14 ve 28 Mayıs seçimleri sonucunda Cumhur İttifakı, TBMM’de çoğunluğu eline geçirdiği gibi Cumhurbaşkanlığı seçimini de kazandı. Kuşkusuz çok adaletsiz ve anti-demokratik koşullarda üstelik bir milyon civarındaki ithal seçmen ve sandıklardaki hileyle böyle bir seçim kazanıldı.
TÜİK’in verilerine göre Suriyeli ağırlıklı olmak üzere bir milyondan fazla yabancıya vatandaşlık hakkı sağlanarak böyle bir olanak elde edildi. Baskıyı, hileyi, sandıklarda (evet) Erdoğan damgalı seçim pusulalarını hesaba katıp yurt dışındaki blok oyları da dikkate aldığınızda bu sayı çok daha yükseğe çıkıyor. Aslında Erdoğan ile Kılıçdaroğlu arasındaki fark, 2 milyon 250 bin dolayındaydı.
Her şeye karşın toplumun yarısı direndi. Tüm bunlarla birlikte muhalefetin de ciddi bir sorgulama, özeleştiri ve yeni döneme ilişkin bir yol haritasını ortaya çıkarması gerekiyor.
Öte yandan insanlık tarihine baktığımız zaman demokrasi mücadelesi, uzun soluklu, engebeli, ileri ve geri gidişleri olan bir süreçtir. Seçimler de bu sürecin sadece bir uğrak yeridir. Başka mücadele yolları ve yöntemleri de vardır.
Özellikle mevcut düzeni değiştirme iddiasında olan devrimciler açısından seçim meselesi sadece bir yoldur. Bu toplumun üçte ikisinden fazlasını ücretli kesim oluşturduğu halde kültürel ve dini, etnik kimliklere ilişkin değerlerin sınıfsal değerlerden belirli ölçü ve zamanda daha geçerli olabileceği görülüyor.
SINIF BİLİNCİ DEĞİŞİKLİĞİ
İşçi sınıfındaki bilinç değişikliği, özellikle yaşanan olaylarda ve eylemliklerde daha etkin olabiliyor. Örneğin Türkiye işçi sınıfı tarihinde önemli ve etkin bir olay olan 15-16 Haziran 1970 direnişinde, olaylara katılanların büyük bir bölümü Türk-İş üyesi ve zamanın iktidarı olan Adalet Partisi’ne (AP) oy veren işçi kitleleriydi.
İşçi sınıfı bu eyleminde, AP iktidarını, karşısındaki ordu ve güvenlik güçlerinin tavrını daha net bir biçimde gördü. Sıkıyönetim ilanı, sendika liderleri ve öncü işçilerin tutuklanması, yasa yoluyla sendikal örgütlenme hakkının ellerinden alınması, sınıfın bilinç değişikliğinde önemli derecede rol oynadı.
Dolayısıyla işçi sınıfı, egemen güçleri, burjuvaziyi, iktidarın yapısını kavramaya çalıştı. Sonuçta sınıf bilincinin oluşumu, bu süreçler sonunda mümkün olabiliyor. Siyasal tercihlerin değişmesi, sınıf bilinci giderek belli bir süreçte kazanılıyor.
1961 Anayasası ile sağlanan nispi demokratik ortamda işçilerin de örgütlenme hakkını kullanabilmesi, Türk-İş içindeki Maden-İş ve benzeri sendikaların daha mücadeleci, ücret ve diğer haklar yönünden daha fazla kazanım elde edici tutumları sonucunda 1967’de DİSK adında ayrı bir konfederasyonun kurulmasına yol açtı.
15-16 HAZİRAN’DAN 1980 DARBESİ'NE
DİSK’in başlattığı eylemler, fabrika işgalleri, belli bir yaygınlık kazanmakla birlikte 1965’te tek başına gelen AP iktidarı işçilerin oylarına da sahipti. Kuşkusuz işçi mücadelesinin yanında diğer toplumsal kesimlerin, öğrencilerin, köylülerin mücadelesi de önemliydi. Genel bir sol dalga, hem dünyada, hem de ülkemizde yükselen bir değerdi.
Sonuçta 1965 seçimlerinde genellikle AP’ye oy veren işçi kesimi, bu gelişmelerin etkisi ve örgütlülüğüyle 15-16 Haziran 1970 olaylarında iktidarın tavrını daha iyi kavradı. Ardından 12 Mart 1971 askeri darbesine rağmen Ekim 1973 seçimlerinde bu kez CHP’nin birinci parti olmasında da katkı sağladı.
Ancak 1973-1980 arasındaki çalkantılı dönem ve ardından 12 Eylül 1980 askeri darbesiyle birlikte bu kez işçi sınıfı büyük ölçüde örselendi, ciddi hak kayıplarına uğradı. Keza 12 Eylül döneminde işçi sınıfının ve onun sendikal örgütlülüğünün etkili bir karşı koyuş, direnç göstermediğini de önemli bir olgu olarak tespit etmek gerekir.
1989 BAHAR EYLEMLERİ
İşçi hareketi, 1980 darbesine ciddi bir tepki gösterememesine rağmen parlamenter siyasal sürecin yeniden başlamasıyla birlikte yavaş yavaş canlanmaya başladı. 1980-1988 yıllarındaki emek aleyhindeki politikalara karşı çeşitli sendikal direnişler ortaya çıktı.
