Diamonds are forever… Bir Sevgililer Günü hikayesi

Tıpkı bugün Erzincan İliç’te yaşanan altın madeni cinayetinde olduğu gibi, değerli taşların tarihi, insanın değersizleşmesinin, doğanın talan edilmesinin ve yoksulların heder edilmesinin tarihidir. Bu bakımdan, elmaslar da bütün diğer maddeler gibi sonsuz değildir ama kanlıdır, Sevgililer Günü'nde bile.

Osman Özarslan osmanozarslan@gmail.com

İkinci dünya savaşının başladığı ve büyük buhranın sarsıntılarının henüz tam olarak geçmediği yıllarda, yani 1940’ların başında ABD’de erkekler evlendikleri kadınlara ve sevgililerine nadiren elmas-pırlanta gibi değerli taşları armağan ediyorlardı. De Beers kartelinin mirasçılarından birisi olan Openheimer, N.W. Ayer isimli bir reklam firması ile anlaştı ve o yıllarda düşüşe geçmiş olan pırlantanın imajını güçlendirmek için bir reklam kampanyası tasarladı. Bu kampanyanın temasına göre, erkekler için satın alınabilecek olan pırlantanın büyüklüğü erkeğin gücünü, bunun hediye edilişi de kadına gösterilen sevginin bir ölçüsü olacaktı.

İkinci dünya savaşından sonra, bilindik Holywood numaraları, reklamlar, cemiyetin önemli simaları, sinema artistleri birden bire elmas-pırlanta olmadan görüntü vermez oldular. De Beers’in finanse ettiği seminerlerde pırlanta ve sevgi-arasındaki ilişki lise talebelerine kadar anlatıldı. Böylelikle ABD’de, sevgi elmas-pırlanta ile evlilik de bununla taçlandırılan bir yüzükle eşitlenmiş oldu.

Elmas-pırlanta karteli De Beers benzer bir numarayı, tema ve stratejisini farklılaştırarak Japonya’da da uyguladı. Japonlar yaklaşık bin yıl boyunca, oldukça mütevazi bir evlilik seremonisine sahiplerdi. Genç çiftler ailelerinin şahitliğinde, şintoist ritüeller eşliğinde  aynı ahşap kaseden pirinç rakısını içtikten sonra, karı koca ilan edilirlerdi. Evlilik öncesi, baştan çıkarma, hediyeleşme, filörtleşme, gibi süreçler yaşanmadığı gibi, mütevazi evlilik seremonisinde de kıymetli takıların yeri yoktu.

1967’de De Beers marifetiyle,  Walter Thompson reklam ajansı, Japonya’da pırlanta ve kıymetli takıların büyük ve bomboş pazarına girip bu pazarı değerlendirmek için o dönemin en büyük reklam kampanyasını başlattı. Reklam ajansı, kampanyasını, pırlantanın Batılı olmanın bir göstergesi olduğu temasının üzerine oturttu. Japon gazetelerinde ve dergilerinde boy gösteren Japon mankenler pırlanta yüzüklerini sergiliyorlardı. Ve bu mankenler, Batılı mimikler, duruşlar ve pozlarla kendilerini sergilerlerken elbette Batılı kıyafetler giyiyorlardı. Hatta, reklam kampanyasında kullanılan mankenler, o dönem Japon kültürü içinde pek de kabul edilebilir bir yerde durmayan, bisiklete binme, kampçılık, yatçılık, okyanusta sörf ve dağcılık gibi aktiviteler içindeydiler ve tüm bu Modern-Batılı Japon kadınların arkalarında, gene batılı tarzda giyinmiş, modern bir Japon erkeği duruyordu.  Dahası, kampanyanın dekorunda kullanılan otomobiller, ekipmanlar Japon malı değil ithal ürünlerdi. Böylelikle kampanyayı düzenleyenler, geleneksel Japon kültürü karşısında, modern Batılı olmanın bir nişanesi olarak, pırlanta yüzüğü iyice parlatmışlardı.

Kampanya son derece başarılı oldu, aslında Japonya’da 1959 senesine kadar pırlanta ihraç edilmesi bile yasaktı fakat, 1968 senesinde pırlanta kampanyasının ardından kadınların yüzde 5 kadarı, 1972’de  yüzde 27’si, 1978’de yüzde 50’si, 1981’de de yüzde 60’tan daha fazlası evlenme ritüellerinde elmas-pırlanta yüzük taktılar.

