“Arkeolojik bulgulardan, Çatalhöyük’te tüm yapıların konut işlevi taşıyan mekânlar olduğu ve toplumun, bu yapıların içinde gerçekleşen çeşitli ritüellerle organize edildiği anlaşılıyor. Duvar resimleri yapmak da bu ritüellerden biri." Afet sonrası toplanma alanlarımızın, Çatalhöyük'vari toplu konutlarla çevrelendiği bir çağda, bu performansı, komşu Beşiktaş ve Hasankeyf'te nasıl güncellerdik, en azından düşünmeye bile değer.
Batman'ın güneydoğusundaki 12 bin senelik Hasankeyf'in sanki normal bir işmiş gibi dinamitlenip, İstanbul Beşiktaş Metro kazısından altı bin yıllık neolitik kalıntıların fışkırdığı, Otokar / Ural / Altay marka zırhlıların İstanbul'da yürümekte bile güçlük çeken konu komşunun kamu güvenliğini sağladığı ve Beyoğlu İstiklâl Caddesi'nin, betondan bir hafriyat bahçesine büründüğü günlerdeyiz. Dinamik, dinamit gibi bir gündem.
Bu manzarada, yine aynı caddede hizmet veren Koç Üniversitesi Anadolu Medeniyetleri Araştırma Merkezi ise (ANAMED), Çatalhöyük Araştırma Projesi’nin çeyrek asrını yansıtan, pek yakında içinde çağdaş sanatı da barındıracak etkileşimli bir sergiye yer veriyor. Aslında bir sergiden çok, mesleğe ve neticelerine ilgi duyan, yediden yetmişe her resmî ve sivili besleyici, bir tür 'tarih lokantası açık mutfağı, bu. Yine hatırlayalım, 15'nci Uluslararası İstanbul Bienali'nin ana destekçisi de, ( hatta 2026 yılına değin ), Koç markası.
UNESCO Dünya Kültür Mirası Listesi'ndeki Çatalhöyük'ün hikâyesi, bu sergiden bağımsız olarak, İnternet üzerinde de yer alan, Kültür ve Turizm Bakanlığı çıkışlı 'Türkiye arkeolojik tarih kazı haritası'ndaki www.catalhoyuk.com adresinde izlenebiliyor.
21 Haziran’da, seramik uzmanı Duygu Tarkan'ın küratörlüğünde açılan “Bir Kazı Hikâyesi: Çatalhöyük” sergisi, buluntuların taşındığı kırmızı ve mavi özgün plastik kasalarla örülü tasarımıyla, canlı bir doku içinde sizi karşılıyor. İçeriği Şeyda Çetin tarafından geliştirilen ve koordinasyonu sağlanan sergi, bölgede keşfedilen buluntuların üç boyutlu dijital teknoloji yardımıyla yeniden canlandırılmasından, kazı alanlarının ilk kez teşhir olunan lazer taramaları ve sanal gerçeklik deneyimi ile Çatalhöyük binalarının deneyimlenmesi gibi sergileme önerilerine değin, ölgün sergi sezonuna epey bereketli bir 'veri toprağı' serpiyor.
Adı Çatalhöyük ile özdeşleşen arkeolog Ian Hodder'ın danışmanlığındaki sergide, Hodder da izleyiciyle karşılıklı olarak, Çatalhöyük ile ilgili bir sohbetin baş köşesinde buluşabiliyor. Hodder burada, kazıdan çıkarılan tüm parçaların Türkiye'de kalıyor oluşundan, tanık olduğu kazı tarihinde tecrübe ettiği ilk defile konuşmasından, pop yıldızı, sanatçı Tarkan'la tanışıklığına değin bir çok konuda ziyaretçilere sürprizli, besleyici bilgiler veriyor.
Türkiye'de eşine az rastlanır şekilde, 'merak' duygusu ile çalışan, mıknatıslı objelerden elektronik kazı günlüklerine erişen serginin ekibinde, Buket Coşkuner, Ebru Esra Satıcı, Özge Ertem Artvinli gibi isimler yer alırken, tasarımında ise Pattu Mimarlık imzasıyla, Cem Kozar ve Işıl Ünal bulunuyor. Yapı Kredi ve Arçelik tarafından desteklenen sergi, bir vefa örneği olma özelliğini de gösteriyor.
Yakın zamanda İstanbul ve Türkiye dışında da sergilenmesi için fikir ve niyetlerin gündeme geldiği sergi, Hodder'ın başını çektiği Çatalhöyük Araştırma Projesi'nin bu ay sona erişine de rastladığı için daha da anlamlanarak bir nevî sivil envanter halini alıyor. Dahası, bilginin de arkeolojisini safha safha görünür kılan sergi kapsamında derlenen ve Çatalhöyük üzerine bugüne kadar yayımlanmış 500’den fazla makale ve kitap da, ANAMED Kütüphanesi’nde ilgilileri bekliyor.
