TİP, Türkiye’de olduğu gibi yurtdışı seçim bölgelerinde de Yeşil Sol oyları bölmeyi değil, bugüne kadar sandıktan uzak duran ya da CHP’ye oy veren sol seçmen kitlesi yanında ilk kez oy kullanacak genç seçmenleri hedeflediğini söylüyor. Londra için bu öngörünün doğru olma ihtimali var çünkü TİP etkinliklerinde görülen taraftar profili, Londra’nın alışılmış HDP seçmen kitlesinden farklı bir sosyolojiye yaslandığı izlenimi uyandırıyor.
Yüksek Seçim Kurulu’na göre ‘Yurtdışı’, yerkürenin hemen her kıtasında irili ufaklı ‘ilçeleri’ bulunan bir ‘il’. Bu, fiziki anlamda devasa fakat toplam 3 milyon civarında seçmenin kayıtlı olduğu orta halli bir seçim bölgesidir. İşte bu yurtdışı ilinin Birleşik Krallık (kısaca İngiltere) ilçesinin iki mahallesinde de (Londra ve Edinburgh) 2015’ten beri seçim sandığı kuruluyor. Çoğunluğu Londra’da olmak üzere 100 bine yakın kayıtlı seçmene sahip bu ilçede, seçimlere katılım oranı yüzde 25 civarında. HDP’nin birinci parti olduğu ender ülkelerden biri (12 bin kadar oy ile yüzde 50 ila 60 arasında değişiyor).
Seçim rakamlarının, İngiltere’de yaşayan Türkiyelilerin değişen sosyolojik yapısıyla örtüştüğü görülüyor. 1980’li yıllarda az sayıda sosyalist sürgün ve 1978 Maraş Katliamı mağduru birkaç Alevi/Kürt aileyle sınırlı oldukça küçük ama son derece politik bir Türkiye diasporası mevcuttu. 1989’da Kürt illerinde çatışmanın tırmanışına paralel olarak başlayan göç dalgası sonucu kısa sürede sayısı yüz binlere ulaşan Türkiyeli topluluk, bu politik çekirdek etrafında şekillendi. İngiltere, en çok göçü Maraş ve çevresindeki illerin kentsel ve kırsal nüfuslarından aldı. O güne kadar İngiltere sol parti ve örgütleriyle ve demokratik yapılarla iyi ilişkiler kurmuş olan sosyalist sürgünler, kendilerini ilk kez ülkelerinin taşrasıyla yakın temas içinde buldular. İngiltere solu da bu vesileyle ulusal sorun başlığı altında İrlanda özgürlük mücadelesi kadar Kürt meselesine de aşina olmaya başladı. Yeni göçmenler, var olan birkaç toplum merkezini dönüştürürken yeni dernekler ve kültür merkezleri kurarak İngiltere’de Türkiye eksenli siyaseti, Kürt/Alevi siyasi canlanışın yörüngesine çağıran güçlü bir çekim merkezi oluşturdular.
KUZEYDOĞU LONDRA’DA TARİH, KÜLTÜR, GÖÇ VE SİYASET
Türkiyeli göçmenler asıl olarak Thames Nehri'nin kuzeydoğu kısımlarına yerleştiler. En çok Stoke Newington ve Haringay semtlerinde; atelyeleri, manav-bakkal ve berber dükkanları, restoran ve kafeteryalarıyla kısa sürede görünür oldular. Haringay, Kıbrıslı Türk ve Grek yerleşimin ve iş yerlerinin yoğunlaştığı bir bölgeydi ve Türkiyeli yeni göçmen nüfusun yabancılık çekmeden eklemlenmesi için uygun zemin sunuyordu. Stoke Newington ise Türkiyelilerden önce Jamaikalı siyah ve Doğu Avrupa kökenli Yahudi topluluklara ev sahipliği yapmaktaydı.
Dünyanın pek çok metropolü gibi Londra da doğumlardan çok göçlerle büyüyen bir kent olmuştu. Yahudiler, siyahlar, İrlandalılar ve Asyalılar (Hintliler, Pakistanlılar ve kısmen Çinliler) her daim var oldukları gibi bazı tarihsel olaylar sonucu büyük göç dalgaları halinde kente gelip yerleşmişlerdi. Stoke Newington, muhalif tarihi gereği diasporik toplulukları bünyesine kabul eden bir semt olmuştu. Komşu semt İslington’la birlikte Avrupalı siyasi sürgünlere ev sahipliği yapmasıyla ünlüydü. Rus Sosyal Demokrat İşçi Partisi kongreleri orada yapılmış, Bolşeviklerin yayın organı Iskra yıllarca düzenli olarak Islington’da bir matbaada basılmıştı.