1989 Bahar eylemleriyle iktidardaki Özal’ın ANAP’ına karşı ciddi tepkiler oluştu. Önce ANAP yerel seçimleri kaybetti. Ardından da kamu işçileri, yüzde 142’lik bir zam aldılar. Bunu memur zamları izledi. Özel sektör işçileri de bu oranlara yakın zam elde ettiler. Böylece işçi sınıfı, emekçi kesim, 1980 darbesinin olumsuz koşullarını lehine çevirmeyi başardı.
Sonuç itibariyle buraya kadarki süreci özetleyecek olursak; işçi hareketini belirleyen faktörleri şu üç başlık altında toplamak mümkündür:
1) Dönemin sosyal ve siyasal durumu
2) İşçi sınıfının yaşam koşulları
3) İdeolojik etkilenme
AKP DÖNEMİ VE İŞÇİ SINIFI
Görüldüğü gibi 1960’lardan 2000’li yıllara gelen süreçte, içinde bulunulan ortamın siyasal ve sosyal durumu, işçilerin özellikle ekonomik yönden yaşadığı koşullar, demokratik ve darbe dönemlerindeki haklar ve kayıplar, ideolojik olarak çalışanların dönemin özelliklerinden etkilenmesi, belirleyici faktörler olarak karşımıza çıkıyor. Peki AKP’nin iktidara gelmesiyle birlikte günümüzdeki durum nedir?
2002’de AKP’nin iktidara gelmesiyle birlikte öncelikle İş Kanunu’nda önemli değişiklikler yapıldı, işçiyi koruyan mevzuattan işyerini, dolayısıyla işvereni kollayan bir mevzuata geçildi.
Sosyal güvenlik başta olmak üzere birçok hak kayıpları oldu, kiralık işçilik yasası kabul edildi, güvencesiz ve sigortasız çalışanlar yaygınlaştı, grev yasakları arttı, otoriter bir emek rejimi inşa edilmeye çalışıldı. Memur-Sen, Hak-İş gibi hükümet yanlısı sendikalar etkinlik kazandı, Türk-İş de iktidardan yana tavır aldı.
Keza ideolojik anlamda siyasal İslamcı bir çizgiyi benimseyen AKP iktidarı, bu anlayışıyla emek kesimini de etkiledi. Emek kesiminde de dini değerlere ağırlık verilmesi sonucu, işçinin sınıf aidiyeti ve sınıfsal kimliğinde ciddi değişiklikler oluştu, muhafazakar ve milliyetçi eğilimler yaygınlaştı. Tüm bu sonuçlar, seçimlerde de etkisini gösterdi.
EMEK EKSENLİ SİYASAL MÜCADELE
Tüm bu verili koşullar altında nicel anlamda toplumun büyük bir çoğunluğunu oluşturan ücretli emek kesimde yeni bir anlayışla çalışmak gerekli gözüküyor. İşçi mahallelerinde, organize sanayi bölgelerinde, gerek mavi yakalı, gerekse beyaz yakalı çalışanların bulunduğu işyerlerinde somut sorunlardan hareketle somut taleplere ilişkin çözümler önererek harekete geçmek gerekiyor.
Bu unsurları şu başlıklar altında toplamak mümkündür:
-Birleşik bir mücadele esastır.
-Tabandan ve yerellerden başlayan yatay bir örgütlenme yapılmalı,
-İşçi ve kamu çalışanı ile birlikte güvencesiz çalışanı, işsizi, emekliyi kapsayan bir örgütlenme modeli yaratılmalı. Bu çerçevede işçi meclisleri kurulmalı. Daha önceki işçi sendikaları birlikleri modelinden örnek alınmalıdır.
-Uzlaşmacı, teslimiyetçi sendikal anlayıştan mücadeleci anlayışına geçilmelidir.
-Bu çerçevede tutucu sendikal bürokratik kadroların tasfiyesi önem kazanmaktadır.
-Emek kesiminin somut taleplerini dikkate alan ve antikapitalist bir perspektife sahip olan bir mücadele programı ortaya konmalıdır.
-Ekonomik ve siyasal mücadelenin birleştirilmesi gerekir. Yani sendikal ve siyasal mücadelenin bütünlüğü esastır.
-İşçi hareketine öncülük edecek sosyalist eğilimli politik bir önderliğe de ihtiyaç vardır.
DEMOKRASİ CEPHESİNİN GEREKLİLİĞİ
Kuşkusuz otoriter ve faşizan baskıların daha da artacağı böyle bir dönemde bu koşulları yaratmak son derece zor gözüküyor. Ama tüm demokratik olanakları kullanmanın yolları aranmalıdır.
Sosyalist parti ve örgütlenmelerin bağımsız bir odak oluşturmasında da yarar vardır. Kuşkusuz böyle bir odağın oluşturulması da zordur ancak seçim dönemi dikkate alınarak daha geniş bir sosyalist birlikteliğin yaratılması yönünde çaba harcanmalıdır.
Keza Emek ve Özgürlük İttifakı ve CHP ile birlikte geniş bir muhalefet bloğunun oluşması da son derece yararlı olacaktır. Özellikle böyle geniş bir demokrasi cephesinin temel hak ve özgürlüklerle birlikte kamuculuğu, laikliği, bağımsızlığı ve anti- faşist bir programı öngörmesi de gerekli gözüküyor…