Yakın zamanda İstanbul ve Türkiye dışında da sergilenmesi için fikir ve niyetlerin gündeme geldiği sergi, Hodder'ın başını çektiği Çatalhöyük Araştırma Projesi'nin bu ay sona erişine de rastladığı için daha da anlam kazanarak bir nevî sivil envanter halini alıyor. Dahası, bilginin de arkeolojisini safha safha görünür kılan sergi kapsamında derlenen ve Çatalhöyük üzerine bugüne kadar yayımlanmış 500’den fazla makale ve kitap da, ANAMED Kütüphanesi’nde ilgilileri bekliyor.
Burada verimli bir parantez açmak niyetiyle, sergi uzmanlarından aldığımız bilgilere göre; Konya’nın 45 kilometre güneydoğusundaki Çatalhöyük'te ilk yerleşimin, Neolitik dönem olarak adlandırılan MÖ 7100’lü yıllara dayandığı düşünülüyor. Araştırmalar, en kalabalık olduğu dönemde 3000 ila 8000 kişinin burada yaşayıp, çalışıp, öldüğünü ortaya koyuyor. Bölge, 11 Kasım 1958’de İngiliz arkeologlar David French ve James Mellaart tarafından keşfedilmiş. Mellaart, Türk ve uluslararası araştırmacılar ve Türk işçilerden oluşan büyük bir ekiple, 1961–1965 yılları arasında Çatalhöyük’te kazılar yaparak 160 konutu ortaya çıkarmış. Hodder ise, çeyrek asırlık kazı çalışmalarında, Mellaart’ın elde ettiği geniş çaplı sonuçlara daha fazla ışık tutacak yoğun ve detaylı araştırmaları yapabilmek için, yeni bilimsel tekniklerin uygulanması esasına dayalı bir sistem izlemiş. Bu nedenle bugün ulaşılan sonuçlar birbirinden farklı ancak birbirini besleyen iki çalışmanın harmanlanması ile oluşuyor.
'İyi Bir Komşu' temasıyla açılacak İstanbul Bienali'nin de gezilebileceği günlere taşan doğru bir programlama ile, 25 Ekim'e değin yer alacak bu bereketli ve sürprizi bol sergiden öğrendiğimiz biçimiyle, günümüzden dokuz bin yıl evvel, bugünkü Konya Ovası'nda insanlar bir araya gelerek, kerpiçten evler inşa etmiş ve kilden kendi çanak çömleklerini üretmiş bulunuyor. 200 kilometre uzaktan getirdikleri volkan camı ile, kesici ve delici aletler yapan bu insanlar, hayvanları da evcilleştirerek tarımla uğraşmış görünüyor. Öte yandan bu (ata-komşu) insanlar, duvarlara ve yerlere çizdikleri soyut resimlerle de, taştan ve kilden ürettikleri heykellerle de, zengin bir sanat birikimi ortaya koymuşlar.
Bu yönüyle, Çatalhöyük sergisi İstanbul Bienali'ne de Nazlı Gürlek imzasıyla, 'Bir' adlı bir performans üzerinden göz kırpıyor. Bienale 'komşu' bu etkinlik, 23 Eylül'de saat 17.00'da, ANAMED'in üçüncü kattaki terasında, ücretsiz olarak izlenebilecek. Performans, Çatalhöyük’teki Bina 80’de ortaya çıkarılmış, M.Ö. 6500 yılı civarında, ritüel amaçlı yapıldığı düşünülen bir duvar resmini canlandırıyor.
Gürlek, duvar resminden yola çıkarak yaptığı her biri 9 metrelik iki rulo ile, resmin ortaya çıktığı kazı sürecini gösteren arkeolojik görsel dokümantasyon ve bir performansçının canlı hareketi dahil olmak üzere resim, belge ve hareketten oluşan üç farklı ifade diliyle yeni bir ritüel ortaya çıkarıyor.
Nazlı Gürlek, iletilen basın bilgisinde, Simge Burhanoğlu küratörlüğündeki performansa konu olan resimle ilgili şunları söylüyor: “Arkeolojik bulgulardan, Çatalhöyük’te tüm yapıların konut işlevi taşıyan mekânlar olduğu ve toplumun, bu yapıların içinde gerçekleşen çeşitli ritüellerle organize edildiği anlaşılıyor. Duvar resimleri yapmak da bu ritüellerden biri. Çatalhöyük resimlerinde genellikle birkaç geometrik formun tekrarından oluşan, oldukça kontrollü ve neredeyse matematiksel kesinlikte yapıldığı gözlenen soyut motifler görüyoruz. Bu performansa konu olan resim ise, diğerlerinden farklı. Görsel anlamda dağınık, uçucu, akıcı ve boşluklu. Bu resim bana duraksız akan nehirleri, hem doğaya hem insan bedenine hayat veren yaşam enerjisini, yaratım gücünü, yaşamın sınır tanımaz gücünü hatırlatıyor.”
Afet sonrası toplanma alanlarımızın, Çatalhöyük'vari toplu konutlarla çevrelendiği bir çağda, bu performansı, komşu Beşiktaş ve Hasankeyf'te nasıl güncellerdik, en azından düşünmeye bile değer. Ne yazıyordu geçmiş dijital haberde, Beşiktaş'ta, cenin pozisyonunda bulunan iskeletin yanında bir de armağan maksatlı taş balta vardı; değil mi ?
Uygarlık savaşında baltayı yine taşa vurmuş olmasak bari.