Dicle mavi, Hevsel yeşil kalsın
Diyarbakır’da mevsim normallerinin üstünde yağmur yağınca Dicle nehrinin debisi yükseldi ve mavi akmaya başladı. Hevsel Bahçeleri ise baharla birlikte yemyeşil oldu. Doğa, insan eliyle yapılan tahribata direnirken Hevsel Bahçeleri’nde yetiştirilen ürünler de Suriçi’ndeki tezgahlarda yerini almaya başladı.
DİYARBAKIR - Bozbulanık akar Dicle nehri. Ben bu halini bilirim. Örneğin Munzur kadar mavi ve gürültülü aktığını hatırlamıyorum. On Gözlü Köprü’den bakıldığında nehre atılmış, dipte bir yerlere takılmış envai çeşit çöpün gözle görüldüğü zamanları oldu Dicle’nin. İpince, durgun, bozbulanık zamanlarında.
Geçen kış nehrin suyunu tutan barajlardan birinin kapağı koptu. Nehir, günlerce gürül gürül aktı. Aktığı alan genişledi. Çevredeki kafeler ve elbette Hevsel Bahçeleri büyük zarar gördü. Diyarbakırlı yaşlılar ise Dicle nehrinin eski halini hatırlayıp, “Dicle budur” demişlerdi.
DİCLE HEP MAVİ AKSA
Kopan baraj kapağı bir süre sonra onarıldı. Yalan değil, Dicle barajlar nedeniyle yine çok zayıf ve zavallı akacak, diye kederlenen çok kişiden biri de ben oldum.
Ama bu yıl Diyarbakır’da yağmur, “mevsim normallerinin üstünde” yağdı. Ve bir mucize oldu, Dicle masmavi akmaya başladı. Şimdi Diyarbakırlılar günlerdir mavi akan Dicle’yi görmeye, fotoğraf çekmeye gidiyorlar.
Sadece Dicle değil memleketin bütün nehirlerine kötü davranıldığı biliniyor. Barajlar, bilinçsiz ve hovardaca yapılan sulama, her türlü atığın atılması nedeniyle Dicle de kirlendi elbette. Burada yaşayan canlıların doğal ortamı tahrip edildi ve zaman zaman toplu balık ölümleri yaşandı. Bütün bunları bildikten sonra Dicle’nin mavi akması, doğanın kendisini yeniliyor gibi algılanıyor. Ama ne zamana kadar? İnsanın doğa karşısındaki acımasızlığı, ne yazık ki bu soruya olumlu yanıt vermeyi engelliyor.
HEVSEL YEŞİL KALSIN
Baharla birlikte, Dicle’den beslenen Hevsel Bahçeleri de yemyeşil oldu. Bilindiği gibi, 2015 yılında UNESCO tarafından Diyarbakır Surları ile birlikte Dünya Kültürel Mirası listesine alındı Hevsel Bahçeleri. Birçok bitkinin ve hayvanın yuvası niteliğinde olan Hevsel’in kültürel miras olmayı hak ettiği muhakkak. Ancak insanın doğayla ilişkisindeki arıza burada da gösterdi kendisini. Bir dönem Dicle Üniversitesi ağaç kıyımı yapmaya kalkıştı. Şehrin sivil toplum örgütleri ve çevreciler, ağaç kıyımının önüne geçmek için, günlerce Hevsel Bahçeleri’nde nöbet tutmak zorunda kaldı. Şimdi Çevre ve Şehircilik Bakanlığı’nın bu alanı imara açacak projeler hazırlıyor. Şimdilerde surların dibinde Millet Bahçesi yapmak projesi için çalışmalar devam ediyor. Bu alanda yapılacak Millet Bahçesi’nin surlara ve Hevsele zarar vereceğini çevre sorunlarıyla ilgilenen kurumlar her fırsatta dile getiriyor. Ama Millet Bahçesi fikrini ortaya atan kuruma yaranmak çabası o kadar kör etmiş ki dinleyen yok maalesef.
