İzleyici çalışmalarına yöneldiğimde çıkış noktalarımdan biri
izleyicinin akademik dünyada hor görülmesine karşı durarak
öncelikle izleyiciyi anlamaya çalışmaktı. Uzunca bir süredir gündüz
kuşağı kadın programlarını izleyenleri, dizileri izleyenleri, haber
kanallarını, haber programlarını, yarışma programlarını izleyenleri
anlamayı, izleyicinin farklı ekranlar karşısındaki davranışlarını
anlayıp analiz etmeyi kendime iş edindim. Çıkış noktam izleyiciyi
görmek, anlamak daha sonra analiz etmekti. İzleyiciyi araştırmak
demek içerikten bağımsız yapılabilecek bir çalışma değil, bu
sebeple neyin izlendiği de hep odağımda oldu. Televizyon ekranının
hedefinde 1950’li yılların Amerikasından itibaren kadınlar var.
Televizyon ile kadınlara daha iyi nasıl yemek yapacağı,
çamaşırlarını nasıl daha beyaz yıkayacağı, ailesini nasıl daha
mutlu edebileceği gösterilmeye çalışılmış. Kadınlar hem
televizyonun hedef kitlesi olup ulaşılmaya çalışılan izleyici grubu
olmuş, hem de kendisine ulaşıldığı ve ekran karşısında olduğu için
en çok küçümsenen izleyici grubu olmuş. Özellikle gündüz kuşağı
programlarının hedef kitlesi kadınlar, evde dinlenirken, evde
çalışırken o programların eşlikçisi erkek izleyicinin varlığını
unutturacak kadar çok gündeme geldiler. O kadar ki gündüz kuşağı
kadın programlarında artık izleyici olarak değil özne olarak yer
almaya başladılar.
Ekran karşısındaki izleyici konumundan önce ekranın içinde
programın izleyicisi olmaya sonra da ekranın öznesi olmaya giden
yolda gündüz kuşağındaki formatlar çokça değişti. Kadınların gündüz
saatlerini yemek, sağlık, el işleri, geri dönüşüm, ileri dönüşüm
konusunda bilgilendirmeyi ve onları eğlendirmeyi amaçlayan bu
programlar, değişen formatlar içinde ünlüleri izlemekten
birbirlerini izlemeye, sonra birbirlerini yemeye dönüştü. Evdeki
atıkların nasıl dönüştürüleceğini anlatan formatlara, sağlık,
çocuk, eğitim konularında uzmanlarla bilgi aktaran bu programlara
belki de artık bugünün sosyal medya dünyasında ihtiyaç yok.
Instagram’dan da bu bilgileri, teknikleri, yenilikleri takip etmek
mümkün. İşte belki de bu yüzden izleyicinin stüdyoda izleyici
olması, sonra da programın öznesi olması durumu gerçekleşti.
Kendisine benzeyen insanları izledikçe daha çok ekranda olmayı
talep eden izleyici, realite programların ne gerçek ne kurgu ayırt
edilemeyen düzeninde izleyici-öznenin çatışmalarını ekrana
taşıdı.
Ekran bazen doymak bilmeyen bir canavara dönüşebiliyor. İlgi
çeken çatışmalar tekrarlanarak, yeniden üretilerek durmadan ekrana
getiriliyor. Buradaki ‘ilgi’ izleyicinin dikkati aslında. Bu
dikkati çekebilmek, sürdürebilmek ekran matematiğinin içinde temel
geliri oluşturuyor. İzleyicinin dikkatini çeken, reytinglere
yansıyan oranlara göre yayınlandığı sırada açık olan her 5
televizyondan 3’ünün izlediği program Müge Anlı ile Tatlı Sert.
Müge Anlı uzun yıllardır ekranda, kendine has ‘tatlı sert’ bir
tarzı var. Bu tavrıyla müdahil olduğu olaylarla kendi program
saatinin dışına taşan bir ilgi yaratmayı da başardı. Kimi zaman bir
savcı gibi, kimi zaman kolluk kuvvetleri gibi, kimi zaman toplum
adına hesap soran bir bekçi gibi cinayetleri, tecavüzleri, ensest
ilişkileri, kayıpları, kavgaları ekrana taşıdı. Bazen de kayıplar
bulundu, cinayetler çözüldü, aileler buluştu. Bunu yapmanın,
‘başarmanın’ hazzı o kadar yoğun olmalı ki ekranın yıldızı,
kurtarıcısı, Müge Ablası olmamanız çok zor. Tam da bu noktada
kişinin kontrolü kaybedip -aslında gayet kontrollü bir hamle de
olabilir- stüdyoya gelen polisi durdurması, toplum adına yargı
üstüne yargı dağıtması kaçınılmaz sonuç oluyor.
Gündüz kuşağı programlarındaki izleyiciyi stüdyoda izlemek üzere
toplayan ajanslar kurulalı neredeyse 20 yıl olacak. Stüdyoda
buluşan kadınların arkadaşlık kurmaları, ilgi görmeleri,
kendilerini iyi hissettikleri bir topluluğa dahil oldukları
düşüncesi bugünün ekranını anlamak için naif bir yaklaşım kalıyor.
Bugün bir topluluğa ait olma düşüncesinin yarattığı birlikten
ziyade öne çıkmaya çalışan bir benlik duygusu var. Elbette en önde
her zaman Müge Anlı var. Yargı dağıtan, ayar veren, toplumun ahlak
bekçisi Müge Anlı. Ekran öyle parlak ki büründüğünüz karakterle 18
yaşından küçük bir genç kızda travma bırakabilecek sözler
söylemenizi meşru kılıyor. Çünkü o koltuk sizi her şeye hakkı olan
ve kadınları ‘yola getirmeniz’ için var olduğunuzu hatırlatan bir
rahatlıkta.
İzleyiciyi anlamak demek sürekli küçümsenen ve çoğunlukla kadın
izleyiciden oluşan bu grubun aşağılanmasına karşılık ihtiyaçlarını,
neden sorunlarına ekranda çözüm aradıklarını anlamaya çalışmaktı.
Ancak bu başarıldığında doğru analizlerle bu insanların ihtiyaçları
tespit edilebilirdi. Bugün bu programlar özelinde bunu yapabilmenin
çok zor olduğunu düşünüyorum. Programın kendisi artık izleyici-özne
ile aramızda mesafe yaratıyor. O mesafe özneye dönüşen izleyiciyi
Müge Anlı’ya yakınlaştırıyor, bizden uzaklaştırıyor.