Afiş, 15 Temmuz Destanı başlığını taşıyor. Her ne kadar başbakan 2 Ekim 2016’da 15 Temmuz’un artık resmen bir bayram olduğunu ilan etse ve hükümete yakın kaynaklar sıklıkla 15 Temmuz’u bir ‘devrim’, ‘halk devrimi’ olarak ele alsalar da, bu afişte ve aynı kaynaktan çıkan benzerlerinde ‘devrim’ sözcüğü sakıncalı bulunmuş olmalı ki ‘destan’ yeğlenmiş.
İlk resim 'Halka Yol Gösteren Özgürlük' ismini taşıyor. Fransız ressam Eugène Delacroix’ya ait. Her ne kadar ilk bakışta Fransız Devrimi’ni temsil ettiği düşünülse de aslında ikinci Fransız Devrimi olarak da bilinen 1830 tarihli Temmuz Devrimi'ni anlatıyor. Ön planda sağ elinde Devrim’in üç rengini, eşitlik, özgürlük ve kardeşliği simgeleyen Fransız bayrağı, öbüründe ise bir tüfek taşıyan Özgürlük figürü görünüyor. Üzerinde Eski Roma dönemindeki giysileri andıran ve göğüslerini açıkta bırakarak omuzlarından düşen sarı bir elbise ve başında Roma’da özgürlüğüne kavuşan kölelerin taktıkları başlık ile yıkılmış barikatı aşıyor. Ölü bedenlerden oluşan bir yığının üzerinde ileri doğru hamle yapıyor. Figürün çıplaklığı ve açıktaki göğüsleri Antikite’ye ve onun demokrasi fikrine gönderme yapıyor. Ancak Antikite’ye özgü kusursuz bir Tanrıça havasında değil. Yaşayan biri. Yerde halk isyanıyla devrilen kral X. Charles’ın iktidarını temsil eden bir ölü asker ve devrim uğruna feda edilen canları gösteren yarı çıplak bedeniyle bir ölü yatıyor. Güçlü bir kadın olarak resmedilen özgürlük, başını yana çevirmiş, adeta arkasından gelen kalabalığı kendisini takip etmeye davet ediyor. Bu kalabalık, ne belli bir sınıfın temsilcisi ne de rastlantısal olarak bir araya gelmiş bir güruh. Devrimi yapan halkın ta kendisi. Giyimlerinden işçi, burjuva, yoksul ve öğrenci ve hatta okul çağındaki çocuklar oldukları anlaşılıyor. Monarşiye karşı bir araya gelmiş, bir ayrım gözetilmeksizin tüm sınıfları barındıran halk. Arka planda ise monarşinin ve muhafazakârlığın sembolü Notre Dame Katedrali’nin kulelerinden birine asılmış Fransız Bayrağı’nın silueti belli belirsiz seçiliyor.
İkinci resim, Zeki Faik İzer’e ait. Ressamın Delacroix’dan esinle yapıldığını kabul ettiği 1933 tarihli bu resmin adı İnkılap Yolunda. Delacroix’nın resmindeki Özgürlük alegorisinin yerini bu resimde Cumhuriyet idealini temsil eden ve elinde Türk bayrağı taşıyan bir kadın figürü almış. Üzerinde beyaz bir elbise var. Dekoltesi kapalı, ancak vücut hatları belirgin. Geniş kalçalı, dolgun göğüslü bu kadın yalnızca devrimi ileri taşımakla değil, aynı zamanda Cumhuriyet’in ihtiyaç duyduğu yeni nesilleri dünyaya getirmekle de yükümlü. Üzerinden aşıp ileriye gitmek üzere hamle yaptığı mermer blok, Cumhuriyet’in kuruluşunu gösteriyor; üzerinde 1923 tarihi okunabiliyor. Bu kadın da başını yana çevirip arkasına bakıyor. Ancak bu seferkinin niyeti kalabalığa yol göstermek değil. Zira kadın hemen arkasında bulunan, sol elini ileriyi gösterecek şekilde ufka doğru uzatmış ve perspektifi zorlayacak denli büyük tasvir edilmiş Mustafa Kemal’e bakıyor. Belli ki, Cumhuriyet’in kurucusu ona ileri gitmesini emrediyor. Liderin sol kolunun altında ve arkasında resmin yapıldığı tarihte 10. yılını kutlayan Cumhuriyet’in yeni nesilleri, gençler ve modern görünümlü kadın ve erkekler yer alıyor. Elinde Türk Tarihi yazılı bir kitap taşıyan kız öğrenci, çoktan bir adım öne geçmiş ve eski yazıyla yazılmış bir kâğıdı ayaklarının altına almış bile. Arka planda, meşalenin aydınlattığı gecede yeni rejimin başkenti Ankara’nın silueti seçiliyor.
