Din tarihçisi Anna Della Subin: Dünyamızın yeni tanrıları milyarderlerdir

Anna Della Subin ile 'Kazara Tanrılar' kitabını konuştuk. Subin, "Bence insanlar hayatta kalmak için sonsuzluk duygusuna derinden ihtiyaç duyuyor" dedi.

Abone ol

Özlem Küskü

DUVAR - Din tarihçisi Anna Della Subin'in 'Kazara Tanrılar' çalışması, Nurullah Yakut çevirisiyle Beyaz Baykuş Yayınları tarafından yayımlandı. Subin 'Kendilerini Tanrı Olarak Bulan İnsanlar Üzerine' alt başlığını taşıyan kitapta, modern "din" kavramımızın nasıl icat edildiğine, çağımızda din ve siyasetin neden birbirine karıştığına, birisini ilahi olarak adlandırmanın nasıl kullanıldığı ve istismar edildiğine dair sorulara ışık tutmayı amaçlıyor.

Anna Della Subin ile 'Kazara Tanrılar'ı, tanrılaştırmanın sömürgeciliğe etkisini ve bugünün 'Tanrıları'nı konuştuk. 

Dinin ve inancın tarihsel serüvenini ilginç bir bakış açısıyla ele alıyorsunuz. Kitabınız tanrılaştırılan insanlar üzerine, bu kitabı neden yazmak istediniz? Bugün bu kitabın bize anlatmak istediği, sizin vurgulamak istediğiniz fikir nedir?

Kitap fikri ilk olarak 2011’de, devrimlerin ve ayaklanmaların yaşandığı bir yılı izlerken aklıma geldi. Kadim tanrılaştırma fikirleri üzerine çalıştığım Harvard İlahiyat Fakültesi'nden yeni mezun olmuştum ve geldiğim yer olan New York'ta Ortadoğu kültürü üzerine bir dergi olan Bidoun'da editör olarak çalışıyordum. Arap Baharı patlak verdiğinde ofisimizi Tahrir Meydanı'ndan çok da uzak olmayan Kahire'ye taşıdık. İnsanları siyasi olarak hareket etmeye -siyasi fikirler uğruna hayatlarını riske atmaya- iten şeyin ne olduğu ve otokrasinin doğasının "laik" olarak görebileceğimiz şeyleri nasıl aştığı hakkında çok düşünmeye başladım. Merak ettim, bir politikacı çok fazla karizmatik güce sahip olduğunda ne olur? Farkında olmadan bir tanrıya dönüşebilir... Bu fikri takıntı haline getirdim ve modern tarih boyunca kazara tanrıları araştırmaya başladım. Milliyetçi liderlerden generallere, gemi kaptanlarına, bilim insanlarına, antropologlara ve bir ekonomiste kadar yaklaşık 90 figür buldum. Bir tarih merakından çok daha fazlası olan bu hikayeler, din ve siyaset arasındaki ilişki, ırk ve erkekliğin inşası ve sözde seküler çağımızda tanrısallığın rolü hakkında pek çok şeyi ortaya koyuyor.

'GÖKLER, ÇOĞU ZAMAN YERYÜZÜNDEN SANDIĞIMIZ KADAR UZAK DEĞİLDİR'

Antik Yunan ve Roma tanrılaştırma olgusuna nasıl bakıyordu? O dönemde tapınaklarda ve halk arasındaki mitsel Tanrı anlatımları bugünü nasıl etkilemiş olabilir?

'Kazara Tanrılar'ın ilk sayfalarında, klasik Yunan ve Roma'da insanlar ve tanrılar, yeryüzü ve gökyüzü arasında nasıl bu kadar geniş bir uçurum olmadığını inceliyorum. Olimpiyat tanrıları insanlarla çiftleşmek için sürekli yeryüzüne inerlerdi. Romalılar için ölen imparatorların tanrılaştırılması resmi bir devlet uygulamasıydı ve bu statü değişikliğini etkilemek için yapılan ritüelleri anlatıyorum -cenaze ateşinin üzerine, cennete kanatlı bir ulaşım aracı olarak hizmet etmesi için bir kartalın nasıl salınacağı gibi. Hıristiyanlığın ve ardından İslam'ın gelişiyle birlikte, Tanrı'nın insanlardan tamamen farklı olduğu, insanların öylece ilahi olamayacağı inancı yaygınlaştı. Yine de kitabımda, antik dünyanın fikirlerinin, özellikle siyasi liderlerin tanrılaştırılmasında ve modern devlet kültlerinde nasıl yaşamaya devam ettiğini gösteriyorum. Gökler çoğu zaman yeryüzünden sandığımız kadar uzak değildir.

