Amerikan yönetiminin hegemonik karalama defterinde İran küresel terörün baş destekçisi. Devrim Muhafızları, Nisan 2019’dan beri ABD’nin resmen terör örgütleri listesinde. İran’ın içerde ve dışarda muhaliflerine karşı berbat sicili bir kenara devlet terörü icra etmede ABD ve onun koruyup kolladığı İsrail’in liderliği tartışılmaz. İsrail’in en usta olduğu alan suikast tertibi. Çoğu Amerikan onaylı.
Ocakta Kudüs Gücü Komutanı Kasım Süleymani’nin Amerikan füzesiyle öldürülmesinin ardından İran’ın nükleer programının öncülerinden Muhsin Fahrizade 27 Kasım’da Tahran yakınlarındaki Abserd’de suikasta kurban gitti. İran’a göre İsrail sorumlu.
İsrail Başbakanı Benyamin Netanyahu, Nisan 2018’de Mossad’ın, İran nükleer çalışmalarından ele geçirdiğine dair belgeleri açıklarken “Bu ismi unutmayın” diyerek Fahrizade’yi hedef göstermişti. Aynı yıl İsrailli yetkililer Mossad'ın Fahrizade’ye suikast girişiminde bulunduğunu belirtmişti. Son olayda İsrail’in rolü sorulunca Netanyahu “Bu hafta yaptıklarımın tamamını sizlerle paylaşamam” yanıtını verdi. Meali; ben söylemeyeyim ama siz benim hesabıma yazın!
“Ne teyit ne inkar” İsrail’in klasik siyaseti. Fakat dün New York Times’a konuşan kıdemli bir İsrailli yetkili “Dünya İsrail'e teşekkür etmeli" demekten kendini alamadı. Demek ki bunun kredisi oralarda baş döndürüyor!
ABD Başkanı Donald Trump da “Benim payımı da not edin” dercesine İsrailli gazeteci Yossi Melman'ın İngilizce ve İbranice tweet'lerini paylaştı. Melman “Mossad tarafından yıllardır aranıyordu. Ölümü İran için büyük bir darbe" diyordu.
İran 2007'den bu yana sekizinci nükleer bilimcisini kurban verdi. 2007’de nükleer bilimci Erşid Hüseyinpur uranyum zehirlenmesiyle gitti. 2010’da fizik profesörü Mesud Ali Muhammedi evinden çıkarken bombayla öldürüldü. Zanlı Mecid Feşi bomba eğitimini Mossad’dan aldığını ve bu iş için 120 bin dolar ödendiğini itiraf etti. Aynı yıl nükleer fizikçi Mecid Şehriyari bir motosikletlinin otomobiline yapıştırdığı bombayla öldü. Bir süre sonra Feridun Abbasi aynı taktikle öldürülecekken araçtan atlayıp kurtuldu. 2011’de Daryuş Rızayinejad evinin önünde silahla öldürüldü. Mustafa Ahmedi Ruşen de Şehriyari gibi öldürüldü. Sanal savaş boyutunda ise 2011’de Stuxnet virüsle nükleer tesislere saldırıldı.
Bu yıl ‘azami baskı’ siyasetinin sadece yaptırım ve ablukaları değil sabotajları da içerdiğini gördük. 26 Haziran’da Parçin’deki askeri üste, 30 Haziran’da Hocir’deki askeri üste, 2 Temmuz’da Natanz nükleer tesisinde ve 17 Temmuz’da İsfahan’daki elektrik santralinde patlamalar oldu.
Süleymani gibi Fahrizade de çok simgesel bir kayıp fakat bir uzmanın öldürülmesi nükleer programın sonu değil. Kuşkusuz suikast ve sabotajlar İran’ın saldırıya açık, kırılgan ve zaaf içinde olduğunu gösteriyor. Bu algı, azami baskı siyasetini teşekküllü bir çökertme stratejisine dönüştürmek isteyenler için cesaret kaynağı olabilir. Ancak İranlı uzmanlar, Devrim Muhafızları’nın geçmişteki başarısızlıklar üzerine kafa yorup ciddi yatırımlar yaptığını, bugün balistik füze ve siber saldırıları önleme programı gibi hamlelerin böyle ortaya çıktığını söylüyor. Özetle birçoğu “Kısa süreliğine duraksama olur ama programlar sürer” diyor.