Kuzeydoğu Londra’nın ve özellikle Islington ve Stoke Newington semtlerinin İngiltere’nin siyasi tarihi içinde istisnai bir yeri vardır. 14. Yüzyıl'daki ilk ‘Kelle Vergisi’ ayaklanmasından itibaren birçok protesto eyleminin alanı oldu. Cromwell, kraliyet karşıtı cumhuriyetçilere orada hitap etti. 18. Yüzyıl’da tarihin ilk feminist manifestosu olan ‘Kadın Hakları Evrensel Beyannamesi’nin yazarı Mary Wolstonecraft orada yaşıyordu. Liberal felsefenin kurucusu John Stuart Mill’den Daniel Defoe’ya kadar birçok ünlü isim de öyle. Kadınlara eşit oy hakkını savunan süfrajet hareketi Islington/Stoke Newington’da örgütlendi ve birçok eylemini o sokaklarda gerçekleştirdi. 1936’da yükselen faşist hareketin Yahudi, mülteci ve İngiliz soluna mensup militanların mücadelesiyle çökertildiği Cable Street çatışmaları, Stoke Newington’a yürüme mesafesinde cereyan etti. 1980’li yıllar boyunca Thatcher rejiminin sosyal haklara karşı saldırılarına en büyük direniş kalelerinden biri olurken, tarihi boyunca bu bölgede hiçbir zaman Muhafazakar Parti’ye milletvekili hatta belediye meclis üyeliği kazandıracak kadar oy çıkmadı.
19. Yüzyıl pogromlarının mağduru Doğu Avrupa Yahudileri İngiltere’ye ulaştıklarında, kitleler halinde Stoke Newington’a ve kuzey komşusu Stamford Hill’e yerleşerek bölgeyi adeta kolonileştirdiler. Özellikle İkinci Dünya Savaşı sonrası, eski İngiliz İmparatorluğu (Commonwealth ülkeleri) topraklarından yaşanan emek göçü sonucu Stoke Newington’da bir siyahi topluluk gelişti. 1989’da Türkiye’den göç dalgasının başlangıcından itibaren ise bu bölge, kolonileştirilmese de Maraş ve çevre iller ağırlıklı Türkiye renklerini taşıyan tipik bir kozmopolit Londra semti niteliği arz etmekte. Etnik ve inançsal çeşitlilik, Stoke Newington’un muhalif ve radikal demokrat özü etrafında kendisine hayat alanı bulurken semtin geleneksel İngiliz sakinleri de hayatlarına mültecilerin yaptıkları katkılardan ziyadesiyle memnun. Çok kültürlü hayat, semtte farklı inançtan komşuların Noel, Ramazan ve Şabat’ta birbirlerini kutlamaları kadar; Alevi/Kürt mahallesinin ortasında hem Türk Diyaneti kontrolündeki Aziziye Camii ve cemaatinin hem de Nakşibendi Şeyh Kıbrısi tekkesinin varlıklarında görünürlük kazanır. Burada kilise, sinagog, cami ve cemevleri birbirlerine komşudur. Çoğu kültürel etkinlik, inanç ya da ideoloji farkı gözetmeksizin semtin akustiği zengin kiliselerinde gerçekleştirilir.
2000’li yıllarla birlikte Stoke Newington, kent merkezine yakınlığı nedeniyle Londra’nın büyüyen finans sektörü başta olmak üzere çeşitli beyaz yakalı iş alanlarında çalışan genç profesyonellerin yaşamayı tercih ettiği gözde ve pahalı semtlerden biri haline geldi. Bu duruma paralel olarak canlanan ticaret, eğlence sektörü ve değerlenen konut piyasası, Türkiyeli göçmen topluluğun da önüne yeni fırsatlar koymaya başladı.
Kadim sol sığınmacılar kuşağı 141-142’nin kaldırılması, 1991 şartlı tahliyeleri ve ardından ÖDP’nin kuruluşu gibi gelişmeler paralelinde bir tersine-göç süreci yaşamıştı ama Türkiyeli diasporanın hayatı onların geride bıraktığı sosyalist çekirdekten kopmadı; oradan beslenerek çeşitlendi. Londra’da yoğunlaşan Türkiyeli nüfus, önce yerine alıştı, sonra küçük/orta ölçekli ekonomik girişimlerle refah düzeyini yükseltti ve giderek kent ve ülke siyasetinde nüfuz sahibi olmaya başladı. ‘Yabancı proleter’ kulvarını kısa sürede aşan birinci nesil, çoğu Londra doğumlu ikinci kuşağa bayrağı orta sınıf seviyesinden devretmekteydi. Bu sosyolojik dönüşümün siyasete yansıması, ulus ve inanç başta olmak üzere kimlik taleplerinin sosyalizmle sentezi anlamında radikal demokratik bir gövdenin oluşumuydu. Aslında HDP ile amaçlanan yapı, İngiltere diasporası içinde parti kurulmadan çok önce oluşmuştu.