'TANRI'NIN ÖLDÜĞÜNÜ NE KADAR İLAN EDERSEK EDELİM, İLAHLAR ARAMIZDA GÖRÜNMEYE DEVAM EDİYOR'

Eskinin Tanrı anlayışıyla bugünün modern Tanrı anlayışı arasında bir fark var mı? Tanrı anlayışının modernleşmesi mümkün mü yoksa eski sabit inançlar hala aynı mı kaldı?

"Tanrı" kelimesiyle ne kastediyorsunuz? Bunu anlatmanın pek çok yolu var. Tek bir tanımdan ziyade, tanrısallığı her türlü varlığı kapsayan bir yelpaze olarak görüyorum -yüce yaratıcılar, aynı zamanda ruhlar, ataların tanrıları, yarı tanrılar, mesihler, avatarlar, cinler, bereket tanrıları... Tüm bu anlayışlar kadimdir ve bugün hala fazlasıyla mevcuttur. Modern çağımızın "hayal kırıklığına uğramış" ve rasyonel olduğuna ve Nietzsche'nin ünlü sözünde olduğu gibi Tanrı'nın öldüğüne dair yaygın bir mit vardır. Modern bilim ve kapitalizm ruhları yeryüzünden kovmuş, din de kendi "organize" alanına çekilmiştir. Yine de Tanrı'nın öldüğünü ne kadar ilan edersek edelim, ilahlar aramızda görünmeye devam ediyor. Yeni ve çoğu zaman son derece zor koşullarımıza uyması için kadim ilahi kavramını sürekli olarak yeniden işliyor ve yeniden şekillendiriyoruz. Örneğin, gazeteler, radyo, Twitter gibi modern medya biçimlerinin yeni dinlerin yaratılmasında nasıl kutsal metinler haline geldiğiyle çok ilgileniyorum. Kitabımı TikTok'un yükselişinden önce yazdım ama belki de sırada bu var.

Kazara Tanrılar - Kendilerini Tanrı Olarak Bulan İnsanlar Üzerine, Anna Della Subin, Çevirmen: Nurullah Yakut, 488 syf., Beyaz Baykuş Yayınları, 2023.

İnsan neden anlayamadığı güçlere tapınma eğilimdedir, tarihsel olarak bunu nasıl okuyorsunuz?

Belki de insanlar için kavranması en imkansız olan şey ölümdür -kendi insani sonluluğumuz ve kaderin rastlantısallığı. Tanrılaştırma eylemleri genellikle şiddet ve savaş bağlamlarında ve vatan, özgürlük ya da benlik duygularının kaybedildiği zamanlarda ortaya çıkar. Kriz zamanlarında, etrafımızda tanrılar aramak, kaçınılmaz ölümlülüğümüzü anlamlandırmak ve aşkınlığa giden bir yol bulmak için çok insani bir özlemi yerine getirir. Bence insanlar hayatta kalmak için sonsuzluk duygusuna derinden ihtiyaç duyuyor. Tapınma eylemi alternatif gelecekler hayal etmenin ve kendimiz için yeni dünyalar inşa etmenin bir yolu haline geliyor. Çoğu zaman, bir asker ya da otokrat gibi özellikle şiddet yanlısı ya da güçlü bir kişiye tapınmak, onun gücünü sahiplenmenin bir aracı haline gelir. Kitabımda bunun Batı Afrika'daki ruh ele geçirme kültlerinden Hindistan'daki şeytani bir İngiliz subayına tapınmaya kadar çeşitli bağlamlarda gerçekleştiğini görüyoruz; sömürgecilerin tanrılaştırılması onların gücünü yakalamanın ve kontrol etmenin bir yolu haline geliyor.

'TANRILAŞTIRMA HİKAYELERİ AVRUPA'NIN ÜSTÜNLÜĞÜNÜ SAVUNMAK İÇİN KULLANILDI'

Tanrılaştırma sömürgeciliğe nasıl hizmet etti ve bu dünyayı nasıl şekillendirdi?

Kristof Kolomb'un Yeni Dünya'ya ayak bastığı ve günlüğüne "göksel bir varlık" olarak selamlandığını yazdığı modern çağın başlangıcından bu yana, yerli halkın Avrupalıları tanrı zannettiğine dair anlatı, sömürgeci fethi meşrulaştıran bir mecaz haline geldi. Örneğin, Aztek imparatoru Moctezuma'nın Hernán Cortés'i tanrı sandığı ve imparatorluğunu İspanyollara kendi isteğiyle teslim ettiği söylenir. Kuzey Kaliforniya'daki Miwoklar tarafından saygı gördüğü iddia edilen Sir Francis Drake'den, Lenape'ler tarafından benim memleketim Manhattan'da tanrı Manitou olarak saygı gören Henry Hudson'a kadar bu mitlere tekrar tekrar rastlıyoruz. Bu tanrılaştırma hikayeleri toprak iddialarını güçlendirmek ve Avrupa'nın üstünlüğünü savunmak için kullanıldı.

