İslam’ın güncellenmesi konusu Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan
tarafından dile getirildiğinden bugüne konunun seyri de epey
değişti. Örneğin Bekir Bozdağ çıktı ve “Cumhurbaşkanımızın imanını
sorgulamak kimsenin haddi değildir” şeklinde anlamlandırması zor,
tuhaf bir açıklama yaptı. Konu mecrasından saptı. Henüz
başlangıçtayken bu yazının ve bu minvalde devam edebilecek
yazıların amacının herhangi bir kişinin imanını sorgulamak veya
İslam’ın yeniden yorumlanmaya ihtiyaç duyup duymadığını tartışmak
olmadığını peşinen belirtmek yerinde olur.
ENGİZİSYONA GEÇİT YOK
Eğer söz konusu İslam ise bu daire içerisinde kalarak iman
sorgulamanın yani kalplerde olanı bilmenin ne meşru bir zemininin
ne de bir imkanının olmadığını yakinen biliyoruz. Bu sadece ahlaki
bir tutum değil aynı zamanda nesnel bir gerçeklik. Bunu bilmek
deneyim aracılığıyla imkan dahilinde olsaydı dahi ahlaki sınırlar
içerisinde kalarak engizitörlüğe soyunmak yolu kapalıdır.
YOLDA OLMAK
İslam’ın en güzel şekilde hayatiyetini devam ettirmesi ise
tümüyle ve ancak Müslümanların bu konudaki niyetleri, gayretleri,
cehdleri, ihlasları, amelleri günün diliyle performansları; kısaca
Müslümanların hem bireyler hem de topluluk olarak kendilerini
güncellemeleri ile sağlanabilir. Güncellenme A’dan Z’ye, sade bir
Müslümandan bir hükümdara kadar her Müslüman için geçerli ve
süreklilik taşıması beklenen bir kuraldır. İki günün birbirine olan
eşitliğini bozmak zorunluluğu. İnsanın kendini güncellemesi
istikameti hikmet doğrultusuna çevirerek adımlamaya devam
etmesinden başka nasıl bir anlam taşıyabilir ki? Eldeki metinler
aynı kalacak, bizlerin bu metinlerden anladığı ise zihinlerimizin
muhtevası ve niyetlerimizin yönelimi ile bir şekilde
değişecektir.
Yani her insan her mahluk için geçerli olan değişim kuralı,
Müslümanlar ve onların zihinleri için de geçerlidir. Nehir akıyor
ve değişim kaçınılmazdır. Ya kendimizi akıntıya bırakacak ya da
kulaç atmaya başlayacağız. Yaratılmışlarda yani tek tek varolan her
şeyde değişim kaçınılmaz olduğuna göre bizler ancak bu değişime
iradelerimizle bir yön verebiliriz. Güncellenmek ise zorunlu olan
değişimin bilinçli bir tercihle hikmete yöneltilmesi
şekliyle elde edilebilir. Hikmet arayışının ise Penelope’nin
örgüsünden, sürekli başa dönerek yeniden ve yeniden dokumaktan pek
farklı bir yanı yok.
Kısaca yolda olmak, fasıla vermeksizin yolda olmak.
Müslümanlar tarihin tortusu, hurafenin verdiği ağır hasar,
İslam’ı anlamak konusundaki zihinsel tembellik ve iktidarla
birlikte ganimetin yol açtığı kirlenme ile bir iç
hesaplaşma içerisine girmek konusunda şüphesiz ki özgürdürler. Buna
iç dünyalarında kendileri karar verecektir. Ama Müslümanların bu
konularda takınacakları tutum sadece kendilerinin sınavı değil
gerçeklik dünyasındaki İslam’ın, yaşanan İslam’ın, algılanan
İslam’ın da geleceğini belirleyecektir. İslam’a gelince, Allah
dinini elbette ki korur ama bu konuda ne Müslümanlara ne de başka
birilerine hiç ama hiç ihtiyacı yoktur. Gerekirse bir topluluk
sıfırlanır ve gider; gidenin yerini daha iyi özelliklere sahip bir
başka topluluk alır. Nehirler yine akmaya, dünya da dönmeye devam
eder.
ORTALIK SÜTLİMAN
Burada ele alacağımız husus geçtiğimiz günlerde yaşadığımız ve
hepimizi ilgilendiren bir gelişme; daha ziyade kamusal
ilişkilerimiz, toplumsal sözleşmemiz çerçevesinde.
"İslam'ın güncellenmesinin gerektiğini bilmeyecek
kadar da aciz bunlar. Siz İslam'ı 14 asır öncesi hükümleri ile
bugün uygulayamazsınız. Beni birçok hocaefendi tefe koyacak o ayrı
mesele. Rabbim bizi tefe koymasın."
