Sorunun hakikatine ne kadar dokunabildiği bir yana dinde reform,
dinin güncellenmesi gibi yaklaşımların bir özne olarak insanı ihmal
eden, görmezden gelen, edilgenleştiren, nesneleştiren bir tarafı da
mevcut. Sorunun hep insan dışında bir yerlerde aranması gibi
insanın kadim bir maluliyetiyle yakından ilintili olduğu hemen fark
ediliyor. Halbuki önüne ne koyarsanız koyun bunu inceleyecek,
anlayacak, kavrayacak ve hayatına geçirecek olan yine insan. İnsan
zihni. Yukarıdan aşağıya zorlamacı yaklaşımlar olmayan bir ruhban
sınıfı üretmekten başka bir işe yaramayacaktır. Hem yukarıdan
aşağıya yöntemler hem de zorlamacı yöntemler vahiy geleneğine
esastan ve usulden yabancıdır. Bu iş bir gönül işidir. Bu konuya ya
kitlesel bir anlama gayretiyle iyiyi isteyerek girilecek
ve sonunda en iyi ortaya konacak ya da tarih sahnesine ister
istemez veda edilecektir. Kestirmeden yollar, sihirli değnekler,
kurtarıcılar buralarda hükümsüzdür. Ceht göstermekten, dişi tırnağa
takarak çalışmaktan ve çabalamaktan, geceyi gündüze katmaktan başka
bir yol da yoktur.
Konumuz ciddi, hakikatin izini sürüyoruz.
SUÇ ORTAKLARIYIZ
İslam, daha genel çerçevede vahyin dili insana özgür bir irade,
şahsiyet ve eylemlilik teklif ederken bizler sürekli ortaya çıkan
sonuçların aslında dışsal saikler tarafından belirlendiği
savunmalarıyla bu teklifi reddediyoruz. Birer özne olmamız
beklenirken kendimizi ısrarla nesneleştiriyoruz. Kitabı bir kez
anlayarak okumaya niyetlenmiş bir Müslüman Adem kıssasından
hissesini almışsa eğer, İblis’in eteklerine sığınmaksızın, her
hatasını üstlenerek atılan adımın insan olmak noktasında ne denli
hayati bir adım olduğunun bilincindedir. Kötülük adına her ne
yapıyorsak bunu ellerimizle, dillerimizle, düşüncemizle ama en sık
olarak da engellememekle, gökkubbeyi başlara indirmemekle bizler
yapıyoruz. Kendimiz.
İşte bu yüzden.
Her türlü yolsuzluk rafine hırsızlıktır.
Seçim hilesi bizlere emanet iradelerimizin gaspıdır.
Her kadın cinayetinde hepimiz birer bıçak temin etmişizdir.
Tecavüze uğramış her çocuğun ahı evlerimizi doldurur.
Karabasanlarımız çocuk gelinlerin hıçkırıklarındandır.
Bereketimiz gitmiştir.
Çünkü bizler suç ortaklarıyız.
HER ŞEY MUBAHTIR
Neden böyle bir toplum olduk sorusunun cevabı yine
zihinlerimizdedir. Cezaevlerindeki 668 çocuk ile Beştepe Sarayı’nın
2 bin 250 odasını ve 268 aracını aynı zihne sığdırabilen bir
toplumun artık burasına tıkamayacağı bir şey kalmamıştır. Böyle bir
zihinde çelişki, tutarsızlık, anlamsızlık ve saçma gibi yargılar
iptal edilmiştir. Zihinlerimizdeki iptallerin kaynağı ikide bir
çıkartılan KHK’lar değil bilakis KHK’ların da rahmidir bu
zihinlerimiz.
Öyleyse bundan böyle her şey mubahtır.
Kimsenin kendi içine bükülerek sorunu kendi bünyesinde aramaya
niyeti yok. Sorun hep dışarıda. Eğer ortada kandıran bir
irade yoksa yanıltan bir yanlış nesnellik arayışına girilir. Çünkü
sorun dışarıda. Halbuki Gannuşi ve İzzetbegoviç gibi görece benzer
havzalarda ortaya çıkan, benzer hikayeleri olan toplumlardan neşet
etmiş Müslüman şahsiyetler aynı külliyatı, aynı kaynakları
kullanarak hayata karşı çok farklı, olumlu, umut veren ve
insanlarla kucaklaşan duruşlar gerçekleştirmişlerdi. İmkan
aleminden bir takım davranışları çekip almış ve dünyanın önüne
koymuşlardı. Önemsedikleri halklarını değil kendilerini riske
ettiler. Bunlar dış saiklerle yapılmadı; ortaya iradelerini
koydular.
Kıskanırcasına sahip çıktıkları, uğruna bedel ödedikleri
iradelerini.
MALUMUN İLAMI
İslam toplulukları içerisinde taklit değil de
tahkik yolunu seçen, daha ziyade okur-yazar ve
düşünürlerden müteşekkil sürekli içtihat taraftarı önemli bir
kesimin olduğu malumdur. Birinciler zımnen hakikatin elde olduğunu
iddia ederken ikinci yaklaşım sürekli bir hakikat arayışı, sürekli
yolda olmak halidir. Cumhurbaşkanı sarf ettiği sözlerle birinci
gruptan ikinci gruba doğru seyreder gibi olmuştu ancak İbrahim
Kalın’ın sözleriyle birinci gruba rücu etmiş olduğunu anlıyoruz.
