“Tabii ki bir sınıf savaşı
var ama benim sınıfım, yani zenginlerin sınıfı bu savaşı
kazanıyor” Warren Buffet.
Önce iyi haber: Fredric Jameson'ın 1990'larda belirttiği
kapitalizmin sonunu hayal etme yasağı nihayet sona erdi. İlerici
hayal gücünün on yıllardır süren durgunluğu sona erdi. Görünüşe
göre sistemik alternatifleri hayal etme görevi, distopik
seçeneklerle çalışmamıza izin verildiğinden beri çok daha kolay
hale geldi - çünkü görünüşe göre uzun zamandır beklenen
kapitalizmin sonu, çok daha kötü bir şeyin başlangıcı
olabilir. Evgeni Morozov
Jef Bezos’un yakın zamanda dünyanın ilk dolar trilyoneri olması
bekleniyor ve onun da içinde olduğu yaklaşık 1000 en zengin kişi,
yaklaşık olarak 3 milyar kişinin elinde bulunan varlıktan daha
fazla varlığa sahip. Elon Musk, Zuckerberg ellerindeki dijital
olanaklar ve sosyal medya olanaklarıyla birlikte dünyadaki veri
akışının önemli bir kısmını kontrol altında tutuyorlar. Trump’ın
üstelik bu güçlerin desteğiyle yeniden seçilmesiyle birlikte,
sınırsız sermaye ve onun kontrolsüz gücü, sınırsız verinin sonsuz
kontrolü ve manüplasyonu, insanlar arasındaki her ilişki biçiminin
istatistiki bir algoritma meselesine indirgenmesi yeni bir boyut
kazanmış oldu.
Morozov’un verdiği ‘iyi’ haberi şöyle devam ettirebiliriz:
“kötü günler geride kaldı, bizi çok daha kötü günler
bekliyor”.
Sermayenin, siyasetin ve teknolojinin almış olduğu yeni biçimler
üzerinden yeni bir tartışma ve bu tartışmaya eşlik eden bir kavram
sağanağı ile karşı karşıyayız: tekno-feodalizm ya da
dijital feodalizm. Eskisini henüz tam tasfiye edememişken
ya da burjuva elitizmine entegrasyonu tamamlanmamışken yeni
aristokrasi ya da siber seçkinler; Brenner, Sweezy, Dobb’un
arasındaki feodalizm tartışması doyum noktasına ulaşmamışken
neo-feodalizm, dijital feodalizm; teknokratların devri
henüz tam kapanmamışken technokrasi; otokrat rejimlerin
oligarkları henüz ikinci nesil yaratamamışken
teknopol; teknopolün siyasi vizyonu olarak
netokrasi; netokrasinin toplumsal cinsiyeti olarak
patrimonyal kapitalizm; gene otokratik rejimlerin Millei
gibi popülistlerinin maskaralıkları yetmezmiş gibi, Trump’ın seçim
sahnesini bir Show sahnesine dönüştürmesi, seçimin tıpkı Amerikan
güreşlerindeki, muarızların şakacıktan birbirlerini yerden yere
vurup, kan yerine makyajın kullanılması gibi, sonuçları belli
seyirlik temaşaya dönüşmesi politainment
(politics+entertainment); incellerden faşist
enternasyonale uzanan ve trollüğün tahtını sallayan
tech-bros; ve dijital feodalizmin akıl hocaları
digirati (digital+literati, okumuş
dijitalciler)…
Sınıf savaşını kaybetmekte olan arta kalanlar, artıklar;
proletaryadan prekaryaya oradan da sibertarya- siber
proletarya, tekno-prekarya’ya dönüşmüş olanlar;
güvencesizliğin ve esnek çalışmanın orta sınıf beyaz yakalı hali
freelancer işsizliğinin ve iş aramanın kölesi haline gelmiş
permalancerlar; hepsinden önemlisi prekaryadan
unnecessariat (gereksizler, lüzumsuzlar)’a dönüşmüş olan;
Laurent Berlan’ın deyimiyle “sömürülecek kadar bile şanslı
olmayacak” ‘lüzumsuz’ yığınlar.
…
Kapitalizm sermaye birikimi, sosyal devletin ve yurttaşlık
hukukunun tasfiye edilmesi ve ayrıcalıklı sınıfların
ayrıcalıklarının normalleşmesi ve garantiye alınması bakımından
yeni bir noktaya gelmiş görünüyor. Dolayısıyla bu yüzden alt
sınıflar için mecburiyet ve üst sınıflar için keyfiyet demek olan
feodalizm, kapitalizmin yeni biçimini tanımlamak için çağrılan
kavram olsa gerek. Feodalizm en genel anlamıyla seçeneğin tasfiye
edilmesi demek, ve bu tasfiye hem siyasi hem de ticari tarafları
içeren bir tasfiye. Yani kapitalizmin iki büyük numarası olan pazar
için üretim ve demokrasi artık giderek anlamsızlaşıyor ya da 20.
yüzyılın başındaki anlamını yitiriyor. Zira, Bezos, Musk ya da
Zuckerberg kendi alanlarında büyük teknopoller kurarak, hem
siyasetin hem de ticaretin bir seçimden ziyade bir arz meselesine
indirgenmesini sağlamaya çalışıyorlar. Ki bilhassa, Musk’ın
dünyanın her yerindeki faşist partilerin kongrelerini masa masa
gezip konsomasyon hizmeti sunmasının asıl anlamı bu.
