Başörtüsü dayatmasının bilinen son mağduru, devletin hicap politikasının çizgileri dışına çıktığı iddia edilen Mahsa Amini. Gündeme yaşamıyla değil yazık ki erk-ek şiddeti sonucu öldürülmesiyle gelen kadınlardan.
İran İslam Cumhuriyeti’nin yıllardır sürdürdüğü zulüm politikası, din adına şiddeti, öldürmeyi meşru sayan toplum mühendisliğinin bir yönü. Modern toplumsal yaşamı sonlandırmak isteyen devrim için tek yol sınırsız şiddet uygulama yetkisiydi. Tıpkı bugün dünyanın her yerinde eril reformasyon için erkek şiddetinin kaçınılmaz oluşu gibi. Din adına şiddeti meşrulaştıran bir devlet düzeni kurdular ve ilkin kadın bedeni, kıyafeti, yaşam biçimi yasaklarla zapt u rapt altına alındı. Mahsa Amini ve niceleri kamu görevlilerine şiddet meşruiyeti tanıyan bu sistemle canından ve pek çokları vatanından oldu.
Allah adaleti emreder ama dini araç olarak kullanan devlet politikası adaletsizliği meşru kılar. Peygambere “seni insanlar üzerine zorba olarak göndermedik” dendiği halde yöneticiler kendilerine zorbalık düzeni kurarken dinden güç aldıklarını iddia ederler. Allah kimseyi din bekçisi kılmadığı halde onlar kendilerini Allah’ın hükümlerini uygulamakla, yaşatmakla, zorla dayatmakla görevli ilan ederler. Gücü kötüye kullanmanın her türlüsü Kur’an’da lanetlenmişken Kur’an sayfalarını kendilerine kalkan yaparak insanları, toplumları Allah ile aldatmaktan da hiç çekinmezler. Sadece İran yönetimi değil, sadece İslam adına yönetim sistemi kurduklarını iddia edenler değil, kurumsallaşmış din otoritelerinden güç devşirenlerce kurulan her yönetim sistemi böyle şekillendi tarih boyunca. İslami yönetim iddiasındakilerin belki tek farkı Ortaçağın siyasal ve toplumsal karakteristik özelliklerini dini kural sayıp bugüne taşıma çabası olabilir.
İnsanlık tarihinin en eski ve en yaygın adalet arayışlarından birisi kadın eşitlik mücadelesi ve İranlı kadınlar harekete, başörtüsünün kamusal alanda zorunlu kılınmasına karşı isyanla katılıyor. Biz ise başörtülü eğitim ve çalışma haklarımızın yasaklanmasına karşı isyanla kadın mücadelesinin bir parçası olmuştuk. Her ikisi de aynı şekilde kadın haklarının ihlali çünkü. İranlı kadınlar için ama bu mücadele ölümcül direniş halinde. Çünkü başörtülü değillerse çalışma hakları yok. Eğitim hakları da başörtüsüne bağlı. Evlerinin kapısından bir adım dışarı atmaları bile ancak başörtüsü dayatmasına uydukları takdirde mümkün. Üstelik o örtüye de çizilmiş sınırlar devlet tarafından belirlenmiş halde. Nitekim Mahsa Amini, başını örtmediği için değil örtüsü devletin çizdiği kurallarla uyumlu olmadığı için öldürüldü. İşkencenin adını eğitim koydukları bir gözaltında, ahlak polisinin gözetiminde, resmi kaynaklara göre kalp krizi hak savunucularına göre başına aldığı darbe nedeniyle öldüğü açıklanıyor. Ancak her iki halde de onu yaşamdan koparan, din kılıflı erk-ek şiddeti.
