Dinin Güncellenmesi (1): Zihinlerin güncellenmesi

Müslümanlar tarihin tortusu, hurafenin verdiği ağır hasar, İslam’ı anlamak konusundaki zihinsel tembellik ve iktidarla birlikte ganimetin yol açtığı kirlenme ile bir iç hesaplaşma içerisine girmek konusunda şüphesiz ki özgürdürler. Buna iç dünyalarında kendileri karar verecektir. Ama Müslümanların bu konularda takınacakları tutum sadece kendilerinin sınavı değil gerçeklik dünyasındaki İslam’ın, yaşanan İslam’ın, algılanan İslam’ın da geleceğini belirleyecektir.

Cihangir İslam cihangirislam@gmail.com

İslam’ın güncellenmesi konusu Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan tarafından dile getirildiğinden bugüne konunun seyri de epey değişti. Örneğin Bekir Bozdağ çıktı ve “Cumhurbaşkanımızın imanını sorgulamak kimsenin haddi değildir” şeklinde anlamlandırması zor, tuhaf bir açıklama yaptı. Konu mecrasından saptı. Henüz başlangıçtayken bu yazının ve bu minvalde devam edebilecek yazıların amacının herhangi bir kişinin imanını sorgulamak veya İslam’ın yeniden yorumlanmaya ihtiyaç duyup duymadığını tartışmak olmadığını peşinen belirtmek yerinde olur.

ENGİZİSYONA GEÇİT YOK

Eğer söz konusu İslam ise bu daire içerisinde kalarak iman sorgulamanın yani kalplerde olanı bilmenin ne meşru bir zemininin ne de bir imkanının olmadığını yakinen biliyoruz. Bu sadece ahlaki bir tutum değil aynı zamanda nesnel bir gerçeklik. Bunu bilmek deneyim aracılığıyla imkan dahilinde olsaydı dahi ahlaki sınırlar içerisinde kalarak engizitörlüğe soyunmak yolu kapalıdır.

YOLDA OLMAK

İslam’ın en güzel şekilde hayatiyetini devam ettirmesi ise tümüyle ve ancak Müslümanların bu konudaki niyetleri, gayretleri, cehdleri, ihlasları, amelleri günün diliyle performansları; kısaca Müslümanların hem bireyler hem de topluluk olarak kendilerini güncellemeleri ile sağlanabilir. Güncellenme A’dan Z’ye, sade bir Müslümandan bir hükümdara kadar her Müslüman için geçerli ve süreklilik taşıması beklenen bir kuraldır. İki günün birbirine olan eşitliğini bozmak zorunluluğu. İnsanın kendini güncellemesi istikameti hikmet doğrultusuna çevirerek adımlamaya devam etmesinden başka nasıl bir anlam taşıyabilir ki? Eldeki metinler aynı kalacak, bizlerin bu metinlerden anladığı ise zihinlerimizin muhtevası ve niyetlerimizin yönelimi ile bir şekilde değişecektir.

Yani her insan her mahluk için geçerli olan değişim kuralı, Müslümanlar ve onların zihinleri için de geçerlidir. Nehir akıyor ve değişim kaçınılmazdır. Ya kendimizi akıntıya bırakacak ya da kulaç atmaya başlayacağız. Yaratılmışlarda yani tek tek varolan her şeyde değişim kaçınılmaz olduğuna göre bizler ancak bu değişime iradelerimizle bir yön verebiliriz. Güncellenmek ise zorunlu olan değişimin bilinçli bir tercihle hikmete yöneltilmesi şekliyle elde edilebilir. Hikmet arayışının ise Penelope’nin örgüsünden, sürekli başa dönerek yeniden ve yeniden dokumaktan pek farklı bir yanı yok.

Kısaca yolda olmak, fasıla vermeksizin yolda olmak.

Müslümanlar tarihin tortusu, hurafenin verdiği ağır hasar, İslam’ı anlamak konusundaki zihinsel tembellik ve iktidarla birlikte ganimetin yol açtığı kirlenme ile bir iç hesaplaşma içerisine girmek konusunda şüphesiz ki özgürdürler. Buna iç dünyalarında kendileri karar verecektir. Ama Müslümanların bu konularda takınacakları tutum sadece kendilerinin sınavı değil gerçeklik dünyasındaki İslam’ın, yaşanan İslam’ın, algılanan İslam’ın da geleceğini belirleyecektir. İslam’a gelince, Allah dinini elbette ki korur ama bu konuda ne Müslümanlara ne de başka birilerine hiç ama hiç ihtiyacı yoktur. Gerekirse bir topluluk sıfırlanır ve gider; gidenin yerini daha iyi özelliklere sahip bir başka topluluk alır. Nehirler yine akmaya, dünya da dönmeye devam eder.

ORTALIK SÜTLİMAN

Burada ele alacağımız husus geçtiğimiz günlerde yaşadığımız ve hepimizi ilgilendiren bir gelişme; daha ziyade kamusal ilişkilerimiz, toplumsal sözleşmemiz çerçevesinde.