Günümüzde pırlanta artık Japon evlilik seremonisinin ve duygusal ilişkilerinin vazgeçilmez göstergelerinden birisi ve Amerika’dan sonra pırlantanın en büyük pazarı Japonya.

***

Tüm bu elmas-pırlanta şatafatı, James Bond serisinin, Diamonds are Forever filminde artık tümüyle zirveye yerleşmişti. Shirley Bessey filme ismini veren şarkıda şöyle diyordu:

aşka ihtiyacım yok

ne işime yarayacak aşk benim

elmaslar asla yalan söylemezler

aşk bitse bile

onlar üzerimde ışıldarlar

elmaslar sonsuzdur…

***

Elmasların sonsuz hale gelmesi, tahmin edileceği üzere, birkaç reklam kampanyasından daha fazlasıdır. Edward Jay Epstein* bu olayı, “elmasın icadı” olarak adlandırıyor ve arkasındaki oldukça komplike tarihi gene oldukça ayrıntılı bir şekilde ele alıyor. Epstein’e göre, elmasın icadı herşeyden önce, belirsiz piyasalarda elmasın değerini koruma altına almaktır. Bunun için öncelikle, dünyadaki bütün önemli elmas madenlerinin üretimi kontrol altına alındı. Böylelikle mücevher arzı da kontrol altına alınmış oldu. Daha sonra, bu kontrollü mücevher arzını, herhangi bir zamanda mevcut olan işlenmiş elmas miktarının halkın bunlara olan talebini asla aşmamasını sağlamayı amaçlayan belirli kurallara uymayı kabul eden belirli sayıda elmas kesicisine tahsis etmek için bir sistem tasarlandı. Tüm bunları, bu sisteme sadakatle hizmet eden ve nihayetinde sistemden kazanç sağlayan tüm insanların davranışlarını düzenlemek için bir dizi ince ama etkili teşvikin yürürlüğe konması takip etti.

Epstein’in “elmasın icadı” dediği süreç yalnızca hammadde ve pazarın basitçe kontrolü değil, bundan daha fazlasıydı. Bunun için, Londra'daki bir kasada büyük bir kesilmemiş elmas stoku; Avrupa'daki bankalara yatırılmış milyar dolarlık nakit para; Antwerp, Tel Aviv, Johannesburg ve Londra'da faaliyet gösteren özel istihbarat ağı; reklam ajansları, komisyoncular ve distribütörlerden oluşan küresel bir ağ; büyük elmas alımlarını gizlemek için Afrika'daki kurumsal paravanlar ve yıllık üretim kotaları belirleyen uluslarla yapılan özel anlaşmalar.

Dolayısıyla bu kartel, elmas fiyatlarını sabitleyen bir tekelden çok daha fazlasıdır; küçük karbon minerallerini, küresel olarak güç ve romantizm sembollerine dönüştüren bir simya makinası. Öte yandan, bu simya makinasının bir numarası daha var o da, satın alınmış taşların sonsuz sevginin bir nişanesi olarak asla piyasaya geri dönmemesi, “sonsuza kadar” gittiği yerde kalmasının sağlanması. (Bu noktada, holywoodvari filmlerde, büyükanneden anneye, anneden oğula, oğuldan da müstakbel geline takdim edilen elmas-pırlanta yüzük klişesini hatırlayalım.) Nihayetinde başarılı olabilmesi için, bu taşlara halkın onları yeniden piyasaya sürmesini engelleyecek türden bir duygu yüklenmesi gerekir. Bu nedenle kitlelerin zihnine elmasların sonsuza kadar kalıcı olduğu yanılsamasının aşılanması gerekiyordu - asla yeniden satılamayacakları anlamında "sonsuza kadar".

Bu buluş, yani gittiği yerde nesilden nesile kalan ve kutsal aşkı simgeleyen elmas-pırlanta fikri, yeni bir strateji olmakla birlikte, elmas-pırlanta piyasasını görece rahatlatan bir stratejiydi. Zira, on dokuzuncu yüzyılın sonlarına kadar elmaslar gerçekten nadir bulunan taşlardı. Sadece Hindistan'daki birkaç nehir yatağında ve Brezilya ormanlarında bulunurdu. Tüm dünyadaki mücevher elmas üretimi yılda sadece birkaç kilogram buluyordu.

