Dicle kıyısında kamusal alanı kafeler işgal etti

Diyarbakır’daki On Gözlü Köprü civarı, kafeler nedeniyle kamusal bir alan olmaktan uzaklaştı. Kafe işletmecileri yerlerini genişlettikçe Dicle Nehri'nin kıyısına inmek imkânsız hale gelmeye başladı.

Abone ol

DUVAR - Kış yağışsız geçiyor Diyarbakır’da ve bütün bölgede. Arada bulutlansa da hava genellikle bahar havasında geçiyor. Diyarbakırlılar bu güzel havaları fırsat bilerek Ulu Cami’nin, Yüksek Kahve’nin önündeki meydanlarda kış günü güneşlenmenin ve açık havada bir arada olmanın keyfini çıkarıyor.

Kış mevsimi böyle güneşli geçince özellikle gençlerin uğrak yerlerinden biri de On Gözlü Köprü ve civarındaki kafe ve restoranlar oluyor. Dicle Nehri'ne sıfır noktadaki kafelerin tümünün bir örnek olmasının taklitçiliğe emsal teşkil etmesine aldırmamak ve kış güneşi ile şehirden uzak olmanın huzuruna varmak insanın elinde elbette. Ve zaten Dicle Nehri'ne, On Gözlü Köprü’ye kaçan insanlar da bu yolu tercih ediyor, kimi ayrıntıları görmezden geliyorlar.

KAMUSAL ALANIN KAFELERİ

On Gözlü Köprü, geçen yıl iki gözünün kapatılması ile gündeme gelmişti. Kepçelerle kapatılan gözlerin hemen yanına kafeler inşa edilmişti. Olay basına yansıyınca ve tepkiler yoğunlaşınca gözler tekrar açıldı. Kim kapatmıştı bu tarihi köprünün gözlerini? Belediye? Valilik? Başka bir kurum? Kimse üstlenmedi. Bir yanlışlıktan söz edildi ve olay unutulmaya bırakıldı.

Ama köprünün aşağısında inşa edilen kafeler kapanmadı, giderek kendilerine daha fazla bir alan açtılar. Geçen yıl kafelerden biri, bir tabela dikmişti girişine. “Uygunsuz davranışta bulunanlar cezalandırılır” gibi bir şeyler yazılıydı. Ama uyarı yazısının altında bir imza yoktu. Ben de garsona sormuştum, "Bunu kim dikti buraya", diye. “Biz diktik” demişti garson. Sarmaş dolaş oturanlar, uyuşturucu kullananlar oluyormuş, bu uyarı tabelası da bunun içinmiş. Peki, diyelim sarmaş dolaş oturanlara nasıl bir ceza veriliyordu? Bu cezayı kim kesiyordu? Tabela için gururla “Biz diktik” diyen garson, sorulardan rahatsız olup cevap vermemeyi tercih etmişti. Şimdi o tabela durmuyor orada, kim bilir neden ya da kimin uyarısıyla kaldırılmış.

KÖPRÜYÜ KORUMAK

On Gözlü Köprü, Mardin Kapı’nın yaklaşık 3 km ilerisinde, en azından benim için yürüme mesafesinde. Köprünün tarihçesi hakkında bazı kaynaklarda 6. yüzyılda Kral I. Anastasiya döneminde yapıldığı belirtiliyor. Köprü zaman içerisinde şehri kuşatan kuvvetler tarafından yıktırılmış daha sonra yeniden onarılmış. Şehrin son defa Bizans İmparatoru Juannes Tzimisces tarafından 974 yılında kuşatılması sırasında yıktırıldığı bilinmektedir. Daha sonra Emevi Halifesi Hişam döneminde köprü onarım görmüştür.

En son onarım ve çevre düzenlemesi, Osman Baydemir’in Büyükşehir Belediye Başkanlığı döneminde yapılmıştı. On Gözlü Köprü’den birkaç kilometre ileride benzer bir köprü daha yaptırılmış, trafik akışı buradan sağlanmaya başlamıştı. Böylece On Gözlü Köprü, kamyon gibi ağır taşıtların geçişi sırasında uğrayacağı tahribattan kurtarılmıştı. Yeni köprü ise bir müddet “1. Osman Köprüsü” olarak anılmıştı.

Yine Baydemir döneminde ve yerlerine kayyım atanan Gültan Kışanak ile Fırat Anlı’nın belediye başkanlığı yaptığı dönemde, köprünün civarında rastgele kafelerin açılmasına izin verilmemişti. Dönem değişti, şehri seçilmiş belediye başkanları yerine kayyım yönetmeye başladı.

DİCLE KİMİN MÜLKÜ?

On Gözlü Köprü civarının kafeler tarafından işgal edilmesi de bundan sonra başladı. On Gözlü Köprü’ye gelen insanların Dicle Nehri'ne gelip dolaşması, kim bilir belki nehirde taş sektirmek istemesi artık mümkün değil. Çünkü o civar, kafelerin “mülkiyeti”. O kafelerden birine oturacaksın, bir tabakta çerez ve bir demlik çay gelecek. Elektrik direklerindeki ses cihazlarından kafenin uygun gördüğü müzikleri dinleyeceksin. Oturduğun yerden, belki hiç hoşlanmadığın ama kimsenin bunu umursamadığı müzikleri dinleyerek, çekirdek çitleyip çay içerek Dicle Nehri'ne, On Gözlü Köprü’ye, yıkımın devam ettiği Kırklardağı’na bakacaksın.

