bulunduğu iktidar
ilişkilerinde göze batmayacak bir pozisyonda bulunma maharetini
gösterebilenlerde yan etki olarak ortaya çıkıyor. Mesela,
üniversitede siyaset bilimi anabilim dalının başkanı olan muhalif
bir profesör, içinde bulunduğu iktidar ilişkilerinde, kadroların
düzenlenmesinde vs. “kurumunu korumak” için her türlü yozlaşmanın
kapısını aralayan üniversite idaresinin eylemlerine pek ses
çıkartmaz, ortak olurken devlet kurumlarındaki yozlaşmayı
eleştirmek için siyasal düşünceler tarihinin derinliklerinden
aforizmalara başvurabiliyor. Konumuz iktidarın bu biçimiyle uyum
sağlamanın yollarını bulmuş ‘muhalifler’ değil elbette, onlarla
uğraşacak vaktimiz ve enerjimiz de şu anda yok- tabii umuyorum bir
zaman olacaktır. Konumuz devlet ve hükümet etme biçiminin
Türkiye’deki güncel formu. Bu formu anlamak, muhalefet etme biçimi
bakımından, özellikle yakın zamanda gerçekleşecek seçime ilişkin
politika üretmek bakımından önemli.
Aslında, üçümüz, beşimiz bir araya gelip bunu nasıl en iyi
şekilde anlatırız diye kafa patlatsak veremeyeceğimiz yanıtı
Bahçeli verdi. Depremzede yurttaşların Elbistan’ın il olması ile
ilgili talebini “sessizlik olacak”, “Cumhurbaşkanımızın konuşmasını
sabote etmeyeceksiniz dağıtın burayı” diyerek karşıladı. Hükümet,
yani cumhurbaşkanlığı hükümeti sessizlik istiyor, devlet yani
cumhurbaşkanının başında olduğu devlet aygıtı sessizlik yaratıyor.
Maçlar taraftarsız oynanıyor, üniversitelerde dersler öğrencisiz
yapılıyor, Devletin kurumu AFAD’ı eleştirenler, Cumhurbaşkanının
himayesinde kamu yararına bir dernek (devlet holdinge uygun olarak
kendini holding olarak yenileyen) Kızılay’ı eleştirenlere işkence
yapılıyor, kaymakamlar AFAD dışındaki devlet/hükümet tarafından
desteklenmeyen gönüllülerin koordine ettiği kriz merkezlerine
kayyum atıyor, emniyet ve valilerin emrindeki kolluk
depremzedelerle dayanışmak için kurulan yardım koordinasyonlarını
şiddet kullanarak boşaltıyor: Çünkü sessizlik gerek, felaketin
fırsata çevrilmesi için sadece “devlet” ses çıkarabilmeli. Peki kim
bu devlet? Sanıyorum, yönetim bilimi profesörlerimiz şu kitabi
varsayımla hareket ediyorlar; devlet normlar hiyerarşisindeki
kurallar çerçevesinde oluşturulmuş kurumlarla özdeştir. Hükümet ise
bu kurallar çerçevesinde kurumlar aracılığıyla politikaları
belirlemek ve uygulamak için belirli süreliğine göreve gelen bir
organdır. Egemenliğin gasp edilmemesi, auctoritas ve
potestas’ın; yani egemenliğin kaynağının ve kullanımının
birleşmemesi için bu organa ait olan kudret de başka organlarca
dengelenmiştir… Üzülerek söylemeliyim ki ülkemizde, devletin güncel
formunda bu varsayımlar geçerli değil. Devlet aygıtı tamamıyla
hükümetin kontrolünde. İçinde bulunduğunuz ve özerk olduğunu
varsaydığınız kurumlar bile hem de… Hem de içinde bulunduğunuz
“özerk” kurumların bu hale gelmesinde büyük katkılarınız var.
Kurumsuzlaşma ve devlet-parti birleşmesinin bir sebebi de bu
sorumluluk. Akademisyenin, yargıcın, savcının, parlamenterin
sorumluluğu. Tabii konumuz bu da değil.
Konumuz şu: Devlet ve parti güncel durumda özdeş. Dolayısıyla
muhalefetin geliştirmesi gereken politika bu iki kurumun
birbirinden ayrı olduğu varsayımına dayanamaz. Aksine bunları
özdeşleştiren bir rejimin doğru analizi yapılıp bunları ayırmak
için politika üretilmelidir. Örneğin, YSK’nın bir devlet kurumu
olarak hükümetin isteyeceği kararı vereceği varsayımını yaparak bu
engellenmeye çalışılmalıdır. Yapılacak anayasaya karşı suçlarla
gereğince hesaplaşılacağı vurgulanarak. RTÜK için, BTK için, Hazine
için, Merkez Bankası için olduğu gibi.