Ancak 1870 yılında bu durumda köklü bir değişiklik oldu. Güney Afrika'daki Orange Nehri yakınlarında devasa elmas "boruları" keşfedildi. Artık elmasların da madenleri vardı ve nehirde tesadüfen bir elmas bulmak yerine, elmaslar devasa buharlı kepçelerle bu madenlerden çıkarılabiliyordu. Birdenbire piyasa giderek büyüyen bir elmas seline kapıldı. Güney Afrika madenlerini organize eden İngiliz finansörler yatırımlarının tehlikede olduğunu kısa sürede anladılar: Elmasların özünde çok az değeri vardı ve fiyatları neredeyse tamamen kıtlıklarına bağlıydı. Güney Afrika'da yeni madenler geliştirildiğinde, elmasın en iyi ihtimalle sadece yarı değerli bir mücevher haline geleceğinden korkuyorlardı.

Elmas madenlerindeki büyük yatırımcılar, çıkarlarını madenlerin üretimini kontrol edecek ve gerekli olan diğer her şekilde elmas kıtlığını ve yanılsamasını sürdürecek kadar güçlü olacak tek bir kuruluşta birleştirmekten başka alternatifleri olmadığını fark ettiler. Bu amaçla yarattıkları aracın adı, Güney Afrika'da kurulmuş bir şirket olan De Beers Consolidated Mines, Ltd. idi.

De Beers dünya elmas ticaretinin tüm yönlerine nüfuz edip kontrolü ele geçirirken, aynı zamanda pek çok farklı biçime de büründü. Londra'da, Elmas Ticaret Şirketi gibi zararsız bir isim altında faaliyet gösteriyordu. İsrail'de, her şeyi kucaklayan "sendika" kisvesi altında biliniyordu. Antwerp'te ise sadece CSO olarak adlandırılıyordu. Kara Afrika'da ise Diamond Development Corporation ya da Mining Services, Inc. gibi isimler taşıyan yan kuruluşlar altında Güney Afrika kökenlerini gizledi. Dolayısıyla, en güçlü olduğu dönemde, sadece Güney Afrika'daki tüm elmas madenlerine doğrudan sahip olmasının yanında, İngiltere, Portekiz, İsrail, Belçika, Hollanda ve İsviçre'de elmas ticareti yapan şirketlere de sahipti.

1980’lere gelindiğinde De Beers, modern ticaret tarihindeki en başarılı kartel düzenlemesi olduğunu kanıtlamıştı. Yarım yüzyıldan fazla bir süre boyunca bütün değerli değersiz madenler, ve doğal hammaddeler pek çok değişkenden dolayı, piyasalarda dalgalanırken, elmas her yıl fiyatını artırmaya devam etmişti.

***

Öte yandan, Epstein’in “elmasın icadı” olarak tanımladığı süreç yalnızca arz-talep piyasasının kontrol edilmesi, güç istenci, sevginin ve erotizmin, bu ‘değerli’ madenlerde tecessüm edilmesinin manüple edilmesinden daha fazlasıdır.

Öncelikle, dünyadaki en zengin elmas madenlerine sahip olan ülke Sierra-Leone dünyanın en yoksul ülkesidir. Sierra Leone, dünyanın en tekinsiz ülkelerinden birisidir. Sierra-Leone dünyadaki çocuk asker oranının en yüksek olduğu ülkelerin başında gelir ve sokak çeteleri ile askeri darbeler arasında alabildiğine istikrarsızlaştırılmış bir ülkedir. Sierra-Leone’nin sokakları, çete savaşlarında ya da elmas madenlerinde çalışırken uzuvlarını kaybetmiş dilencilerle doludur.

Tıpkı bugün Erzincan İliç’te yaşanan altın madeni cinayetinde olduğu gibi, değerli taşların tarihi, insanın değersizleşmesinin, doğanın talan edilmesinin ve yoksulların heder edilmesinin tarihidir. Bu bakımdan, elmaslar da bütün diğer maddeler gibi sonsuz değildir ama kanlıdır, Sevgililer Günü'nde bile.

Ayrıntılı okuma için:
1-Have You Ever Tried to Sell a Diamond? and Other Investigations of the Diamond Trade
2-The diamond invention

Tüm yazılarını göster