Küresel salgınla birlikte değişen gündelik yaşamın ülkeden ülkeye kısmen farklılıklar gösterse de bir virüsün ‘saldırısıyla’ hatırlattığı şeylerin başında insanlık ortak paydası geliyor. Tabiatın ayrımcılık yapmadığı bilinirdi zaten. Korona virüsünün yapısına insan müdahalesi olup olmadığı tartışmalarını bir yana bırakıp tabiatın bir parçası sayarsak virüsün de ayrımcılık yapmadığını söyleyebiliriz. Ayrımcılık insana mahsus…
Bütün insanları eşit şekilde tehdit eden bu virüs karşısında ırkçılık, cinsiyetçilik, ulusal çıkar, iktidar ve sınıf çatışması anlamını yitirmeliydi ama öyle olmadı. İnsanlığın ortak bilinçte buluşarak milliyetçilik çatışmalarına son verebilmesi ihtimalini ancak bir uzaylı istilasıyla mümkün gören Erol Güngör, sıklıkla hatırıma geliyor bu pandemi sürecinde. Bir tabiat olayı, bir virüs salgını -ki geçmiş yüzyıllarda görülen salgınlardan çok farklı olarak hızla küreselleşmesi yönünden- ‘ortak düşman’ bilinci uyandırmalıydı insanlıkta, olmadı. Korkarım bir uzaylı istilası yaşasa şu ihtiyar dünyamız biz insanlar yine ırkçı, cinsiyetçi kodların araç kılındığı çıkar çatışmalarını geride bırakamayız.
Pandemide zenginlerin, güçlülerin test ve tedaviye erişim ayrıcalıklarını alabildiğine ve hiç tereddütsüz yoksullar ve zayıflar aleyhine kullanması gibi uzaylıların -saldırgan olacakları varsayımıyla- önüne güçsüz kitleleri yem olarak atarken perde gerisinde istilacıyla çıkar ilişkisine girmeyi deneyeceklerine şüphem kalmadı. İnsanlığın, güçlüler ve zayıflar ikiliği üzerine kurulu olduğu kanaati yani orman kanunlarının tüm yasa ve anayasaların üzerinde hükümran olduğu görüşü, itiraf edeyim bu süreçte bende hayli kuvvetlendi. Bir başka ikilik olan insanın iyilik ve kötülüğü, can pazarında mikroskopla aransa dahi bulunamaz hale geliyor.
Bütün dinlerin özünde, diğerlerinden farklı olarak iradeyle yaratılmış hayvanı, insan kılma çabası üzerine kurulu olduğunu düşünürüm. Lakin dinler tarihi, derunumuzdaki hayvanın, inşa edilmek istenen insanlık bilincini sıklıkla ele geçirdiğini çarpar yüzümüze. Daha ötesi bizi insan kılmaya çalışan dinlerin zaman içinde bizi, insanı, insanlığı, orman kanunlarıyla çatışmalara sürüklemenin aracı kılındığını gösterir. Mükemmel yaratılışımızın bize dayattığı acı gerçek iyiliği inşa edebilecek güçlü donanımla, kötülüğü egemen kılma becerisini sergileme başarısını, ilk insandan bu yana biteviye sürdürüyor olmamız. Tabii bu genel yargıdan insanların “pek azı müstesna” Yüce yaratıcının kelamında sıklıkla buyrulduğu gibi.
“Önce söz vardı”, malum. İlk emir “oku” idi. Dinler farklıydı ama İlahî kelam ile sunulan mana aynıydı. İnsanlık tarihinin çok kısa olan son kısmının bilgisine hakimiz sadece. Dinler tarihini de mitosla karışık, çat pat sökebiliyoruz, deyim yerindeyse. Ancak hakikat karşısında hayli minnacık kalan bunca azıcık bilgiyle ahkam kesmekte sınır tanımıyoruz. İşte sınır tanımaksızın verdiğimiz hükümlerden birisi de tek tanrılı dinlerin, inananlarına verdiği temel buyrukla ilişkili. Bu çerçevede bildiğimizi sandığımız şeylerden birisi Yahudilerin itaatle, Hıristiyanların sevmekle, Müslümanların bilmekle mükellef kılındığıdır.
