Dibe batmaktan kurtulmanın yolu

AKP tarafından Avrupa'da korunup kollanan seçmeni, şu anda elde ettiği tüm kayırmaları yavaş yavaş kaybediyor. AKP seçmeni, ana akım medya tarafından yoğun manipüle edilip militanlaştırıldığından, onlara ne AB ülkelerinde kendilerine duyulan saygının azaldığını, ne de yaşayacakları ekonomik kayıpları anlatmaya imkan varmış gibi görünüyor.

Abone ol

KÖLN - Bazen suyun yüzeyine çıkmak için dibe batmak gerekir; gerçi Türkiye politikası uzun zamandır bu durumda, ama şimdi bu dibe vurmuşluk Avrupa içinde de hissediliyor.

Türkiye'nin başkanlık referandumu artık AB'nin ve AB ülkelerinin de sorunu haline geldi. Hollanda kendi seçiminden çok, Türkiye seçimlerini konuştu. Aynı durum şu an Almanya için de geçerli. Mayısta Almanya'nın en büyük nüfusa sahip eyaleti Kuzey Ren Vestfalya'da, eyalet parlementosu seçimleri var -ama gündem eyalet seçimleri değil, Türkiye'nin referandumu. Bugün yaşanan bu krizlerin arkasında elbette tarihsel hatalar var.

AB ülkeleri başından beri yaptıkları hatayla yeni yeni yüzleşiyorlar. Avrupa'ya göç eden Türkiyelileri Avrupa toplumuna, politik kültürüne adapte etmekte geciktiler. Burada yaşayan sağ muhafazakar dünya görüşüne sahip Türkiyelileri ve sosyalist veya sosyal demokrasiden yana olan Türkiyeliler'i, yaşadıkları ülkenin politikasından ziyade, Türkiye politikası ilgilendiriyor. Almanya veya diğer ülkelerin işi hiç kolay değil! Türkiye toplumları kolay değiller. Kültürel adaptasyona direnen bir toplum. Yaşadıkları sorunlara duygusal tepkiler verirler. Eğitim ve öğrenmeyle ilgili de çok ilgili oldukları, farklılıklara açık, başka kültürlere merak duydukları da söylenemez. Bu yalıtılmışlığın burada uzun uzun analizini yapmak pek mümkün değil ama, tüm bu zorlukları bir tarafa bırakırsak, bu insanların sadece iş gücünden faydalanıp, onların kültürel gelişimine yatırım yapmamak, onları geldikleri ülkenin hükümetlerine teslim edip, her fırsatta karşılıklı dış politika malzemesi haline getirmek, Almanya'nın ve diğer AB ülkelerinin de biraz işine geldi. Hem sağcılar, hem de solcular, yıllarca dış politikanın mağdurları oldu. Türk hükümetleri, muhafazakar kesimi yıllarca döviz kaynağı olarak görüp, sömürürken; solcuları da dış politikada baskı malzemesi olarak kullandı. Hatta sağ muhafazakar seçmenin mağduriyeti, şu anda maddi ve manevi daha büyük: AKP iktidarı ile Almanya çok yakın ortakken, AKP tarafından Avrupa'da korunup kollanan seçmeni, şu anda elde ettiği tüm kayırmaları yavaş yavaş kaybediyor. AKP seçmeni, ana akım medya tarafından yoğun manipüle edilip militanlaştırıldığından, onlara ne AB ülkelerinde kendilerine duyulan saygının azaldığını, ne de yaşayacakları ekonomik kayıpları anlatmaya imkan varmış gibi görünüyor.

SAYGININ AZALMASININ SEBEBİ

AKP taraftarlarına Avrupa'da saygının azalmasının sebebi demokrasiyi asgari seviyeye indiren, kuvvetler ayrılığını hiçe sayan, ülke içinde tüm muhalefeti temizleyen ve toplu tutuklamaları gerçekleştiren bir iktidara neredeyse kulluk eder gibi itaat etmeleri. Tüm bunlar Almanya'daki sağ popülistlerin, hatta sağ muhafazakarların propaganda malzemesi oldu bile. Çifte vatandaşlık ya da göçmenlerin Alman vatandaşı olmadan da yerel seçimlerde oy kullanabilmeleri teklifi artık görüşme konusu olmasın deniliyor, çünkü kendi ülkelerinde antidemokratik anayasaya "evet" diyen bir toplumun buradaki iç siyasette söz sahibi olmaları sakıncalı görülüyor.