Açıktır ki, bu resim esinlendiği Halka Yol Gösteren Özgürlük’teki gibi bir devrim anını temsil etmiyor. Bu nedenle kadının sol tarafındaki askerin dışında elinde silah taşıyan yok. Kemalizmin sınıfsız, homojen bir halk tasavvuruna uygun biçimde halkın kimden oluştuğunu anlamamızı sağlayacak sınıfsal bir gösterge yok resimde. Tek bildiğimiz, modern giyimli genç insanların meşaleler ve bayraklarla liderin gösterdiği yönde ilerleyen kadını takip ettiği. Devrim yapılmış ancak gidilecek yol henüz kat edilmemiş. Bu yolda, mermer bir kaide gibi sağlam duran cumhuriyetin önünde diz çökmüş, aman dileyen ve irticayı temsil eden sakallı, yaşlı adamların üzerinden geçilmesi gerekiyor. Bu kompozisyonda, halkın karşısında olan, Delacroix’nın alt edilen monarşinin ölü askerini yerleştirdiği yerde ise eski rejimin temsilcilerinden birisi yatmakta.
Üçüncüsü bir sanat eseri değil. 15 Temmuz anması için hazırlanmış bir afiş. Bu afişi 15 Temmuz anmaları için Cumhurbaşkanlığı tarafından hazırlatılan bir dizi afişin arasından seçtim. Diğer afişlerle ilgili, özellikle de Irak savaşı sırasında çekilmiş bir fotoğrafta yer alan ağlayan Amerikan askerinin fotoğrafının aparıldığı afiş üzerine çokça yazıldı. Bunların tümünde darbe girişiminde bulunan askerler ve onları alt eden halk imgeleri yer almaktaydı. Bu afişlerde, eleştirmenlerin haklı olarak tespit ettiği gibi, darbeci olarak resmedilen, ağlayan, el aman dilenenler, yine halkın çocukları olan erlerdi. Görebildiklerim içinde rütbeli bir askerin resmedildiği iki afiş vardı. Bazı afişlerde TBMM, Kazan, Çengelköy, Saraçhane gibi bu destanın yazıldığı yerlere dair açıklamalar da yer alıyordu. Hepsinde ellerinde bayraklarla tankların karşısında duran sakallı, sakalsız adamların ve az sayıda başı örtülü ve açık kadının görüntüsü yer alıyordu. Bunlar, kuşkusuz darbeyi önleyen halkın temsilini oluşturuyordu. Ancak bu ‘halk’ın tam olarak kimlerden oluştuğunu ve neyi ifade ettiğini anlayabilmek için kullanılan görüntülerin ayrıntılı olarak ele alınması gerekiyor. Aşağıda yer alan afişi, kompozisyon olarak yukarıda değindiğim iki resimle benzerlikleri nedeniyle ve olayların gerçekleştiği yere ilişkin açıklamanın özel bir anlam ifade ettiğini düşündüğüm için seçtim.