Bu kafelerde oturmak gibi bir niyetiniz yoksa On Gözlü Köprü’den bakacaksınız Dicle Nehri'ne. Başka şansınız yok.

DAVUL ZURNA SESİ

Böyle bir gün geçirdim. Güneşli ama serin bir havada, Dicle’ye en yakın masalardan birine oturdum. Çayım ve çerezim geldi. Bir gün önce yağan yağmur nehrin kabarmasına neden olmuştu. Nehir, müziğin sesini bastıracak kadar gürültülü bir şekilde akıyordu. Arada köprünün üzerindeki aylak kalabalığa bakıyordum. Selfie çekenler çoğunluktaydı. Bir süre sonra nişan fotoğrafı çekmek için On Gözlü Köprü’yü tercihe eden bir çift kalabalığa karıştı. Sırtlarını Kırklardağı’na döndüklerinde dağda yıkımı devam eden binaların da kadraja girdiğini düşündüm. Sırtlarını bana döndüklerinde, kafedeki herkes ile birlikte, bir insan silueti olarak hatıra fotoğrafına girdiğimi hissettim.

Bir süre sonra On Gözlü Köprü’den davul zurna sesi gelmeye başladı. Köprüde dolaşan bazı insanların gruplar halinde halay çektiğini oturduğum yerden görebiliyordum.

Genç adam davul çalıyordu. Halay çeken insanların arasındaydı. Yaşlı olan sırtını köprünün duvarına dayamış, oturduğu yerden avurtlarını şişirerek zurna çalıyordu. Halay çekenler mutlu görünüyordu. Halay çekenleri izleyen, cep telefonu ile fotoğraf ya da video çekenler de öyle. Köprüdeki yürüyüşü tamamlamak için kimsenin acelesi yoktu, kısa bir süre halay çekenlere bakıyor, sonra yoluna devam ediyorlardı.

Ben de öyle yaptım.

‘BİZİ BURADA İSTEMİYORLAR’

Döndüğümde davul zurna susmuş, halay çekenlerin önemli bir kısmı gitmişti. Çalmaya ara vermişken genç davulcuyla konuşmak istedim. Dom’du (Roman) dede torun, Kürtçe konuşuyor olsalar da yüzlerinden belliydi ve hayatları boyunca düğünlerde davul zurna çalarak geçinmeye çalışmışlardı. Adının Özal Atıl olduğunu söyleyen davulcu, zurna çalan yaşlı adamın dedesi olduğunu da ekledi. Güneşli günlerde köprüde davul zurna çalarak ekmek parası kazanmaya çalıştıklarını söyleyen Özal keyifsizdi. Oturduğu yerden doğrulmaya çalışan dedesi söyleniyordu.

Keyifsiz davul zurna çalınır mı hiç? Özal, “Bizi kovuyorlar buradan” dedi. Kim kovuyor? Eliyle de göstererek, “Kafe sahipleri” dedi Özal. Kafeler aşağıdaydı ve hepsinin neredeyse bütün masaları doluydu. Davul zurna sesi, halay çekenler kafe müşterisini neden rahatsız etsin?

“Üç kuruş para kazanacağız, çoluk çocuğa ekmek götüreceğiz, buna izin vermiyorlar” diyor Özal. Seni buradan kovma hakkını kim verdi onlara? Buna nasıl cesaret edebilirler? Böyle sorular soruyorum. Ama Özal, saf birine bakar gibi bakıyor bana. “Gözleri bizi kesiyor” diyor Özal.

‘BURASI SENİN DEĞİL’

Özal, dedesine yardım ediyor kalkması için. Bir kartonun üzerine oturmuştu yaşlı adam. Önündeki bezin üstünde insanların bıraktığı bozuk paralar vardı. Bunların hepsini topladılar. Yaşlı adam, “Biz size ne yaptık? Burası senin değil, bizi neden kovuyorsun” diye söyleniyordu. İkisi, köprünün diğer ucuna doğru doğru ilerlediler. Diğer uçta da kafeler vardı ve onların da köprüde davul zurna çalacaklarına izin vermeyeceği belliydi.

Köprüdeki kalabalığın içine karışıp gittiler dede torun. Kalabalıktan kimse, halay çekenler dahil, “Müşterilerimiz rahatsız oluyor, giden buradan” diyen kafe çalışanlarına müdahale etmemişti. Kim kimi kimin yerinden kovuyor, diye kimse sormamıştı.

Kamusal alan işgal edilmiş, kamusal alanı işgal edenler “uygunsuz davranışları” cezalandırma yetkisini kendisinde görmüş, işgalcilerle kimse başa çıkamamış, dede torun ne yapsın?

Belediyenin ve diğer devlet kurumlarının müdahale etmediği bir uygulamaya karşı ben ne yapabilirdim? Hayatları müzik olan o dede torun için bile olsa, bir daha asla o kafelerde çay içmemekten başka?