Galiba, Didier Deschamps, Konya’daki yenilginin kabusundan, hala sıyrılabilmiş değildi. Yaratıcılıktan yoksun, salt atletik özellikleri ön planda olan bir grup oyuncuyu, maçın kadrosu olarak saha sürmesi, başka türlü açıklanamaz herhalde. Dünya şampiyonluğunu tatmış bir teknik adama, böyle bir öngörüsüzlük yakışmadı. İlk yarı için konuşuyorum; Deschamps’ın maç öncesi analiz ve yorumları kelimenin tam anlamıyla çuvalladı. Türk takımı ancak dakikalar 34’ü gösterdiğinde Mandanda’nın koruduğu kaleye gidebildi. Türk takımının orta sahasında, karşılayıcı ve bozucu olarak pozisyon alan Ozan Tufan, bütün kırk beş dakika boyunca sadece üç kez topla buluştu. İlk yarıda %64 ile Fransa topa sahip oldu ve 364 pas yaptı.
Bu veriler, Deschamps’ın Türk takımını, fevkalade yanlış değerlendirdiğini gösteriyor. Türk takımın ilk 15 dakika Fransız takımını orta sahada karşılaması, değerlendirme dışı tutulursa, Deschamps’ın varsayımı, Türklerin bütün oyunu bu düzen içinde oynayacağı varsayımıydı. Elbette böyle bir tespit doğru değildi. Türkiye futbol pratiğini yakından izleyen herhangi bir otorite, Türklerin bu düzen içinde oynamayı beceremeyeceklerini bilirdi. Nitekim 15 dakika sonra Türk takımı bildiğimiz "Çanakkale geçilmez" moduna döndü ve kontra için hiçbir top, soğukkanlı bir tutumla oyuna sokulmadı.
Aslında maç öncesi basın toplantısında Deschamps’ın "Türk takımına akan oyunda gol atmak çok zor, onlar iyi kapanan kaliteli bir takım" deyişi, onun bu maça nasıl hazırlandığının belirgin ipuçlarıydı. Akan oyunun en stratejik pozisyonu için, Totenhamlı M. Sissoko’yu görevlendirmiş olması, tuhaflıktan öte düpedüz yanlış bir tercihti. Sissoko’nun ince işler altına imza atacağını söylemek, Ozan Tufan’ın Messi gibi çok kaliteli işlerin altına imza atmasını beklemek gibi beyhude bir beklenti olur ancak.
Deschamps, taktik ve stratejik tercihleriyle, Türk takımına adeta gönüllü savunma yaptırdı. Oyunun kanat aksiyonları ve göbek girişimleri öyle yavaş ve hantal bir tavırla uygulandı ki, Türk takımı geriye dönüşlerde hiçbir sıkıntı yaşamadı. Geriye adam kaçırmamak ve ani gelişebilecek kontrataklar için Deschamps, geride her zaman üç oyuncu tuttu. Bu karar, Fransız takımının ilerde çoğalmasını engelledi ve Fransızlar kolay ikinci top kazanamadı. İkinci topları kazanamayan Fransızlar, oyunu rakip yarı sahada, Türk takımını dengesizleştirecek bir tempoda oynayamadı.
Bu Fransa tam bir hayal kırıklığıydı. Ne Griezmann ne de W. Ben Yedder’in yetenekleri için alan ve zaman yaratabildi ne de bu iki oyuncu için final vuruş organizasyonu örgütleyebildi. Sağda K. Coman öyle bir dar alana sıkıştırıldı ki, ne rakiplerinden sıyırılabildi ne de dripling yapabilecek alan bulabildi.
İkinci yarıya Deschamps’ın başka bir oyun ile maçı yorumlayacağını düşünmüştüm. Yanıldım. Deschamps ilk yarıda oynanan oyundan çok memnunmuş anlaşılan. Son anda O. Giroud’u oyuna alması, bir golle meyvesini verdiyse de, kısa süre sonra bir duran toptan yenilen gol, Deschamps’ın yanlışlıklarını tescil ediyordu.
Deschamps, bu maçın taleplerine cevap veremedi. 1-1 biten maçın sonucu Türk takımının başarısı değil, kesin ve net olarak Deschamps’ın başarısızlığı olarak kayıtlara geçecek.