Bu sözler Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan’a ait. Ortalıksa
sütliman. Eğer bu sözler bir muhalefet lideri, daha açık bir
ifadeyle Kemal Kılıçdaroğlu veya bir başka siyasi tarafından sarf
edilmiş olsaydı içerik ve kamusal yönü dikkate alınarak verilecek
tepkileri tahmin etmekte kimse zorlanmazdı. Cumhuriyet tarihi
içerisinde zaman zaman buna benzer sözler aynı makamda
görev yapan farklı şahsiyetlerce ifade edilmiş, bu makamlardaki
şahsiyetler İslami kesim tarafından Hakkı savunmak adına
ağır eleştirilere muhatap olmuştur. Eleştirilerin külliyen haklı –
haksız olmasının imkansızlığı, görev alanına girip – girmediği
tartışması bir yana üzerinde daha çok durulmayı hak eden şey
bugünkü suskunluk hali. Çünkü suskunluk Müslümanlar için hayati
önemi haiz bir konunun Müslümanlar tarafından tartışma zeminini de
henüz kurulmadan yok ediyor.
BİLGİ Mİ OTORİTE Mİ?
Bu tartışmanın nereye varacağı kadar önemli bir nokta içeriği
aynı olan beyanların – önermelerin şahsa özel muamele görmesi.
Söylenene değil de söyleyene önem atfedilmesi. Yani otoritenin
bilgiden üstün tutulması ki günümüz dahil tarih boyunca
Müslümanların -ve diğer grupların da- başlarından bir türlü def
edemediği önemli belalardan biridir. Bir bela ki tali yollara
çıkar. İnsan muhakemesini iğfal eden bu faktörler aşılmadıkça
hakiki ve verimli bir tartışmanın yapılabilmesi imkan dışıdır.
Kısaca bu durum ciddi konuları sakince konuşmak konusundaki
topyekûn tarihi beceriksizliğimizin güncel içerisindeki yalın bir
tezahürü olarak değerlendirilebilir. Hastalık ne yazık ki
yaygındır.
Hocaefendilerin Cumhurbaşkanı’nı tefe koyabilmeleri kesinlikle
mümkün değildir. Kendi zaviyelerinden bu siyasi otoriteyi
eleştirenler zaten kolluk güçlerince toplanıyor, sosyal medyada ve
medyada bir lince de tabi tutuluyor. Zindanlara da tıkılıyor.
Ayrıca ilişkilerinin detaylarına vakıf olmasam da başı bir şekilde
devletle belaya girmemiş hocaefendiler Cumhurbaşkanı’ndan razılar.
Bu rızanın tersi de geçerli. Mütekabiliyet taşıyor. Yani
Cumhurbaşkanı’nın tefe koyulma endişesi taşımasının yaşadığımız
gerçeklik içerisinde hiçbir karşılığı yok. Yukarıdaki beyanın
zihinlerde kalan tortusu ise “Cumhurbaşkanı yenilenmeci / ilerici /
aydın ama hocalar bırakmıyor” şeklinde bazı zihinlere çöktü bile.
Görebildiğim kadarıyla bu rol dağılımından taraflar da memnun.
Erdoğan’ın cümleleri Cumhurbaşkanlığı Sözcüsü İbrahim Kalın
tarafından verilen bir beyanat ile vakit kaybetmeksizin
açıklığa kavuşturuldu. İbrahim Kalın şunları söylemiş:
"Ezmanın tagayyürü ile ahkamın tagayyürü inkar
olunamaz. (Zamanın değişmesi ile hükümlerin değişmesi yadsınamaz.
C.İ.) Bu Mecelle kuralına göre zamanın değişmesiyle içtihadı
hükümler ve yorumlar değişir ve yenilenmeye ihtiyaç duyar. Kur'an
ve sünnetin ortaya koyduğu hükümler ise sabittir. Kastedilen
budur.”
Bilindiği gibi çok genel anlamıyla sünnet
“Hz.Peygamberin uygulamalarıdır.” İslam hukuku söz konusu olduğunda
içtihat, “hakkında Kuran ve Sünnette açık hüküm bulunmayan
sorunlarda / konularda ilmi otoritenin çözüm üretmesi / hüküm
vermesi” şeklinde anlaşılır. Bu arada tartışmalı olsa da içtihat
kapısının yaklaşık bin yıldır kapalı durması ayrı bir
konu. Bunun örtük anlamı “bütün soruların cevabının alimler
tarafından verildiği, külliyat içerisinde her soruya ait cevabın
hazır olduğu” zannıdır. Argümanı biraz daha ilerletirsek “Hakikat
tüm detaylarıyla elimizdedir” şeklinde de anlaşılabilir ki böyle
bir iddianın mutlaklık arz ettiği kesindir. Bu örtük mutlaklık
iddiasının sadece Allah’a has olan mutlaklık inancıyla açık
çelişkisi ortadadır.
Sorun dışarıda bir yerlerde değil içimizde yani
zihinlerimizdedir.
Yarın: Dinin güncellenmesi (II)