Bu durum İngiliz İmparatorluğu döneminde de devam etti ve özellikle Hindistan'da, cin ve puro ikram edilen türbelerde tapınıldığı söylenen İngiliz sömürgecilerin tanrılaştırıldığına dair hikayeler peşlerini bırakmadı. Bu hikayeler, rasyonel ve modern bir Batı ile karşılaşan irrasyonel ve fanatik bir Doğu portresi çizmek ve Avrupa'nın medenileştirici etkisini meşrulaştırmak için kullanılıyor. Ancak tanrısallaştırma eylemleri imparatorluğun doğruluğunu desteklerken, sömürge karşıtı aktivistler de bundan güç alıyor. Kitabımda, 1920'lerin başında Vişnu'nun bir avatarı olarak gerçek tanrılığa yükseltilen ve Hindistan bağımsızlık hareketinde etkin bir güç haline gelen Gandhi gibi figürleri inceliyorum.

Kimin Tanrı kimin kul olduğuna tarih boyunca kim karar verdi?

İncelediğim tarihlerde, herhangi birinin herhangi bir anda herhangi birini tanrı ilan etme gücüne sahip olduğunu görüyoruz. İlahi olan üzerinde hak iddia etme yeteneği, herhangi bir birey ya da grup tarafından, özgürleştirmek ya da köleleştirmek gibi pek çok farklı gündem için kullanılabilecek siyasi bir araçtır. Siyasetin kendisinin, kimin daha fazla kimin daha az insan olduğuna dair bir dizi iddia olduğunu savunuyorum. Ve bu iddialar her zaman değişmektedir. Örneğin, son yıllarda emperyalist idollerin heykellerini devirme ya da isimlerini prestij kurumlarından kaldırma kampanyaları güç kazandı. Törenle öldürülmeden önce Hawaii'de bir tanrı olarak selamlandığı iddia edilen İngiliz kaşif Kaptan James Cook hakkında yazıyorum. Cook'un tanrılığına dair hikayeler, Hawaii'de günümüze kadar devam eden Amerikan askeri işgalini kutsallaştırmak için kullanıldı. Ancak bugün Cook'un heykellerinin Hawaii, Avustralya ve Yeni Zelanda'da yıkıldığını görüyoruz -emperyalist beyaz adamları tanrı haline getiren mitleri ortadan kaldırmaya yönelik pek çok yeni hareketten sadece biri.

'PARANIN UZUN ZAMANDIR TANRISALLIKLA BİR BAĞLANTISI VAR'

Bugünün "Tanrıları" sizce kimler ve neyin peşindeler, dünyadan ve insanlıktan ne talep ediyorlar?

Günümüzün yaşayan tanrıları birkaç farklı çeşittir. Twitter'ı kullanarak Gujarat'ta kendi putlarını içeren tapınakların inşa edilmesini kınayan Narendra Modi ya da tüm insani yasaların tamamen üzerindeymiş gibi görünen Donald Trump gibi otokratlar ve ilahi politikacılar var. Örneğin David Beckham'a adanmış bir tapınağın bulunduğu Bangkok'ta spor yıldızlarının tanrılaştırıldığını görüyoruz. Taylor Swift gibi şovmen ve müzisyenlere yönelik fanatik bağlılığın hangi noktada hayranlıktan yeni bir dine dönüştüğü sorulabilir. Ancak hepsinden önemlisi, dünyamızın yeni tanrıları milyarderlerdir. Paranın uzun zamandır tanrısallıkla bir bağlantısı var: Örneğin İngilizce'de "para" kelimesi tanrıça Juno moneta'nın bir sıfatından, yani “Koruyucu”dan geliyor. Para onun tapınağında basılırdı ve tanrıça paranın değerini garanti altına alırdı. Sikkelerin üzerinde geleneksel olarak bir tanrının portresi bulunurdu, şimdi ise devlet adamlarının resimlerini buluyoruz. Günümüzde kapitalizm küresel dinimiz haline gelmiştir. Kontrolsüz kâr birikiminin doğal dünyayı ve tüm yaşamın varlığını nasıl tehdit ettiğini her zamankinden daha net görüyoruz. Ama belki de tanrı olmanın nihai tanımı budur: Bir hevesle her şeyi yok etme yeteneği.