Devletler mahremiyet ihlallerinde sınır tanımıyor

Dünya çapında birçok devlet, vatandaşlarının kişisel verilerini toplayarak onlar hakkında bir veri birikimi oluşturuyor. Son dönemlerde yaşanan Kaşıkçı cinayeti dahil, mahremiyet ihlallerinin geldiği boyut korkutucu bir hal aldı. Kişisel verilerin gizliliğine dair devletler düzeyinde bir anlaşma yapılmaması durumunda, çok karanlık bir geleceğe adım atmamız kaçınılmaz görünüyor.

Abone ol

Andrew Thompson

Mahremiyet hakkı, insan hakları açısından mühim bir mesele haline geldi. Ve bu sebepsiz değil… Yapay zekâ ve yüz tanıma yazılımlarıyla bir araya getirilen büyük miktarda veri, kimi hallerde, daha önce görülmemiş şekilde insanların yaşamlarına büyük ölçekli müdahalelerde bulunulması potansiyeli taşıyor.

Tartışmanın büyük kısmı, sosyal medya ve teknoloji şirketlerinin kullanıcılarıyla ilgili topladıkları verileri nasıl kullandığına odaklanırken, mahremiyet ihlalleri ve diğer insan hakları ihlali türleri arasındaki daha geniş bir bağlantıya daha çok dikkat etmemiz gerekiyor.

Nedeni gayet basit. Kitlesel mahremiyet ihlalleri milyarlarca olmasa bile milyonlarca insanın haklarını zayıflatabilir; ayrıca, hükümetler, cinsiyetler ve cinsel yönelimler arasında ayrımcılık yapmak ve -daha da kötüsü- şiddet kullanımı da dahil, muhaliflerini bastırmak noktasında daha fazla kapasiteye sahip olur. Birazdan bu konuda daha fazla noktaya değineceğim.

Durum buyken, insan haklarının aşınmasını engellemek için ne yapılabilir? İhtiyaç duyduğumuz şey, sivil toplumu, özel sektörü, vakıfları ve devletleri kapsayan çok yönlü bir yaklaşım oluşturmak.

İNSAN HAKLARI FONLARI KURULMALI

Öncelikle, insan hakları mücadelesi veren vakıflar, insan hakları ve teknoloji fonları oluşturmalı. İnsan hakları savunucuları, hâlihazırda, kötü amaçlı kullanımları izlemek ve belgelemek amacıyla yeni teknolojiler kullanıyor. Uluslararası Af Örgütü, Twitter’daki kadın düşmanlığı eğilimlerini ölçmek için bir veri analiz şirketiyle çalışıyor. Bu tür bir gelişim teşvik edilmeli ve maddi kaynak sağlanmalı.

İkinci olarak, devletler, dijital çağ için kullanışlı olacak yeni yaklaşımlar ve yasalar hakkında görüşmeler yapmalı. Yapay Zekânın Sorumlu Biçimde Kullanımına İlişkin Montreal Deklarasyonu, yeni teknolojilerin etik sınırlar içerisinde gelişimine duyulan ihtiyaca dair güçlü bir beyan içeriyor. Benzer biçimde, Birleşmiş Milletler Mahremiyet Hakkı Raportörlüğü, kişisel gizlilik konusunda “Hükümet Eliyle Gözetleme ve Mahremiyete İlişkin Kanun Tasarısı Taslağı” diye adlandırılan bir çalışmayı geliştirme çabalarına öncülük ediyor. Bu girişimler ve benzeri çalışmalar desteklenmeli.

Üçüncüsü, devletlerin sığınma hakkı ilkesini yeniden değerlendirip onaylamaları gerekiyor. Çünkü, teknolojiyi insan haklarını ihlal etmek amacıyla kullanan devletler, insanları yerlerinden edecek ve sonu gelmez bir zulümden korku duyan insanlar, korunmaya ihtiyaç duyacaklar.

Son olaraksa, kurallara dayalı bir uluslararası düzene inanan devletler, cezasızlıkla mücadele çabalarını iki katına çıkarmalı. İnsan hakları ihlalleri gerçekleşiyor; zira ihlalleri gerçekleştirenlerden nadiren hesap soruluyor. Bu durumun değiştirilmesi gerekiyor.

KÖTÜMSER GELİŞMELER

Teknoloji yoluyla gerçekleşen mahremiyet ihlallerinin denetlenmemesi ciddi sonuçlar doğuracaktır. İşte bu gerçeği ortaya koyan dört örnek:

Kadın Hakları: Gözetleme teknolojileri, özellikle de “günah” ile hukuk arasında açık bir ayrımın olmadığı yerlerde, polisiye ‘ahlâk’ kurallarını uygularken sıkça kullanılır. Örneğin Suudi Arabistan’ı ele alalım. İnsan Hakları İzleme Örgütü 2017 yılında, Suudi mahkemelerinin zina ve eşcinsel seks de dahil olmak üzere evlilik dışı cinsel ilişkiler yaşadığından şüphe duyulan insanlara “yaptırımda bulunmak” amacıyla siber suçlar yasasındaki “belirsiz hükümleri” kullandığını açıkladı.

Kadınlar bu mahremiyet ihlalleri nedeniyle orantısız biçimde yüksek bedeller ödüyorlar.

LGBTQ Hakları: Uluslararası Lezbiyen, Gay, Biseksüel, Trans ve Intersex Derneği’nin (ILGA) aktardığı kadarıyla, 72 ülkede hemcinsler arası ilişkiler yasak. Gözetleme teknolojileri, hükümetlere, bireyleri “dışlama” olanağı sunuyor. İnsanların gece nerede ve kiminle kaldığından haberdarlar. Gerçekten de bu insanların yaşamlarının mahvedilme olasılığı çok yüksek.

İşkence: Azınlıkları bastırmak amacıyla kişisel mahremiyeti ihlal eden hükümetler, vatandaşları üzerinde denetim sağlamak için işkence kullanmakta tereddüt etmeyecek türden hükümetlerdir. Suriye tam da bu durumdadır.

Yargısız İnfaz: Hükümetler vatandaşlarının hareketlerini izleyebiliyorken, bir suikast gerçekleştirmeleri de zor olmayacaktır. Cemal Kaşıkçı’nın öldürülmesi buna trajik bir örnektir. New York Times, Suudilerin, Kaşıkçı’yı gizlice dinlemek amacıyla ‘Pegasus’ adlı bir casus yazılım kullandığını ve cinayeti bu sayede işleyebildiklerini açıkladı.

Diğer hükümetler, herhangi bir anlamlı yanıt verilmemesini, gazetecilerin hedef alınmasına göz yumulduğu biçiminde yorumlayabilir. Bu, varsayımsal bir kaygı değil. İfade özgürlüğünün korunmasına adanmış bir kuruluş olan IFEX’e göre, 2018 yılında 78 gazeteci öldürüldü ve 159 gazeteci hapsedildi.

Bu bir mübalağa değil. Her anlayıştan devletler, vatandaşlarıyla ilgili veri topluyor ve bunu bir süreden beri yapıyorlar. Bu durum, yakın bir zamanda sona ermeyecek. Aslında tam tersi olacak.

Denetlenmemesi halinde, teknolojinin olanak sunduğu mahremiyet ihlalleri diğer tüm insan haklarını da tehlikeye atabilir ve bu gerçekten korkutucu bir ölçekte gerçekleşebilir.

* Yazının aslı The Conversation sitesinden alınmıştır. (Çeviren: Tarkan Tufan)