Merkel, Erdoğan'ın bu seçimlerde yaptığı propaganda ve provakasyonun bir parçası olmayacağını açıkça ifade etti. Fakat Almanya bu konuda da çok geç kaldı: Frankfurter Allgemeine Zeitung köşe yazarı Reinhard Müller, 19 martta yazdığı yazıda konuyu şöyle hatırlattı: Erdoğan 2008 seçimlerinde Almanya'da yaptığı seçim mitinginde "Neden bizim de Almanya, Hollanda, Belçika ya da diğer Avrupa ülkelerinde belediye başkanlarımız olmasın? Neden bizim de siyasi partilerde temsilcilerimiz ve gruplarımız olmasın?" demişti, işte taa o zaman sorulmalıydı kim bu "biz"?

VENEDİK KOMİSYONU'NUN RAPORU

Türkiye AB uyum anlaşmalarından önce, İnsan Hakları Bildirgesi'ni imzalamış bir ülke. Bu nedenle Avrupa basınında 'şu anda yaşanan insan hakları ihlalleri AB'den önce Birleşmiş Milletler'i ilgilendirir' cümleleri okunuyor. Ayrıca uluslararası ülkeler hukukuna göre tanınmış bir ülke, bir diğerinin iç politikasına müdahale edemez, yani ne Türkiye Almanya, Hollanda, Avusturya'ya 'Nazi' benzetmesinde bulunabilir, ne oradaki Türk seçmeni yönlendirebilir ne de bu ülkelerin yasalarını görmezden gelip seçim propagandası yapabilir, bu durum AB ülkeleri için de geçerli onlar da Türkiye iç politikasına direk müdahil olamazlar. Ancak bir ülke hele de AB ile müzakere aşamsındayken kararlaştırılmış ortak değerler çerçevesinden uzaklaşılırsa, bu ülke eleştirilebilir. AB ülkeleri yasal prosedürden dolayı temkinliler. Venedik Komisyonu raporu ilk ciddi resmi uyarıydı. Ama Türkiye'de yapılacak bir anayasa değişikliğine ancak Türkiyeliler karar verebilir kimse dışarıdan müdahale edemez.

Ama asıl dibe batmaktan kurtulmanın yolu, AB'nin yaptırım uygulamasını beklemekle değil, referandumda sandığa gidip güçlü bir "hayır"ın çıkmasını sağlamaktan geçecektir. Bu sonuç yeniden bir umuda dönüşebileceği gibi, Türkiye'deki tüm muhalif kesimlerin uluslararası arenada destek alabilmesi için de gerekli bir duruş olacaktır. 16 nisan sabahı sonuç ne çıkarsa çıksın, demokrasi yanlısı kesimlere düşen görev, ilk etapta derin kutuplaşmanın yavaş yavaş azalması için politika üretmek, iktidarı yeniden sağlıklı bir politikaya dönmeye zorlamak olmalıdır. Toplumun hak, adalet, hukuk ve temel insan haklarına saygı gibi değerlerde bozulmuş olan kimyasını yeniden toparlamak en öncelikli iş! Ülke içindeki ve dışındaki akademisyen, aydın, düşünür insanların yeniden birlikteliği yapılandırmak için, dürüst ve ayakları yere basan herkesi kapsayan bir yöntem bulmaları zorunlu. AB'den gelmesi beklenen sert önlemler uluslararası denklemler ve hukuk göz önünde tutulduğunda, çok uzun vadede ve yavaş olacak gibi görünüyor. İnisiyatif almak zorunda olan, yine ülkenin içinde ve dışındaki "hayır" seçmeni ve doğru bir yön ve yöntem üretmekte bu kesime düşüyor.