***
İran genelde bu tür saldırılarda Halkın Mücahitleri örgütünün kullanıldığı şüphesi üzerinde duruyor. Bu örgüt 2012’de ABD’nin terör örgütleri listesinden çıkarıldıktan sonra Amerikalıların gözünde rejim değiştirme aparatı olarak kıymete bindi. Örgütle dirsek temasına geçenler arasında Trump’ın avukatı Rudy Giuliani, eski CIA başkanları James Woolsey ve Porter Goss, eski FBI Başkanı Louis Freeh, eski İç Güvenlik Bakanı Tom Ridge, eski Adalet Bakanı Michael Mukasey, eski Ulusal Güvenlik Danışmanı General James Jones gibi isimler vardı. Örgütün finansal kaynaklarına bakarken görülmesi gereken bir diğer yer Suudi istihbaratı. Eski Şef Prens Turki bin Faysal örgütün 2016 ve 2017’deki konferanslarına teşrif etmişti. Gazeteci Seymour Hersh, 2012’de The New Yorker’daki yazısında örgütün CIA, Pentagon ve Mossad’ın hizmetine nasıl girdiğini anlatıyordu. Hersh’e göre örgüt üyeleri 2005-2008 arasında Las Vegas’ta gizli bir askeri tesiste eğitildi. Mossad da ayrı bir eğitim ve finansal destek programı yürüttü. Eğitilen kişiler nükleer bilimcilere yönelik suikastlarda yer aldı.
Haliyle devlet terörü derken şebekenin sacayağında ABD, İsrail ve Suudi Arabistan oturuyor.
***
İranlılar intikam yemini ediyor, “Zamanı gelince” vurgusu eşliğinde. Netanyahu da “Gergin günler bizi bekliyor” diyerek alarm verdi.
Gerilim özünde İsrail-ABD-Körfez üçgeninde şekillenen ortak bir stratejinin ürünü.
Netanyahu’nun 22 Kasım’da gizlice Suudi Arabistan’a gidip ABD Dışişleri Bakanı Mike Pompeo’nun nezaretinde Suudi Veliaht Prens Muhammed bin Selman ile görüşmesi tek bir şeye delalet ediyordu: Trump gitmeden İran’a karşı ne yapılabilir ve başkanlık koltuğuna oturacak Joe Biden’ın Tahran’la nükleer anlaşmaya dönmesini önleyecek koşullar nasıl yaratılır?
New York Times’ın çarpıcı haberini de burada hatırlayalım: Trump Beyaz Saray’ı terk edeceği 20 Ocak’a kadar ekipten İran’ı bombalamak için seçenekleri soruyor. Neyse ki kadroda “Bir kral ya da kraliçeye, bir despot ya da diktatöre yemin etmiyoruz. Bir şahsa yemin etmiyoruz, anayasaya yemin ediyoruz” diyen Genelkurmay Başkanı Mark Milley gibi isimler var da Trump’ı bu çılgınlıktan vazgeçiriyor.
Şimdi olası bir İran misillemesi, Biden’ın kucağına atılmış el bombası gibi olacaktır. Haliyle İran’da radikal kanatlar gereken yanıtı verip caydırıcı olmaktan bahsetse de ‘stratejik sabır’ diyenler bunun bir tuzak olduğunu düşünüyor. İkinci kanada göre misilleme zamana bırakılmalı. Bu şekilde Biden’le yeni başlangıç olanağı yok edilmemeli.
İranlılar, ABD seçim sathi mailindeyken bir derviş sükûneti içinde yeni yönetimi bekliyordu. Malum Süleymani’nin öldürülmesine misilleme olarak 50 füze sallayıp 109 Amerikan askerinde travmatik beyin zedelenmesine yol açmıştı ama istemeden Ukrayna uçağını da düşürmüştü. Misilleme istenilen sonucu vermeyebilir ya da her şeyi berbat edebilir. Zaten Yemen’den Irak’a, Suriye’den Lübnan ve Filistin’e birçok yerde iki blok kozlarını sürekli paylaşıyor.
