“Dezenflasyon”u beceremeyenler “dezenformasyon” kanunu çıkarıyor.
Bu şu demek:
“Bizim yaymadığımız, manipüle etmediğimiz, kukla medyaya tek manşetten oturtmadığımız, trollerin diline, tetikçilerin eline vermediğimiz hiçbir haber, objektif ve doğru değildir!”
Mesela, bu ülkede aç yok.
Bir baba küçük bir oğlunu öldürüp diğerini vurup intihar etmedi.
Bir adam Galata’da kendini yakmadı.
Bir çocuk annesinin alamadığı bir şeyin ardından ağlamadı.
Doğal gaza yaz zammı, doğal.
Benzine yine zam, tabii.
İçkiye yeni zam, sevap.
Elektriğe tekrar zam, farz.
Bir iki aya düşüşe geçer dediğiniz enflasyonun uçması, yalan.
Nasıl bir hikâye, uzun, çok uzun bir hikâye, artık bir kâbus yazdığınızın farkında mısınız?
Yoksa kendinizi de o kadar kaybettiniz mi?
Yola nasıl çıktınız, neler dediniz, vaat ettiniz, hatırlar mısınız?
Demokrasi, özgürlük, hak, hukuk, adalet; hepsini kendinize yonta yonta nasıl tükettiniz, biliyorsunuz ki pek kalmadı, kalanı da yiyip bitirecek misiniz?
“Sürtük”e kadar geldiniz! Kimseye ihtiyacınız yok ki, eleştiri diye!
Bu sansür, tek ses işlerini en çok AKP’nin ve Erdoğan’ın bilmesi lazımdı.
Tamam, biliyorlar da, benim söylemek istediğim, bunların bir işe yaramadığını da bilmeleri gerekirdi.
20 senenin baş döndürücü, vaat büktürücü, hak ve özgürlük tüketici uzunluğu unutturmuş olmalı.
2002’de “tek sesli büyük medya”nın onca aleyhte ve çoğu kurgu, manipülatif haberine, tetikçi makalelerine vb. rağmen, halkın öfkesiyle, tepkisiyle bir umut yaratıp seçimi kazananlar…
2022’de “tek sesli havuz medyası”yla, bindirilmiş trolleri, ilişmiş gazetecileri, bağımlılaşmış kimi yargı mensubu, bol yasak ve sansürle, bittabi baskı ve korkuyla da, kazanmayı umuyor ya…
Nasıl deniyordu:
Hafıza-i beşer nisyan ile mi maluldü… İsyan ile mi!
İnsanlar sadece hakkınızda “olumsuz bilgi, eleştiri gördüğü” için uzaklaşmıyor sizden yahut karşınızda birleşmiyor…
Kendi akılları, yürekleri, vicdanları, muhakemeleri, acıları, hayal kırıklıkları, umutsuzlukları içinde beslemek istedikleri umutları, evlatları için endişeleri, hayatlarına sürekli çarptığınız gerilimler, hiddet ve manevi-maddi şiddet yüzünden zaten kendi kararlarını veriyorlar.
Her haberi sansürleseniz, her eleştiriyi davalık etseniz bile, iyi biliyorsunuz ki, size 20 sene önce seçimi kazandıran ne varsa, şimdi size seçimi kaybettirmek üzere hararet içinde.
Bu olur, olmaz…
O harareti bastıracak başka yangınlar olur yahut mucize yaratırsınız, bilemem.
Ama bildiğim, sansür ve baskı, tehdit ve korku, çürümeyi önlemiyor; çürümenin fark edilmesini de engellemiyor.
Canı acıyana, canın acımıyor demeyi deneyin.
Denediniz zaten; aç olana, aç değilsin diye kızarak!
İşsiz olana, iş var beğenmiyorsun diye bağırarak!
Şehidine yanana, kimileri parasıyla, torpiliyle kaçarken, askerlik yan gelip yatmak değildir diye öfkelenerek!
Doğru söyleyene de, yalancı diye saldırarak!
Bir köylüye, çiftçiye, memura, işçiye, emekliye, yoksula, yoksuna, küçük esnafa, haciz yiyene, intiharı düşünene, sofrasını küçültene, eskilerini ters yüz edene, emeği artıp yemeği azalana, kendileri ezilir ve kaybederken kimlerin kazandığını görene de tahmin edene de, bunları gazetecinin, haberin, sosyal medyanın anlatmasına bile gerek yok.
Herkes ateşi biliyor, herkes yoksun kalmayı biliyor, herkes acıyan canının farkında, herkes ne yaşadığının ve ne yaşayamadığının zaten kendisi farkında.
O farkındalıkla da elbet oy verenleriniz az olmaz…
Ama öyle 50’ler, hiçbir sansürle, baskıyla da geri gelmez!
Bir yüzde 50’ye bile nasıl çıktığınıza bakın…
Bir de onca insanın, hayatın üzerine basa basa, nasıl da oralardan aşağılara düştüğünüze!
Belki oradan öyle görünmüyordur.