"İslam'ın güncellenmesinin gerektiğini bilmeyecek kadar da aciz bunlar. Siz İslam'ı 14 asır öncesi hükümleri ile bugün uygulayamazsınız. Beni birçok hocaefendi tefe koyacak o ayrı mesele. Rabbim bizi tefe koymasın."

Bu sözler Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan’a ait. Ortalıksa sütliman. Eğer bu sözler bir muhalefet lideri, daha açık bir ifadeyle Kemal Kılıçdaroğlu veya bir başka siyasi tarafından sarf edilmiş olsaydı içerik ve kamusal yönü dikkate alınarak verilecek tepkileri tahmin etmekte kimse zorlanmazdı. Cumhuriyet tarihi içerisinde zaman zaman buna benzer sözler aynı makamda görev yapan farklı şahsiyetlerce ifade edilmiş, bu makamlardaki şahsiyetler İslami kesim tarafından Hakkı savunmak adına ağır eleştirilere muhatap olmuştur. Eleştirilerin külliyen haklı – haksız olmasının imkansızlığı, görev alanına girip – girmediği tartışması bir yana üzerinde daha çok durulmayı hak eden şey bugünkü suskunluk hali. Çünkü suskunluk Müslümanlar için hayati önemi haiz bir konunun Müslümanlar tarafından tartışma zeminini de henüz kurulmadan yok ediyor.

BİLGİ Mİ OTORİTE Mİ?

Bu tartışmanın nereye varacağı kadar önemli bir nokta içeriği aynı olan beyanların – önermelerin şahsa özel muamele görmesi. Söylenene değil de söyleyene önem atfedilmesi. Yani otoritenin bilgiden üstün tutulması ki günümüz dahil tarih boyunca Müslümanların -ve diğer grupların da- başlarından bir türlü def edemediği önemli belalardan biridir. Bir bela ki tali yollara çıkar. İnsan muhakemesini iğfal eden bu faktörler aşılmadıkça hakiki ve verimli bir tartışmanın yapılabilmesi imkan dışıdır. Kısaca bu durum ciddi konuları sakince konuşmak konusundaki topyekûn tarihi beceriksizliğimizin güncel içerisindeki yalın bir tezahürü olarak değerlendirilebilir. Hastalık ne yazık ki yaygındır.

Hocaefendilerin Cumhurbaşkanı’nı tefe koyabilmeleri kesinlikle mümkün değildir. Kendi zaviyelerinden bu siyasi otoriteyi eleştirenler zaten kolluk güçlerince toplanıyor, sosyal medyada ve medyada bir lince de tabi tutuluyor. Zindanlara da tıkılıyor. Ayrıca ilişkilerinin detaylarına vakıf olmasam da başı bir şekilde devletle belaya girmemiş hocaefendiler Cumhurbaşkanı’ndan razılar. Bu rızanın tersi de geçerli. Mütekabiliyet taşıyor. Yani Cumhurbaşkanı’nın tefe koyulma endişesi taşımasının yaşadığımız gerçeklik içerisinde hiçbir karşılığı yok. Yukarıdaki beyanın zihinlerde kalan tortusu ise “Cumhurbaşkanı yenilenmeci / ilerici / aydın ama hocalar bırakmıyor” şeklinde bazı zihinlere çöktü bile. Görebildiğim kadarıyla bu rol dağılımından taraflar da memnun.

Erdoğan’ın cümleleri Cumhurbaşkanlığı Sözcüsü İbrahim Kalın tarafından verilen bir beyanat ile vakit kaybetmeksizin açıklığa kavuşturuldu. İbrahim Kalın şunları söylemiş:

"Ezmanın tagayyürü ile ahkamın tagayyürü inkar olunamaz. (Zamanın değişmesi ile hükümlerin değişmesi yadsınamaz. C.İ.) Bu Mecelle kuralına göre zamanın değişmesiyle içtihadı hükümler ve yorumlar değişir ve yenilenmeye ihtiyaç duyar. Kur'an ve sünnetin ortaya koyduğu hükümler ise sabittir. Kastedilen budur.”

Bilindiği gibi çok genel anlamıyla sünnet “Hz.Peygamberin uygulamalarıdır.” İslam hukuku söz konusu olduğunda içtihat, “hakkında Kuran ve Sünnette açık hüküm bulunmayan sorunlarda / konularda ilmi otoritenin çözüm üretmesi / hüküm vermesi” şeklinde anlaşılır. Bu arada tartışmalı olsa da içtihat kapısının yaklaşık bin yıldır kapalı durması ayrı bir konu. Bunun örtük anlamı “bütün soruların cevabının alimler tarafından verildiği, külliyat içerisinde her soruya ait cevabın hazır olduğu” zannıdır. Argümanı biraz daha ilerletirsek “Hakikat tüm detaylarıyla elimizdedir” şeklinde de anlaşılabilir ki böyle bir iddianın mutlaklık arz ettiği kesindir. Bu örtük mutlaklık iddiasının sadece Allah’a has olan mutlaklık inancıyla açık çelişkisi ortadadır.

Sorun dışarıda bir yerlerde değil içimizde yani zihinlerimizdedir.

Yarın: Dinin güncellenmesi (II)

Tüm yazılarını göster