Dina İçin Adalet: Yaşam hakkımızı bile korumayan bir devlet ne işe yarar?

Devletin varlık sebebi, yaşam hakkımızı korumak iken, bunu yapmıyor. Dina’nın katledilmesinin ardındaki sistematik erkek şiddetini ortaya çıkarmaya direniyor.

Abone ol

Zonguldak- Karabük yolu üzerindeki Filyos Çayında cansız bedeni bulunan Gabonlu üniversite öğrencisi Dina’nın davasında 6. duruşma için 29 Kasım’da Karabük’teydik. “Dina için Feministler” yoğun bir emek vererek davayı takip etmeyi sürdürüyor. Bu, benim dava sürecinde katıldığım ilk duruşmaydı.

Duruşma öncesinde, dava hakkında yazılanlar ve dava sürecine ilişkin feministlerin aktarımlarına bakınca, davanın neden feminist bir mesele olduğunu daha iyi anladım.(1) Elbette, patriyarkal sistemde her kadın cinayeti bizim için politik. Ama bu davada, patriyarkanın milliyetçilikle, erkekegemen hukuk sistemiyle nasıl iç içe geçtiğini, iş birliklerinden memnuiyetlerini daha yakından görüyoruz. Söz konusu göçmen kadınlar olduğunda, patriyarkanın gözden çıkarılabilir bedenler hiyerarşisinde daha altta olduklarını biliyoruz.

Devlet bir şekilde şiddet uygulama tekelini, makbul erkekliklerden, makbul olmayan kadınlara doğru uygulanacak şekilde paylaştırıyor. Burada bir ters orantı var: Devletin varlığı için erkeğin işe yararlık seviyesi arttıkça uyguladığı şiddete göz yumma ve şiddeti teşvik artıyor. Kadınlara çizilen makuliyet halesinden uzaklaştıkça şiddete maruz kalma olasılığımız artıyor, erkek şiddeti meşrulaşıyor. Dolayısıyla şiddete açık bedenler oluşumuzdaki önceliği, gözden çıkarılabilir bedenler sıralamasındaki yerimiz belirliyor. Gabonlu, 17 yaşında bir öğrenci olan Dina’nın yaşadıkları ve katledilmesinin ardından devam eden yargı süreci, katledilebilir bedenler sıralamasını bir kez daha ortaya koyuyor. Devlet, sistematik erkek şiddetine, sistematik olarak göz yumuyor. 

Karabük’te göçmen kadınları hedef alan fuhuş çetesine dair iddialar hukuk sistemi gereği bu davaya dahil edilemiyor. Dolayısıyla hukuk sistemi erkek şiddetinin sistematikliğini gözetmede teknik olarak da eksik kalıyor. Narin’in katledilmesinin ardından benzer bir şekilde sistematik şiddeti örtükleştirmek için, dava süreci magazinleştirilmiş, birden fazla müdahil olduğu halde, suç bir kişinin, ilişkinin üzerinden tarif edilmisti. Burada devletin şiddetin sistematikliğini görmezden gelme sebebi, yine ailenin milliyetçilik üzerinden devlete katkısıydı. Benzer bir durum Dina’nın yargılama sürecinde de var. Bütün şehre yayılmış, sistematik olarak göçmen kadınları hedef alan fuhuş çetesi iddiaları bu yargılamanın konusu olamıyor. Dolayısıyla, erkekegemen yargı; kadınların erkekler tarafından öldürülmesini nasıl münferitleştiriyor ise, devletin çeşitli mekanizmalarının dahil olduğu sistematik şiddeti de münferitleştiriyor, tekil bir olay gibi görüyor, gösteriyor.