***
İran’ın ‘kararlı direniş’ ile ‘stratejik sabır’ çizgileri arasındaki sıkışmışlığı anlaşılır bir durum. Bu kez şaşırtıcı olan Amerikan tarafı: İsrail’in sonuna kadar sömürdüğü Trump yönetiminin, İran’a yönelik azami baskı siyasetinin değişmesini önlemek için diplomatik zemini mayınlamasına sert tepkiler geliyor. Mesela Obama döneminin Beyaz Saray Ulusal Güvenlik Danışman Yardımcısı Ben Rhodes saldırıyı "İran’la diplomasiyi baltalamayı amaçlayan menfur bir eylem” diye niteledi. Dışişleri’nde nükleer silahların yayılmasını önleme biriminin eski sorumlu Mark Fitzpatrick “Suikastın nedeni İran'ın savaş potansiyelini engellemek değil diplomasiyi engellemek" dedi. Çok nadir görülecek bir çıkış da eski CIA Başkanı John Brennan’dan geldi. Twitter hesabında suikastı ‘son derece pervasızca bir suç’ olarak niteleyip ekledi:
"Bu tür bir devlet destekli terörizm, uluslararası hukukun açıkça ihlalidir ve diğer yönetimlerin yabancı yetkililere karşı ölümcül saldırılar düzenlemesini teşvik etmektir."
Ayrıca İran’a da mesaj verdi: "İran yönetimi, sorumluluk sahibi Amerikan liderliğinin küresel ölçekte dönüşünü bekleyecek kadar erdemli olmalı ve potansiyel faillere karşı harekete geçme tavsiyelerine direnmelidir."
Buna afallayan Cumhuriyetçi Senatör Ted Cruz “Eski bir CIA başkanını sürekli ‘Amerika'ya ölüm’ diyen İranlı bağnazların yanında görmek tuhaf. Ve refleks olarak İsrail’i kınıyor. Biden hemfikir mi?” diye dürttü.
***
Özellikle Obama döneminin ekibinden gelen tepkiler bir uyanıklık emaresi sayılsa da 20 Ocak’a kadar Trump’tan kimse emin olamaz.
Bu haliyle de suikastın olası etkilerinden bahsediliyor. İsrailli eski askeri istihbarat şefi Amos Yadlin diyor ki “İran kendini tutsa bile suikast Biden'ın nükleer anlaşmaya geri dönmesini zorlaştırdı.”
Doğrusu neticelerini şimdiden kestirmek zor. ABD ve İran, İsrail’in oldubittilerine mahal vermemek için masayı kaçınılmaz görebilirler. Elbette tarafları zorlu bir pazarlık bekliyor olacak. İran’da radikal kanat Uluslararası Atom Enerjisi Kurumu (UAEK) ile ilişkinin sınırlandırılması, uranyum zenginleştirme oranlarına getirilmiş kısıtlamaların tamamen kaldırılması, hatta ani denetime imkân veren ek protokolden çıkılması için bastırıyor. Ki dün mecliste vekiller anlaşmadan aşamalı çekilme çağrısı yaptı. İran, ABD’nin anlaşmayı çöpe atmasına yanıt olarak bazı taahhütlerini rafa kaldırmıştı.
UAEK'nin 2 Kasım’da yayınladığı verilere göre İran’ın düşük düzeyde zenginleştirilmiş uranyum stoku 2.4 tonu buldu. Halbuki anlaşma bunu 202.8 kiloya sabitlemişti.
Beri tarafta İran’ın kapasitesini zorlayan dış operasyonlar, derinleşen ekonomik kriz, Kovid-19’un getirdiği yıkıcı yükler, halkın alttan alta kaynayan öfkesi ve yaklaşan seçimler yönetime azami ‘makuliyet’ vaaz ediyor. Tabii zorlu koşullar İranlıları çetin ceviz olmaktan çıkarmıyor. Karşı taraf da bu kez 2015’ten farklı olarak çıtayı yükseğe koyabilir. Trump’ın yeni bir anlaşma için ileri sürdüğü koşullar Kongre’nin baskısıyla Biden’ın dosyasına da girebilir. Bunlar arasında balistik füze programına son verilmesi de vardı. İlave talepleri pazarlığa açmayan İran ise bu sefer yaptırımların tamamen kaldırılması ve diğer koşulların esnetilmesi için bastırabilir.
***
Netice olarak sadece nükleer anlaşma değil Suriye, Irak, Yemen, Lübnan ve Filistin’de İran’ın kollarını kesmeye dönük azami baskı stratejisinin devam ettirilmesi için sabotaj, suikast ve komploların geldiği bir süreç şekilleniyor. Kışkırtıcı yeni hamleler gelebilir. İş İran’ın radikallerine, İsrail’in Washington’daki antenlerine kalırsa tam da Trump’ın “Sonsuz savaşlar, çöl, ölüm…” diye yakındığı sayfalardan biri daha açılabilir.