Devletler neden öldürür?
Helmut Ortner imzalı “Eğer Devlet Öldürürse/ İktidar, Ölüm Cezası ve İnsan Hakları Üzerine” isimli kitap Emrah Cilasun tarafından türkçeleştirildi. Ortner kitabını, “Bu kitap tarihsel ve aktüeldir; bilimsel bir araştırma, sıkı bir tez, siyasi bir polemik yazısı değildir. Tabii ki yazar, barbar, anakronist ve etkisiz olan ölüm cezası karşıtlığını gizlemek niyetinde değildir” sözleriyle tanımlıyor.
“Ölüm istiyoruz! Daha çok ölüm...” Geçtiğimiz günlerde Patika Kitap’tan Emrah Cilasun çevirisiyle çıkan Helmut Ortner imzalı “Eğer Devlet Öldürürse/ İktidar, Ölüm Cezası ve İnsan Hakları Üzerine” isimli kitap devlet mefhumunun birey nezdinde meşruiyet arayışını, bu arayışın ölüm cezası üzerinden varlığını tescilleme ihtiyacını sorguluyor. Sosyal pedagoji ve kriminoloji üzerine eğitim alan Ortner, uzun yıllar hapishanelerde gönüllü sosyal eleman titriyle bulunmuş ve birikim ve deneyimlerini, insanlığın var olduğu ilk zamanlardan itibaren ölüm cezasını ele alan bir çalışma ile kitaplaştırmış.
2013 yılında Almanca olarak çıkan kitap, Ortner’ın 15 Temmuz Darbe Girişimi akabinde Alman gazetelerinde Türkiye hakkında çıkan idam tartışmaları sonrası, Türkiye hakkındaki önsözünü de kapsayarak açılıyor. Ortner, geçtiğimiz senenin yazında Frankfurter Algemeine Zeitung gazetesinin siyaseti konu alan bölümünde dışişleri bakanı Mevlüt Çavuşoğlu’nun demecini görür.
Çavuşoğlu’nun “Her zaman, ölüm cezasını yanlış buldum ve karşı geldim. Fakat tam da böyle davranmış biri olarak şimdi, halktan gelen bu talebi göz ardı etmenin yanlış olduğunu söylüyorum” sözlerine, Birleşmiş Milletler Güvenlik Konseyi’ndeki beş üyeden ikisinde ölüm cezasının hala uygulanıyor olmasını da hatırlatarak devam etmesi üzerine yapılan tartışmayı da odağına alıyor.
Ortner’ın bu habere kitabın önsözünde verdiği tepki, Birleşik Devletler ve Japonya dahil, birçok devlette uygulanan idam cezalarının “sana söyleneni yap aksi takdirde ölürsün” mesajının yaygınlaşmasına yardımcı olduğu düşüncesini taşıyor. Devletlerin bu ihtiyacının, “Bir suçlunun, bir asinin, bir teröristin, bir devlet düşmanının –her halükarda şahsileştirilmiş bir kötülüğün- yargılanıp, infaz edilmiş olduğunu bilmek; bu daha hala intikam ve kefaret ihtiyacından oluşan esaslı bir karışımı tatmin etmek” olduğunu da ekliyor Ortner.
Ritüellerin, insanın birbirine verdiği arkaik dönemden kalma cezaların alt okumasını da ele alan bu kitap, infazların biçimsel yöntemlerine, infazcıların ve toplumun hissiyatına dair de güçlü bir veri sunuyor. Adalet kavramını ise ayrıca odağına alıyor ancak genel olarak infaz tartışmalarını bireyin vicdanı üzerinden sorunsallaştırıyor.
“İntikam” ve “ceza” mefhumları üzerine şekillenen kitap, ölüm cezalarının infaz edilmesi sürecine dair de insanlığın “modernlik” maskesi ile mezalimliğini gizlemesini eleştiriyor. Kişiyi taşlayarak, çarmıha gererek ve giyotin ile öldürmenin, kurşuna dizmenin, elektrikli sandalyeye oturtmanın, gaz odasına koymanın, halatta asmanın ve son olarak zehirli iğne ile öldürmenin arasında hiçbir fark olmadığının, sonuç olarak bu cezalandırma biçiminin bir intikam dürtüsü ve cezalandırma anlayışı ile yapıldığının, cezalandırma araçlarının “modern”leşmesinin bu durumu değiştirmeyeceğinin altını çiziyor.
Yazar kitabını, “Bu kitap tarihsel ve aktüeldir; bilimsel bir araştırma, sıkı bir tez, siyasi bir polemik yazısı değildir. Tabii ki yazar, barbar, anakronist ve etkisiz olan ölüm cezası karşıtlığını gizlemek niyetinde değildir” sözleriyle tanımlıyor. Ölüm cezalarının suçu engellemediğini de eklerken, bu durumun, Türkiye’de de adil barışı değil sadece çekişmeyi garantileyeceğini dile getiriyor.
Aydınlanma Çağı’nın önemli isimlerinden, İtalyan hukukçu Cesare Beccaria’nın 1764 yılında söylediği “Ölüm cezası, seyircilerin çoğu açısından, insani bir kurbanın, boş ve birkaç kışkırtmanın, öfkenin merhamete karışmasına sebebiyet verdiği oyunun kanlı bir perdesinden başka bir şey değildir. Bu iki tutku seyirciyi, yaşam cezalarıyla onu etkilemeyi amaçlayan şifalı korkudan daha fazla meşgul etmektedir.” sözleriyle, Albert Pierrepoint isimli bir İngiliz celladın 1974’te söylediği “Ben ölüm cezalarının anlamsız olduğu sonucuna vardım. Bu cezalar, kolayca oluşan intikamı ve intikamın sorumluluğunu başkalarına aktaran, sadece ilkel arzunun kalıntılarıdır” sözlerini karşılaştırıyor ve ölüm cezalarının anlamsızlığına vurgu yapıyor.
Prof. Dr. Yücel Sayman’ın da sonsözüyle katkıda bulunduğu bu kitap, devletin birey üzerindeki tahakkümü ve bu tahakküm üzerinden ölümlerin tarihini, toplumların bu tarih yolu ile ahlaki durumunu, örf ve âdetini de fotoğraflıyor.
Meraklısı için not: Alan Parker’in 2003 yılında yönetmenliğini yaptığı “The Life of David Gale” isimli, Türkçeye “Ölümle Yaşam Arasında” diye çevrilmiş film, tavsiye edilir.