Sermaye+bilginin böylesine merkezileşmesi Dean’e göre, öncelikle yeni
egemenlerin ellerindeki araçlarla egemenliklerini (tıpkı feodal
şatolarda olduğu gibi) yüksek güvenlikli (hem mecazen hem de gerçek
anlamıyla) duvarların arkasında korunaklı hale getirmelerini
sağlıyor. Şirketler (tıpkı Musk örneğinde olduğu gibi) giderek
önemli bir güç haline geliyorlar ve sınıf ile siyaset arasında
varolan ama görünmez kılınmış olan teğeller yeniden görünür oluyor.
Ayrıca, devletin sosyal sahadan tasfiye edilmesiyle birlikte
modernlik öncesi dönemdekine benzer güvenliksiz, tekinsiz geniş
alanlar ortaya çıkıyor (örneğin dünyada Balkanlar, Latin Amerika ve
Ortadoğu’yu düşünelim, tümüyle kaderine terk edilmiş gibidir).
Bir de tabii burada, modernliğin ve dolayısıyla kapitalizmin en
kadim tartışmalarından birisi bizi tekrardan karşılıyor. Sermaye
ile ne yapmalı, sermayedar ne yapar? Ya da şöyle söyleyelim,
sermayedar parasını spekülasyona mı, tarıma mı, ranta mı yoksa
endüstriyel üretime mi yatırmalıdır? 16-17. yüzyıl boyunca para
spekülasyon tarafına yatırıldı ve Avrupa kıta olarak battı. Adam
Smith, kapitalist sistem için en sürdürülebilir olanın tarım, rant
ya da spekülasyon değil, endüstriyel üretim olduğunu Ulusların
Zenginliği isimli çalışmasında uzun uzadıya anlattı. Sonrasında da
zaten bütün tartışma endüstriyel kapitalizmin verimliliği üzerinden
sürdürüldü, spekülatif sermaye zincirlendi (19-20. yüzyıl boyunca
toplam yüzde 5’ten daha az) tarımda ise endüstriyel kapitalizm
uygulamalarına (zirai ilaçlar, gübreler, makinalaşma vb.) geçildi.
Böylelikle, sömürü ve artı-değer bir mesele olarak kalmakla
birlikte istihdam ve ücretler kısmen sosyal devlet kısmen de sınıf
mücadeleleri ekseninde belirlenebildi.
Fakat geldiğimiz noktada, sermaye giderek spekülatifleşmekte ve
rantiyeye dönmekte. Bu da elbette bilhassa endüstriyel kapitalizmin
dayandığı temel mesele olan üretim zincirinde kırılmaya yol açıyor.
Jodi Dean’in aktardığına göre, iletişimsel kapitalizmin fikri
mülkiyet haklarından elde ettiği rant, para-meta-para döngüsünden
elde edilenden kat kat daha fazla.
Bu noktada, Varoufakis’in tekno
feodalizm(1) isimli
çalışmasındaki tanımlamalardan birisi oldukça önemli: cloud
capitalism-cloudalists/ bulut
kapitalizmi: “Bulut serflerinin ödenmemiş emeği
ve vasal kapitalistlerin bulut rantları nedeniyle, artı değer bulut
rantı şeklinde bulutalistlere aktarılmaktadır.”
Bu bulutalist denilen meseleyi anlamak için sosyal
medya çağının önemli özdeyişlerinden birisini hatırlayalım “bir şey
size bedavaya veriliyorsa orada ürün sizsinizdir”. Evet aslında,
bulutalistler denilen tekno feodallerin yaptığı şey, sosyal medya
başta olmak üzere bütün dijital dünyadaki her türlü etkileşimi,
hareketi, beğeniyi, beğenmeyişi önce veriye sonra da metaya
dönüştürmektir. Dolayısıyla bulut serfi (serfler çünkü, tıpkı
serflerin yalnızca toprakla varolabildikleri gibi bulut serfleri de
yalnızca o sosyal medya platformu aracılığıyla varolabiliyorlar)
denilenler en genel anlamıyla, sosyal/dijital medya
kullanıcılarıdır ve onların ödenmeyen emeği de onların bu
mecralarda geçirmiş oldukları zamandır.
Dolayısıyla, metanın yerini verinin, işçinin yerini serflerin
‘yeniden’ aldığı, pazarın giderek aşındığı bir vasallik sistemi.
Varoufakis’e göre, bulut serfleriyle tekno-lordlar arasında,
teknofeodalizmi tamamlayan son halka dijital vassaller, yani
kendisi bir şey üretmeyen ama üretimden pay alan teritoryal
hegemonlar bkz. Jeff Bezos &Amazon ve Steve Jobs/Apple &
App Store.(2)
NOTLAR:
(1) Yanis Varoufakis, Techno
Feudalism: What Killed Capitalism.
(2) Tekno feodalizm etrafında dönen
tartışmaları kabul etmeyen önemli bir yaklaşım da var. Bu yaklaşıma
göre, hala kapitalizm sürümünde yaşıyoruz ve bu tartışmalar
kapitalist sistemin niteliğini karartmaktan başka bir işe
yaramıyor. Bu anlamıyla, bu itirazın önemli bir özeti olarak Henry
Snow’un “We’re Still Living Under Capitalism not
Techno-Feudalism.”