Sonuçta Cumhurbaşkanı’nın sözleri ucu açık anlamlar yüklüyken
İbrahim Kalın’ın açıklaması ile birlikte değerlendirildiğinde
içerik belirleniyor, daraltılıyor, çerçeveleniyor ve malumun
ilamı haline dönüşüveriyor.
SUBLİMİNAL MESAJLAR
Diğer yandan Cumhurbaşkanı’nın bu tip uzmanlık gerektiren ama
İslam bakış açısından herkese açık olan tartışmalara girmesi
konunun siyasi anlamını da ağırlaştırıyor. Mesele ilmi, kamusal ve
hiyerarşik boyutlarıyla çetrefil bir hal alıyor. Hem Müslüman hem
de Müslüman olmayan veya Müslüman olup da Sünni tercihi paylaşmayan
vatandaşları birinci dereceden ilgilendiren şey olayın kamusal
veçhesi. Cumhurbaşkanı’nın bu tartışmaya girmesinin hatta
hiyerarşik düzen içerisinde talimat olarak anlaşılabilecek
ifadelerinin bir cumhurbaşkanının görev ve yetkilerine,
cumhurbaşkanı – millet ilişkilerine ve devlet politikalarına
yönelik tarafı.
İlk olarak cumhurbaşkanlığı makamının, temsil ettiği cumhurun
bütün gruplarına eşit uzaklıkta durması beklenirken Erdoğan
gruplardan birinin içerisinden konuşmaya başlıyor.
İkinci olarak cumhurbaşkanlığı makamı, ülkemizdeki Müslüman
vatandaşlar arasında süregiden önemli bir kelam/fıkıh tartışmasının
tarafı haline geliyor.
Üçüncü olarak Cumhurbaşkanı’nın konuşmasının sonuçları nereyi
işaret ederse etsin karşı tezlerin savunulması makamın ağırlığı
nedeniyle psikolojik olarak bloke oluyor veya otosansüre
uğruyor.
Dördüncü olarak cumhurbaşkanlığı makamının taraf şeklinde
yaklaşımı özellikle din karşısında bir resmi duruşun hatta resmi
ideolojinin inşasını başlatıyor. Daha doğrusu büyük bir çoğunluk
tarafından on yıllarca sorunlu olarak değerlendirilen resmi
ideoloji sanki tahkim ediliyor. Adeta uygulama devam ediyormuş gibi
sadece vardiya değişiyor.
Son olarak dördüncü maddenin hayata geçirilmesi babında
çoktandır bu tip örneğini görmediğimiz bir rutin yerine
getiriliyor. İlgili makamlar durumdan vazife çıkartıyor ve Nurettin
Yıldız hakkında soruşturma açılıyor. Bilindiği gibi Furkan Vakfı
Başkanı Alparslan Kuytul ve arkadaşları iktidara muhalif
tutumları nedeniyle daha önceden tutuklanmış, rutin linç işlemine
de tabi tutulmuşlardı. Diğer yandan 28 Şubat’ın önemli simalarından
Müslüm Gündüz tekrar sahne alıyor. Daha doğrusu giriyor ve çıkıyor.
Bunlar hafızalarımızı kışkırtan, kalp atışlarımızı hızlandıran,
toplumu bir kurtarıcı aramaya itmek üzere bilinçaltımıza verilen
mesajlar gibi. Bunlar bir kaosun işaret fişekleri.
Son yirmi yılın en önemli iki olayı 28 Şubat dönemi ve 15 Temmuz
2016 darbe girişimidir. Bunlardan birincisi AK Parti’yi doğurmuş,
ikincisi ise 20 Temmuz 2016 OHAL rejimi üzerinden AK Parti’ye
cansuyu vermiştir. 27 Nisan e-muhtırasının ve Ergenekon davalarının
yarattığı atmosferi de ikinci dereceden bu terkibe katın. Sonuçta
AK Parti bir olağanüstü dönem partisidir ve her olağanüstü dönem AK
Parti’yi beslemiştir ve beslemektedir. Olağan dönemlerse olağanüstü
dönem partilerini, kurumlarını, simalarını, figürlerini ve
aktörlerini siler.
Yeni bir sayfa açar.
Bize ısrarla kabul ettirilmek istendiği gibi Türkiye’nin bekası
Erdoğan ve AK Parti iktidarına bağımlı veya muhtaç değildir. Ama
Erdoğan ve AK Parti iktidarının devamı ülkenin OHAL rejiminde
tutulmasıyla doğrudan ilişkilidir. Gelecek seçimler yapacağımız
hayati derecede önemli tercihleri de önümüze koyuyor.
OHAL’le yaşayıp yaşamayacağımıza karar vereceğiz.
Gerisi buna bağlı.
Dinin
Güncellenmesi (1): Zihinlerin güncellenmesi
Yarın: Dinin güncellenmesi (III)