HEVSEL’DEN GELEN NANE KOKUSU
Evet, baharla birlikte Hevsel Bahçeleri yemyeşil ve sonbahara kadar da böyle kalacak. Hevsel Bahçeleri’nde üretilen ürünler de çarşı pazarda görünmeye başladı.
Hevsel Bahçeleri’nin eskiden şehrin sebze ve meyve ihtiyacını tek başına karşılayabildiği söylenir. Şehrin nüfusu şimdi 2 milyon civarında ve Hevsel şehre yetmez oldu doğal olarak. Ama burada üretilen sebze ve meyvelerin alıcısı hiç eksilmedi.
Hevsel’de bahçesi olan Devran Yaşar da bunu söylüyor zaten. “Suriçi’nde satıyorum ama ta Diclekent’ten de müşterilerim var” diyor Yaşar.
Vakit akşam, iftara bir saatten az bir zaman kalmıştı biz Devran Yaşar’la konuşurken. Yere serdiği bezin üstünde birkaç demet nane ve maydanoz kalmıştı. “İyi sattın herhalde, bir şey kalmamış” diyerek başladım Yaşar’la sohbete. “Öyle oldu” dedi hafif mahçup bir ifadeyle.
Devran Yaşar, ailesiyle birlikte Hevsel’deki bahçede yetiştirdiği ürünleri, 12 yıldır Aşefçiler Çarşısı’nın önünde satıyor. Daha çok genç, demek çocukluğundan bu yana bahçe işleriyle uğraşıyor.
HEM TAZE HEM DOĞAL
“Sabah bahçede çalışıyorum” diyor Yaşar. “Mevsimine göre ne yetiştirdiysek topluyoruz. Öğleden sonra Aşefçiler Çarşısı’na geliyor. Zabıta izin vermediği için akşam 5’e kadar çarşının içinde, el arabasına koyduğum sebzeleri satıyorum. Sonra kaldırıma çıkıyorum.”
Bir ağabeyi pazarcı Devran Yaşar’ın. O da bahçede yetiştirilen ürünlerden satıyor. Yaşar, “Aslında daha çok Suriçi’nde oturan insanlar bizden alışveriş yapıyor. Ama restorandalar da bazı marketler de bizimle çalışıyor. Diclekent gibi uzak semtlerden insanlar da gelip bizden alışveriş yapıyor. Çünkü bizde birkaç günlük ürün olmaz. Bizdeki ürünler doğal koşullarda üretilir ve hep tazedir. Bunu bilenler markete gitmez, bize gelir” şeklinde konuşuyor.
Bir maydanoz demetini gösteriyor Yaşar, “Ben 50 kuruşa satıyorum bunu. Ama markette, pazarda 1 liraya, 1 buçuk liraya satılıyor. Ucuz sattığımız için de tercih ediliyoruz” diyor.
SONRA AKŞAM OLDU
Sonra akşam karanlığı çökmeye başladı. İnsanlar iftar saatine yetişmeye çalışıyordu ve Melik Ahmet Caddesi hızla boşalmaya başladı.
Devran Yaşar’dan maydanoz ve nane aldım. Yan taraftaki satıcıdan semiz otu ve marul aldım. Güzel bir salata hayali kurdum ama beceriksizliğim moralimi bozdu. Olmasa birine veririm, diyerek teselli ettim kendimi.
Devran Yaşar ise bir iş gününü daha bitirmiş, yemek yemeğe gidecekti. Günün önemli bir kısmını güneşin altında, bahçede çalışarak geçirmişti. Diğer bölümünü Aşefçiler Çarşısı’nın önündeki kaldırımda, bunaltıcı sıcağa katlanarak müşteri bekleyerek geçirmişti. Yarın, aynı işleri yapacaktı. Ama olsun, kış aylarını boş geçiriyordu nasılsa ve ekmek parası kazanmak hiç kolay değildi. Devran Yaşar, bunu yıllardır biliyordu.