Afiş, 15 Temmuz Destanı başlığını taşıyor. Her ne kadar başbakan 2 Ekim 2016’da 15 Temmuz’un artık resmen bir bayram olduğunu ilan etse ve hükümete yakın kaynaklar sıklıkla 15 Temmuz’u bir ‘devrim’, ‘halk devrimi’ olarak ele alsalar da, bu afişte ve aynı kaynaktan çıkan benzerlerinde ‘devrim’ sözcüğü sakıncalı bulunmuş olmalı ki ‘destan’ yeğlenmiş. Başlığın altında “Şehit ve Gazilerimize Saygıyla” yazısını görüyoruz. Sol alt köşede “Türkiye Cumhuriyeti Cumhurbaşkanlığı Himayelerinde” açıklaması var. Afişte herhangi bir anma etkinliğine, törene vs. davet yer almadığı için Cumhurbaşkanlığı’nın neyi himaye ettiği de muğlak kalıyor. Bu muğlaklık aynı zamanda söz konusu ‘destan’ın bizzat darbe girişiminin yaşandığı gece halkı sokaklara çağıran Cumhurbaşkanı’nın himayesinde gerçekleştiği yönünde bir okumaya da olanak tanıyor. Afişin sağ alt köşesinde ise 15 Temmuz 2016 tarihi ay yıldızlı bir logoyla karşımıza çıkıyor; bu afiş, gelecekteki bir etkinliğe davet amacıyla değil, yakın geçmişte yaşanmış olanın bir mit olarak yeniden inşası için hazırlanmış. Oluşturulmak istenen bir ‘devrim’ miti. Sol üst köşede yer alan İstanbul Büyükşehir Belediyesi, Saraçhane açıklaması da aynı şekilde bu mitin inşasına katkıda bulunuyor.
Tam olarak ne kastettiğime açıklık kazandırabilmek için afişte yer alan görüntüleri teker teker ele almakta fayda var. Ön planda, Delacroix’nın Özgürlük alegorisinin durduğu yerde bu sefer İzer’in beyaz elbiseli modern Türk kadını imgesinin yerini alan koyu renk tesettürlü bir genç kadın var. Bu kadının elinde de bir bayrak var. Baş örtüsünün üzerine bayrakla aynı renkte kırmızı bir bant takmış. Kadının başı hafifçe sağa, arkasındaki kalabalıkların olduğu yana dönmüş, ancak onlara bakmıyor. Bunun yerine haykırıyor. Belki cumhurbaşkanının 15 Temmuz’daki anma töreninde yaptığı konuşmada söylediği gibi "Tekbirle tankın üstüne giden milleti kim esir edebilir” diyerek tekbir getiriyor. Kadının arkasında, tankları durduran kalabalığın önünde duran bir başka kadın var. Elinde Türk bayrağıyla başı açık ancak Temmuz sıcağına rağmen kapalı bir giysiyle resmedilmiş bir kadın. Devinim halinde değil, kararlı bakışlarını öndeki kadının gösterdiği yöne doğrultmuş öylece duruyor. Arka planda ‘halk’ tankların üzerine çıkmış, sağda ise tankın önünde bir askerin derdest edilişine tanık oluyoruz. Tam o andayız. Halkın sokaklara döküldüğü, darbeci askeri alt ettiği anda. ‘Devrim’ anında, yeni bir rejimin kuruluş anında.
Olay İstanbul’un fethinden sonra kurulan ilk semt olan Saraçhane’de geçiyor. Fonda solda tarihi Bozdoğan kemeri, sağda ise Erdoğan’ın belediye başkanı olarak ilk siyasi zaferini yaşadığı İstanbul Belediye Sarayı’nın görüntüsü. 1994’te kazandığı bu zafer, Erdoğan için kuşkusuz bir mihenk taşı. 7 Haziran seçimlerinden önce katıldığı İstanbul’un fethi kutlamalarında şöyle diyordu: “Fatih İstanbul’u 1453’te fethetti, ama fetihler öncesi ve sonrasıyla hep devam etti, Yavuz Sultan Selim’le, …. İkinci Abdülhamid’le fetihler hep devam etti. Fetih Çanakkale’dir, …. Kurtuluş Savaşımızdır, …. 14 Mayıs 1950’dir, milletin iradesine sandıkta sahip çıkmasıdır. Fetih 1994’tür”. Bu afiş bize yeni bir fetih miti sunuyor: “Fetih 15 Temmuz”dur diyor. “Fatih ise cumhurbaşkanının himayesinde, tekbirlerle tankların üzerine yürüyerek bu destanı yazanlar”.
Afişin göstermediği, darbeye sadece demokrasi istediği için direnen, yıllar boyu devlet içinde örgütlenerek en kritik pozisyonları ele geçiren din taciri bir cemaatin boyunduruğuna girmemek için, onun iyi tanıdığı zulmünden korktuğu için direnen, siyasal yelpazenin solundan ve sağından milyonlarca insanın, OHAL’in ilanından neredeyse bir yıl sonra, hâlâ demokrasi istemeye devam ettiği.