TİP’İK SOSYOLOJİ
Sonuç, başlangıçta aktarılan seçim sonuçları tablosu oldu. Şimdi yeni bir seçim dönemine girerken HDP bileşenleri Yeşil Sol Parti çatısı altında özgüvenin verdiği rahatlıkla bir kampanya dönemi yaşamayı planlıyorlar. Ne ki, bugünlerde Türkiye’de olduğu gibi yerel diasporik siyaset sahnesinde de bir yeni oyuncu boy gösteriyor: Türkiye İşçi Partisi (TİP), 18 Nisan akşamı Stoke Newington’da seçim bürosu açılışını gerçekleştirdi. Barış Atay’ın katıldığı açılış yoğun ilgi gördü. TİP, Türkiye’de olduğu gibi yurtdışı seçim bölgelerinde de Yeşil Sol oyları bölmeyi değil, bugüne kadar sandıktan uzak duran ya da CHP’ye oy veren sol seçmen kitlesi yanında ilk kez oy kullanacak genç seçmenleri hedeflediğini söylüyor. Londra için bu öngörünün doğru olma ihtimali var çünkü TİP etkinliklerinde görülen taraftar profili, Londra’nın alışılmış HDP seçmen kitlesinden farklı bir sosyolojiye yaslandığı izlenimi uyandırıyor.
İngiltere İçişleri Bakanlığı, 1990’lı yıllar boyunca oldukça cömert davrandığı Türkiye’den siyasi sığınma başvuruları karşısında 2000’li yıllarda giderek katılaşan tavizsiz bir ret politikası geliştirdi. Bu durumda, İngiltere’ye gelip yerleşmek için tek umut kapısı olarak 1963 tarihinde Ortak Pazar ülkeleriyle yapılmış Ankara Anlaşması temel alınmaya başladı. Bu anlaşma gereği, İngiltere’de bir iş kurmak ve başvuru süresince sosyal devlet olanaklarından yararlanmadan hayatta kalmak gerekiyor. Bu da başvuru sayısındaki azalma bir yana başvuranların eğitim ve gelir düzeyinde hissedilir bir yükselmeye neden oluyor. Türkiye’de siyasi iktidarın artan baskıları karşısında bunalan gençler, 2010’lu yıllar boyunca yaygın ve yoğun biçimde Batı’ya göç olanaklarını araştırdılar. İngiltere, siyasal sığınma seçeneğini kapatmış olduğundan Ankara Anlaşması başvurularında bir patlama yaşandı. Erdoğan’ın başkanlık sistemiyle birlikte baskıları artarken İngiltere de Brexit ile Avrupa Birliği’nden çıktı; böylelikle Ankara Anlaşması yolu da kapanmış oldu. Ama bu arada oldukça yüksek sayıda başvuru yapılmış ve yeni bir diaspora profili oluşmaya başlamıştı. Yakın geçmişten farklı olarak kentli orta sınıf kültürü içinden gelen, ekonomik durumu kötü olmayan, üniversite mezunu seviyesinde yeni bir Türkiyeli göçmen kuşağı belirdi. Bu yeni kuşak için Erdoğan’a muhalif olmak önemli bir ortak payda ve çoğu CHP seçmenine göre daha sol fikirlere sahip.
İşte TİP önümüzdeki birkaç hafta boyunca İngiltere’nin Türkiyeli toplulukları içinde en çok bu grubu hedef alacağa benziyor. Aynı durum, çoğu Batı ülkesi için de geçerli. Zaten Barış Atay’ın katıldığı etkinlik, Londra’nın yerleşik Türkiyeli topluluğuna oldukça yabancı ve genç simalarla doluydu. Stoke Newington esnafı, kadim sosyalist sürgünlerden arta kalanlar, Alevi/Kürt kanaat önderleri, Aziziye Cami cemaati ve Şeyh Kıbrisi’nin Nakşibendi takipçileriyle birlikte Rochester Castle birahanesinin bahçesinde siyaset tartışan mahallenin solcu İngiliz abileri, bu faaliyeti belli bir mesafeden biraz da endişeyle izlediler. Ne demeli; yolları açık olsun; umarız ki Emek ve Özgürlük İttifakı’na bir katkıları olur.