Bütün yarattıklarının, bütün insanların ve elbette indirdiği dinlerin dindarlarının vasıflarını en iyi bilen Rabbımız, ‘rab’lığını bize, temel ihtiyaçlarımız doğrultusunda emirler vererek göstermekte. Yürüyeceğimiz yolu öğretir emirleriyle. Yahudilere ‘itaat et ve yaşat’ dedi. Yahudiler dünyayı yönetmeye talip oldu. Filistin’in, Gazze’nin, Filistinlilerin Yahudi yönetimi altındaki hali ortada. Ölüyor, öldürülüyor. Hıristiyanlara ‘insanı sev’ dedi. Onlar insanı değil mal, para biriktirmeyi, insanı değil kapitali sevmeyi seçti. Müslümanlara ‘tefekkür et, akl et’ dedi. Müslümanlar, tefekkürü ve akl etmeyi, küfür saydı. Düşünüyorum da Müslümanlar emrolundukları gibi, inanca samimiyetle sarılma becerilerini ilim aşkında sergilese; Hıristiyanlar, disiplinle çalışma becerilerini, emrolundukları gibi insanı sevmek yani insanlık bilincini yükseltmekte kullansalar; Yahudiler teşkilatlanma ve teşkilata sadakat becerilerini, emrolundukları gibi insanı yaşatmak için kullansalar, yeryüzü cennet olurdu. Rabbimiz bize bir cennetin nasıl kurulacağını ve sürdürülebileceğini, verdiği emirlerle öğretmiş aslında. Başka bir söyleyişle her dinin dindarının, en zayıf noktasını güçlendirecek emirlerle mükellef kılındığını görürüz.
Gerçi tümüyle haksızlık etmeyelim, o, aynı insan felsefeyi, bilimi, sanatı yarattı, yaratılıştan verilen tanrısal güçle, o ‘nefes’le. Hukuk düzeni ve siyasal sistemler geliştirdi. Her çağda farklı özellikler taşısa da her coğrafyada farklı görünümlere bürünse de çeşit çeşit ayrı isimlerle anılsa da birbirini takip eden ve insanın sürekli iyiliğe yönelerek yol alışını doğrularcasına, birbirinden beslenerek gelişen insanlık medeniyetini yarattı. Amenna. Yazık ki çöldeki vaha misali medeniyet timsali, kötülüğün egemenliğini sürdürmesine engel değil. Çünkü güçlülerle zayıfların insanlık bilincinde eşitlenmesi, o zayıfı ezip yok eden orman kanunu insan davranışlarını ve yönetim felsefesini, hukuk düzenini ele geçirmesi önlenemedi.
Bir istisna var tabii. Hümanizma. Müslüman entelijansiyanın bile hâlâ kavramakta zorlandığı hümanizm, bugünkü Batı medeniyetinin icadı değil. Aslına bakarsak Hıristiyan toplumların emrolundukları öze dönebilme gayretinin eseri. Ve Batı medeniyeti bu öze dönme gayretinin tek bir sahada tezahür edebilse dahi insanlık bilincini yükseltmeyi başarmış olmasının eseridir bence Batı medeniyeti. İlahî emrin tek sahada bile hayata geçirilebilmesi, bugün insanlara, insan hakları manzumesi armağan ederek hak arama ve insanlık bilincini yükseltme fırsatı sunmuş halde. Yazık ki pandemide insanlar ve toplumlar arası ilişki, ulusların rekabetine dayalı uluslararası ilişki, ırkçılık ve cinsiyetçilik yönlerinden zayıfı koruyacak kadar güçlenmediğini en açık şekliyle gördük. Dışişleri Bakanlığı yapmış on yedi kişinin Birleşmiş Milletler'e, liderlere ve hükümetlere çağrısı ve insanlık bilinci yönünden son derece kıymetli bulduğum talepleri, medeniyetin eseri. Yazık ki insanlık yolculuğundaki tökezlemelerimizin tarihine dair minik bilgi kırıntıları bile taleplerin karşılık bulamayacağını düşünmek için yeterli.