Dil: Adem, Havva ve Tanrı...

Abone ol

Pelin Aybay

DUVAR - Günümüzde pek çok bilimkurgu filminde rastladığımız “Uzaydan gelen bir virüs insanların yaşamını tehlikeye attı” fikri aslında çok da bilimkurgu-vari olmamakta, aksine William S. Burroughs’un dediği gibi “Dil’in ve insanın doğuşunu” anlatabilmektedir. Burroughs, bazı metinlerinde (Çıplak Şölen, Nova Ekspres, The Electronic Revolution) “Dil virüstür” fikrini öne sürerken yaradılış teorisinden bahseder ve yaradılıştan başlayarak; günümüz dil, edebiyat ve kültür-kentleşme farklılıklarına yaradılışın en başındaki virüsün sebep olduğunu açıklar. “Önce kelime vardı” der Yohanna; önce kelime vardı.

Burroughs bu teorisini açıklarken “Önce kelime vardı” cümlesine katılmaktadır ancak ona göre yazının bulunması, konuşma dilinin virüs kapmasıyla mümkün olmuştur; öncelerde kelimeler virüs olarak algılanmamıştır çünkü virüs, kendisine ev sahipliği yapacak olan bedenle/alıcıyla kararlı bir yapıda yaşamayı başarmıştır. “Günümüzde birkaç iyi biyokimyacıya sahip herhangi bir ülke bile tedavisi mümkün olmayan virüsler üretebilirken, daha büyük ülkeler veya Tanrı virüsleri daha çabuk ve etkili bir şekilde üretebilir” der Burroughs ve virüsün izleyeceği yolu tarif ederken Tanrı-Adem-Havva üçlüsünü örnek gösterir.

Virüs: Kelimenin veya tasvirin/hayalin en küçük parçacığı (atomu);

Kayıt Cihazı 1: Adem

Kayıt Cihazı 2: Havva

Kayıt Cihazı 3: Tanrı

ERKEK, DİŞİ VE ÖLÜ DİL

Kayıt cihazı 1, virüs kendisini boğmaya başladığında aciz bir cinsel çılgınlık içerisinde bulunan bir erkekti. 2.kayıt cihazı ise erkeğin üzerine oturmuş, inleyen bir dişiydi. 3. Kayıt cihazı da ölümdü. Virüsün evrimi konusunda “Mutasyon”dan bahseden Steinplatz; “Bütün soyut kelimeler belki de biyolojik mutasyona uğramış bir virüs etkisiyle bize bulaşmıştır” der ve aslında hepimizin içinde Adem, Havva ve Tanrı olduğunu söyler. Virüsün bulaşabilmesi için mutlaka 2 canlının etkileşim halinde olması gerekir ve bu 2 canlı da evrimin en başında Adem ve Havva’dır, Tanrı ise virüsün kendisine yaşam ve değişim şansı yarattığı alıcılarda ortaya çıkan kötü etkilerdir yani, yaradılışta seksle Adem’den Havva’ya bulaşmış olan virüs, mutasyon geçirmiş haliyle bizim içimizdedir. Bu yüzden, virüslerin herhangi bir aktivasyon enerjisi olmadan harekete geçemeyeceğini varsayarsak, en ufak bir görsel veya işitsel tasvirde de kendilerini açığa çıkaracaklarını kabul edebiliriz (bu virüs “Dil” yerine grip virüsü olsa bile).

KUSURLARDAN DOĞAN DİL...

Diğer dil ve evrim kaynaklarına baktığımızda, dilin aslında kusurlardan ortaya çıktığına dair teoriler olduğundan bahsederiz. Dil, kusurlardan ortaya çıkmıştır; hayal kırıklıkları, istekler, çabalar ve buna benzer bireysel ve/veya toplumsal yetersizlikler dil’i doğurmuştur fakat dil hayatta kalma sorunu-çözümü olarak kalmamıştır. Somut örneklerin iletişim kurma veya anlama konusunda çok daha rahat bir ivme gösterdiği açıktır fakat iş soyut kavramlara gelince burada dilin aslında gerçekten bir virüs olabileceği tartışılır.

Çıplak Şölen, William S. Burroughs, 320 syf, çev: Algan Sezgintüredi, Sel Yayınları, 2014.

Aşk, korku, heyecan gibi pek çok soyut kavram alıcının kulağına, oradansa beyin kıvrımlarına ulaştığında, alıcı daha önceden aşk veya söyleyen kişinin bahsettiği “Belirli” bir korkuyu yaşamamış dahi olsa bu soyut kavramlara verdiği bedensel ve psikolojik tepkinin, söyleyen kişiyle benzerlik taşıması, kısaca ne dediğinizi yaşamamış dahi olsa anlaması, dilin virüs olduğunu, evrimle birlikte kendisini geliştirip bedenler arasında çok daha rahat aktarıldığını hatta doğuştan insanların içinde olduğunu anlatır. Sözcükler aslında ölüdür ve ölü olanın bu kadar rahat anlaşılabilmesi ise virüs aracılığıyla gerçekleşir. Olayı bireyden topluma aktardığımızda, pek çok kavranamaz duygu veya hayali kavrayabilen başka insanların olduğu hissi (Dil ailelerindeki yakınlıkla alakalı olarak), anlaşılma ihtiyacı, dilin toplumları oluşturduğunu yani evrenin en başındaki virüsün günümüz toplumlarını oluşturduğunu görürüz.