Bizde ise Fikirde Birlik Platformu ismiyle boy gösteren insan hakları karşıtı marjinaller eylemde. Ayrımcılık suçu ve nefret söylemiyle meydanlara çıktılar. Aylardır kamu kaynaklarıyla oluşturulup, beslenen, güçlendirilen bir yapı. Reklamları RTÜK eliyle yapıldı. Ayrımcılık suçu, nefret söylemi ve hedef gösterme, halkın bir bölümünü kin ve düşmanlığa sevk etme suçları devlet gözetiminde ve kamu kaynaklarıyla işleniyor. Televizyonlarda kamu spotu gibi yayınlandı bu hezeyanlar. LGBTİ+ düşmanlığını körükleyip, erkek şiddetini teşvik eden bir devlet politikasının adı da “büyük aile buluşması.” LGBTİ+ karşıtlığını dine dayandırarak insanların zihnini ifsat eden bir devlet politikasıyla yapılıyor gösteriler. Kutsal kitaplarda lanetlenen o “çirkin fiil”, o toplumda eşcinsel ilişkinin, yönetenler, hâkim zümre tarafından zorla dayatılması. Lanetlenen, yönetenlerin zorbalığı, kısacası zorbalık yapılması. Fakat bugün de yine din adına ve yine yönetenlerin, hâkim zümrenin kamu gücü desteğiyle LGBTİ+ insan haklarını yok saydığına tanığız. Cinsiyete dayalı şiddete meşruiyet tanınması sonucunu doğuracak bir girişim gerçekleştiriliyor. Zorbalığın vahşetine kapı açabilecek bu girişim hepimizin vergileriyle finanse ediliyor. Ülkenin insanı ülke kaynaklarının ve toplum güveninin kötüye kullanımı yoluyla tehdit ediliyor. Bahane aile.
“Aileyi ve çocukları, nesli koruma” iddiasıyla yola çıkanlara parklar açık. Yürüyüş serbest. Üste parası, kamu spotu kılıflı reklamı kampanya propagandası devletten, hükümetten sağlanıyor. Devletin insan hakları politikasında insan yok çünkü. Bir kurum var sadece, adı aile kurumu. İçindeki insanın hakları yok ama aile kurumunun hakları var akıllarınca. Hak kavramını tersine çevirmeleri insandan kuruma, kavrama dönüştürmeleri yetmedi şimdi ayrımcılık suçunu ve nefret söylemini devlet eliyle desteklemekten de çekinmeyen bir politikaya dönüştü. Peki o savunulan aile, nesli nasıl koruyacak? Şiddetle elbette. Eşcinsel eğilimi tespit edilen çocuklara şiddet uygulama meşruiyeti tanınacak aileye. Önce ev içinde basit fiziksel, duygusal, ekonomik şiddet uygulanacak. Yetmezse psikologlar ve psikiyatristler eliyle tedavi adı altında işkence serbest olacak.
Aileyi korumak aile üyelerine işkence etmekten geçer. Şiddet işkence ayrıcalığı aile içinde kime tanınır dersiniz? Tabii ki aile kavramının açılımı olan erkek egemenliğinin yetki verdiği tek kişiye en erk-ek olana. Ataerkil toplumsal cinsiyet rolleri inşa edildi ilkin. Sonra bu cinsiyet normları dışında kalan kız ve oğlan çocuklarına, yetişkin kadın ve erkek bireylere dayatılan bu inşa edilmiş cinsiyet normları dışında kaldıkları takdirde şiddet ve işkence meşruiyeti tanınıyor.
O, toplanıp, yürüyüp haklarını savundukları aile içinde kadınlar şiddete uğruyor, öldürülüyor. O aile içinde çocuklar, hasta ve yaşlılar ihmal ve istismara uğruyor. O aile kolayca suçu teşvik ettiği gibi suç ortaklığı yapıyor, delil karartmaktan faili saklamaya kadar her türlü işbirliğini “aile şerefi” bahanesiyle gerçekleştiriyor. Kadın cinayetlerinin yüzde yetmişinden fazlası aile konutunda, aile bireyleri, en yakınları tarafından işleniyor. Çocuk cinsel istismarı suçunun neredeyse yüzde kırkı aile içinde, aile büyükleri tarafından gerçekleştiriliyor. Üstelik devlet utanmadan bu suç için somut delil şartı getirdi ama yetmedi şimdi bu suçlar dahil aile içinde işlenen cinsiyete dayalı şiddetin her birini LGBTİ+ karşıtlığı kılıfıyla meşru saymak istiyor. Nitekim 6284 karşıtları “yuva yıkan yasa” derken cinsiyete dayalı şiddetin sadece şikâyete bağlı sayılmasını, kamu davası olma nitelinin kaldırılmasını istiyorlardı. Şimdi bu "taşımalı sistem miting"e iktidar belediyesiyle, medyasıyla, RTÜK’üyle, siyasi iradesiyle destek verdiği için açıkça ev içinde işlenen cinsiyet temelli şiddetle mücadeleden vazgeçmek yönünde siyasi irade beyan etmiş oluyor.