Katledilen kadının suçlanması, delillerin toplanmaması, erkek şiddetinin üstünden atlayan yargılama süreçleri feministler olarak alışkın olduğumuz pratiklerdi. Dina, söz konusu olduğunda, buna ırkçılığın cinsiyetçilikle birleştiği yargılama pratikleri ekleniyor. Çeviriden doğan sorunlar, göçmenlerin ülkedeki varlığının şüpheli bulunması gibi…

6. duruşmada, bir kadının bodrumdan gelen sesini duyduğunu aktaran tanık kadın dinlendi. Her ne kadar, olay saatleri ile bu tanıklık uyuşmuyorsa da dikkat çeken bir ayrıntı vardı. Tanık, bir kadının saatler boyunca “bırak beni” diye bağırdığını duyduğu için 3 kez polisi aramış ama polis gelmemişti. Mahkemede tanığın 112’yi arama kayıtları okundu. Kadına yönelik erkek şiddetine dair önleyici ve koruyucu tedbirler almak, uygulamakla yükümlü idari mekanizmalar bu sorumluluklarını yerine getirmiyor. Mahkeme kayıtlarına geçen örnekte, devletin kadına yönelik erkek şiddeti ile mücadelesindeki tutumu bir kez daha gözler önüne sunuluyor. Ayrıca tanık, göçmen kadınlara yönelik fuhuş çetesine dair duyumlar aldığını, ama doğrudan bir bilgisi olmadığını söyledi.

Fail Dursun Acar’ın avukatları, müvekkillerinin tutukluluk halinin sonlandırılmasını istediler. “Özgürlük ve güvenlik hakkının” ihlal edildiğini düşünüyorlar. Çok aşina olduğumuz argümanları var. Avukatlardan biri, bir erkek olarak yolda yürürken yanından bir kadın geçse, suçlanacağı için endişe ettiğini, dava sürecinin adalet duygusunu zedelediğini söyledi. Buradaki adalet beklentisi erkek egemenliğini yeniden tesis edecek yönde bir karar. Acar’da daha önceki ifadelerini tekrarlayarak “iyilikten dolayı buradayım” diye kendini savundu. İftira atılan, aslında iyi niyetli olan ama bu niyeti bir türlü anlaşılamayan mağdur erkekler, “sen, beni yanlış anladın”cılık, “hayat kadınlara güzel”sincilik bize ne kadar tanıdık tavırlar, ifadeler değil mi?

Savcı ise, yaptığı araştırmada, maddi delillerin Dursun Acar’ı işaret etmesi nedeniyle tutuklu olarak yargılanmaya devam etmesi gerektiğini düşünmüş. Dursun Acar’ın cinsel saikle istismar ve olası kastla insan öldürmek suçlarından yargılanmasını istedi. Mahkeme, Acar’ın tutuklu kalmasına karar verdi. Büyük ihtimalle bir sonraki duruşma karar duruşması olacak.

Davayı takip eden feministler olarak vazgeçmeden “Dina için Adalet” demeye devam edeceğiz. Devletin varlık sebebi, yaşam hakkımızı korumak iken, bunu yapmıyor. Dina’nın katledilmesinin ardındaki sistematik erkek şiddetini ortaya çıkarmaya direniyor.  Davanın bir sonraki duruşması 17 Aralık saat 10:00’da Karabük Adliyesinde görülecek. Orada olmaya, bu dayanışmayı büyütmeye devam edeceğiz. Tekrar tekrar soruyoruz: Yaşam hakkımızı bile korumayan bir devlet ne işe yarar?(2)

NOTLAR:

(1) “Dina için Feministler” grubundan Firdevs Hoşer’in hem duruşmaları hem de bu süreçte feministler olarak yaşadıkları deneyimleri aktaran yazısı için buraya bakabilirsiniz. 

Davayı takip eden “Dina için Feministler” grubundan  feministlerin davaya nasıl müdahil olduklarını, Karabük’te yaşadıkları deneyimleri ve yargılama sürecine ilişkin hukuksuzlukları aktaran podcastte için buraya tıklayabilirsiniz. 

(2) Yazıya katkıları ve desteklerı icin Latife, Özgül ve Firdevs'e teşekkürler