Franco faşist diktatörlüğünün apartman yöneticileri bu odalarda bütün gün oturup gelen gideni gözetlerlerdi. Şüpheli şahısları devlete yani diktatöre şikayet ederlerdi. Diktatörlük paranoyası bu aparatmanların üzerinde yaşıyordu, yükseliyordu ve besleniyordu.
Barcelona’da her apartmanın girişinde küçük odalar vardı. Küçük penceresi kapıya bakıyordu. Bazıları bisikletleri koymak için kullanılıyordu. Barcelona’da bisiklet en çok kullanılır araç olduğundan oldukça çok çalınıyordu. Bu yüzden iyi yerlerdi buralar. Bisiklet hırsızlığına karşı onları bir yerlere zincirle bağlamak yetmezdi çünkü. Bisikletin selesini, tekerleklerini, gidonunu, aynasını, zincirini, ne bileyim, ne varsa her şeyi çalınırdı. Bazen bir zincire kilitli sadece gövdesi ki onun da bir kısmı kalmış bisiklet kadavralarını sokaklarda görebilirdiniz. Bu yüzden çok önemliydi bisiklet konulabilecek yerler, yoksa mutfakta buzdolabının arkasına sıkıştırılabilirdi ancak ve bu yine bu yüzden üniversitede çok kişi bisiklet seleleriyle dolaşırdı.
Şimdinin bu bazen bisiklet parkı, bazen ıvır zıvır tıkıştırılacak yerleri ya da apartman evraklarının arşiv odaları geçmişin yönetici odalarıydı. Franco faşist diktatörlüğünün apartman yöneticileri bu odalarda bütün gün oturup gelen gideni gözetlerlerdi. Şüpheli şahısları devlete yani diktatöre şikayet ederlerdi. Diktatörlük paranoyası bu aparatmanların üzerinde yaşıyordu, yükseliyordu ve besleniyordu. Dış ve iç düşmanlar, anarşistler ve komünistler, yıkıcılar ve bozguncular, çok kitap okuyanlar, sert bakanlar, nedensiz mutlu olanlar, fazladan mutsuz olanlar, şişmanlar ve zayıflar, Kürtler, pardon alışkanlık olmuş, onlar yoktular ve zaten o zaman burada da yoktular! Sonra keşfedildiler ve tam Amerika’nın keşfi gibi değil mi ve ne garip, yine gasp ve talan demek ki bütün keşifler böyle bir şey. Onların yerine Basklar, kendilerinin Katalan olduklarını ısrarla söyleyenler, haklarını almaya yeltenen işçiler ve kentte yeni göç etmiş köylüler, yoksullarla sıkça konuşan papazlar, bu papazlarla sıkça konuşan yoksullar, yani neredeyse herkes fişlenirdi. Zordu bu apartman yöneticilerinin işleri yani.
Franco o yılların İspanya’sının bedenlerinin diktatörü, yani ölüm ve yaşamın başkanı, diktatörlük odalarında yazılmış fişlerdeki yazılmışların yazdıklarından çok, onun yarattığı korkunun efendisiydi. İdam cezası sevicilerinin örnek alabileceği bir faşistti. Sık sık kendi paranoyasını bastırmak için bunu kullanıyordu. Katliamların ve alçaklıkların fosillerinden bir sistem uydurmuştu kendine.
Barcelona’da bir ‘bodega’ya takılıyordum. Ara sokaklarda bir eski şarap dükkânlarından biriydi. Koca şarap fıçıları vardı. Üstlerinde musluklarından bardaklara alınıyordu şarap. Bir kaç damla alttaki tahtaya damlıyordu hep. Belki engellenemiyordu ya da ucuzdu şarap, aldırmıyorlardı. Bardağı 30 centti ve çok güzeldiler. Yaşlı kadın ve erkek işçiler geliyordu buraya ve sürekli politika konuşuyorlardı. Geriye kalan kısa zamanlarda da futbol. İki, üç bardak eşliğinde onları dinliyordum ya da tartışmanın derinliği kadar şarapla. Bir gün ‘Franco’nun gerçek ordusu bu odalardı’ dedi yaşlı bir liman işçisi. Diğer ikisi başlarını kuvvetle sallayarak onayladılar. Halbuki pek anlaşamazlardı. ‘Yok’ dedi bodeganın sahibi kadın. Hâlbuki herkesle anlaşır gibi davranırdı. Bulaşmış şarap rengiyle kızıllaşmış parmağını kafasına dayadı: ‘Burada diktatörlük odaları’...
Bisikletler dolsun bütün diktatörlük odalarına, saraylarına, seleler, gidonları, direksiyonları ya da boktan püsürden evrakları ve diktatörlerin cehennemin dibine gitsin canları...