Toplumlar oluşurken, malzemelerdeki davranışlar gibi insan davranışları gözlemlenmiştir. Malzemeler yapı olarak Kristal veya Amorf halde bulunurlar; yani ya düzenli atomsal dizilişlere ya da düzensiz atomsal dizilişlere sahiptirler. Bu dizilişlerle alakalı olarak da herhangi bir malzeme (örneğin bir demir parçası) üzerinde uygulanan fiziksel/kimyasal işlemler (çekiçle dövme, ısıtma, su verme, başka bir malzeme ile karıştırma vs) bu parçanın “Doğal” olan özelliklerinde, doğal kırılma davranışı gibi davranışlarında bir takım değişiklikler meydana getirir. Gilles Deleuze, Feliz Guattari ve Manuel DeLanda gibi filozoflar malzemedeki bu fiziksel değişimlerin, tepkilerin, malzeme-enerji davranışı ve termodinamik olayların, toplumlar için de aynı şekilde ilerlediğini böylece birbirlerinden farklı toplumların, birbirlerinden farklı evrimler geçirdiğini söyler.

Bu farklılıklara sahip olan virüsün-organizmanın evrimine bakarsak; organizma hayatın evrimi ile paralel başlamıştır. Gelişimi ve bugüne ulaşmasında 3 sistem vardır: biyolojik, antropolojik ve kültürel sistem (kent-kültür gelişimi). Organizma; sıcaklık değişimi, radyoaktivite gibi sebeplerle mutasyona uğrayarak günümüze kadar gelmiş ve şimdiki evrimi açıklamaya başlamıştır. Artık bireylerin evrimi yerine toplumların evrimi vardır ve bu evrim yeni evrim düzenini yaratır.

Termodinamik’teki kararlı ve kararsız denge, her nesne veya durumda geçerli olan “Kararlı olabilme çabası”nı dil ve toplum için de açıklar. Dil kararlı bir yapıya ulaşırsa, denge değişmeyecektir fakat kararsız yapıda bulunduğu için her an yeni bir dengeye ulaşma çabasına girer. Evrenin entropisi yani düzensizliği arttıkça iç yapıda da değişimler meydana gelir; her malzeme veya durum, herhangi bir denge değişikliği olmadan iç direncini değiştiremez, dışsal bazı değişiklikler de içsel değişimleri yarattığı için direnç kavramı burada sorgulanabilir.

Virüsü “Karşı-bilgi” olarak gören ve “Cut-Up” tekniğini ortaya çıkarırken bu virüs etkisini kullanan William Burroughs harici, virüsü “De-patoloji” olarak ele alan Deleuze-Guattari ve onların yanısıra teknoloji ve biyoloji felsefesi çalışmalarıyla bilinen Gilbert Simondon’un Ontogenesis için bir temel olarak öngördüğü 'İç Rezonans' kavramı da günümüzde konuya ilişkin farklı açıklama girişimlerinden olmuştur.

Her ne kadar Burroughs virüsün yazı ile aktarıldığını söylese de, günümüzde virüsün yayılabilmesi için gerekli olan 2. beden/host, medya (özellikle görsel medya) aracılığıyla kolaylıkla bulunabilmektedir.

Yazılı bir metinden insanlara bulaşarak evrim geçirebilecek bir güce sahip olan virüs, günümüzde yazıdaki gücünü kaybetmiş –belki de o evrimini tamamladığı için yeni evrim düzenine geçmiş- ve sinema, tv, radyo gibi iletişim kaynaklarıyla insanlara daha çabuk ve daha etkili bulaşmaya başlamıştır. İnsanlar izledikleri herhangi bir filmden bir repliği alıp bunu güncel yaşam içerisinde rahatça kullanmaya başlamışlardır böylelikle argo ve günlük konuşma dili, virüsün gelişimini daha da ivmelendirerek insanlara bulaşmasını sağlamaktadır.

“Uzaydan gelen bir virüs insan yaşamını tehlikeye atmıştır. Şimdi, sinemalarda!”

“Tam hücresel canlandırmanın nihai sonucu kanserdir. Demokrasi kanserlidir ve bürolar onun kanseridir. Bir büro devletin herhangi bir yerinde kök salar, Narkotik Büro gibi habisleşir ve kontrol edilmediğinde ya da kesilip atılmadığında ev sahibini boğana kadar sürekli kendi türünden daha fazlasını üreterek büyür, büyür. Bürolar, gerçek asalak organizmalar olarak bir ev sahibi olmadan yaşayamazlar. (Öte yandan bir kooperatif devlet olmadan yaşayabilir. Bu izlenilmesi gereken yoldur… Birimin işleyişine katılan insanların gereksinimlerini karşılamak üzere bağımsız birimlerin oluşturulması. Bir büro, bunun tam aksi olan varlığını meşrulaştıracak gereksinimler yaratma ilkesine göre işler.) Bürokrasi bir kanser kadar yanlıştır; insanlığın sınırsız potansiyelleri, farklılıkları ve bağımsız doğal eylemine giden evrim yönünden bir virüsün mutlak asalaklığına sapmadır.” (Virüsün daha karmaşık bir yaşam biçiminden bozulma olduğu düşünülür. O, bir zamanlar, bağımsız yaşama yetisine sahip olmuş olabilir. Şimdiyse canlı ve ölü madde arasındaki sınır çizgisine düşmüş durumda. Yaşayan niteliklerini sadece bir ev sahibinde, ama bir başkasının yaşamını kullanarak –yaşamın kendisinin terk edilmesi, organik olmayan, bükülmez makineye, ölü maddeye doğru bir düşüş– sergileyebilir.)" Çıplak Şölen – W.S.Burroughs