Direnişte tek tabanca: Boris Vian

Boris Vian’ın, İthaki Yayınları tarafından Birsel Uzma çevirisiyle yeniden basılan, on üç öyküsünden oluşan “Kurtadam” kitabı kara mizahla örülüdür ve bu öykülerde sürrealist ifadeler oldukça fazladır. Kitabın geneline baktığımızda orta çağ bekâret kemerinin satılması, garsonun edebiyat tartışmak için masaya oturması, ağaç devirmek için İngiliz anahtarı kullanılması gibi absürt ifadelere rastlarız. Öte yandan argoyu ve küfrü çekinmeden kullanır Vian. Satır aralarında Fransa’nın eylemsiz hâline ağıt yakarken yozlaşan Amerikan kültürünü de bu ağır diliyle hicvetmeyi de ihmal etmez.

Abone ol

Fransız yazar, şair ve müzisyen Boris Vian 10 Mart 1920’de Paris’e yaklaşık 12 kilometre uzaklıkta olan Ville d’Avray banliyösünde doğdu. İsmini annesinin izlediği Puşkin’in yazdığı “Boris Godunov” oyununun Mussorgsky’nin opera uyarlamasından aldığı rivayet edilir. Parlak zekâsı sayesinde henüz beş yaşında okuma yazmayı öğrendi. Ancak hasta bir çocuktu, küçük yaşlarda kalp rahatsızlıkları baş gösterdi. Lise yıllarında trompetle tanıştı, böylece müzik kariyerinin ilk adımını atmış oldu. 1942 yılında maden mühendisliği bölümünü bitirir bitirmez çalışmaya başladı, kalan zamanında ise hep yazmaktaydı. “Bison Ravi, Vernon Sullivan, Gédéon Molle, Hugo Hachebuisson” gibi takma isimler kullanan Boris Vian’ın 1946 yılında “Günlerin Köpüğü”, “Mezarlarınıza Tüküreceğim” ve “Pekin’de Sonbahar” adlı romanları, “Karıncalar” ve “Kurtadam” adlı öykü kitapları, “Buzlaşmış Ezgiler, Gebermek İstemiyorum” adlı şiir kitabı bitmişti. Aynı zamanda pek çok çevirisi, gazete yazıları ve tiyatro oyunu bulunmaktadır.

“Günlerin Köpüğü” yazarın muhtemelen en çok bilinen kitabıdır. Genç ve zengin Colin’in Chloe ile evlenmesini konu alır fakat Chloe’nin akciğerlerinden birinde bir nilüfer çiçeği açar, zatürre hastalığıdır bu aslında. Ne dağ havası ne de ameliyat onu tam olarak iyileştirir. Ameliyatla nilüfer alındıktan sonra bu sefer de öteki akciğerinde bir nilüfer açar. Colin, zenginliğinin bir kısmını tedavi masrafları için bir kısmını ise Sartre (kitapta “Jean-Sol Partre” olarak geçer) hayranı arkadaşı Chick’in, sevgilisi Alise ile evlenmesi için harcar fakat Chick için Jean-Paul Sartre bir tanrıdır. Bu sebeple tüm parasını onun kitaplarına harcar. Durum öyle vahim bir hâl alır ki en nihayetinde Alise ünlü filozofu öldürür. Bununla yetinmeyen Alise, tüm kitapçıları yakmak ister ve çıkan yangında kendisi de ölür. Chick ise tüm parasını bitirmiş ve Sartre kitaplarını icraya gelen polislere saldırınca öldürülmüştür. Anlatısı böyle olan kitapta gelişenler absürt (“uyumsuz”) gibi gözükse de aslında tam bir hiciv yumağı olup kara mizahın (“hümurun”) sarsıcı örneklerinden biridir. Kara mizahın açık bir tanımı yoktur fakat özünde bir nevi ortaklıktır çünkü her zaman bir kültürle bağlantılıdır. Bir ülkeden diğerine değişik kimlikleri ifade eder. Bazen bize tamamen anlaşılmaz gelir, bazen de bize dokunabilir, hatta bizi içinde bulunduğumuz toplumu analiz edene kadar allak bullak edebilir. Jean Maurel, “Felsefi hümur, düşüncenin tanrıları, rahiplerin tefekkür eden tapınakları ve Gerçek’in, İyi’nin, Güzel’in resmi yorumlarının arasında geziyor. Yerleşik hayatı reddeden, bu ele geçirilemez göçebe, aşk gibi dolaşıyor: Eros’a, güzel yıldıza gidiyor” demektedir.

'GÜNLERİN KÖPÜĞÜ'NDE YIKILANLAR 

“Günlerin Köpüğü”nde de düşüncenin bilinen kalıpları, yerleşik hayatın putları burjuvaziyi merkeze alarak tek tek yıkılmaktadır. Isis’in köpeği Dupont’nun doğum günü kutlaması buna bir örnektir. Bir tarafta yiyecek bulamayan insanlar ezilirken öbür tarafta bir köpek insanlaştırılmıştır. Öte yandan bu sahnede bildiğimiz şişman zenginler ve göstermelik dini motifler de göze çarpar. Zaten kilise de bir tiyatroya benzetilmiştir. Çalışmak gereksiz bir eylem olarak görülmektedir, çalışan insanlar burjuvazi tarafından aşağılanır çünkü makineler yetersizdir onlara göre. Makineler her işi yapınca insanların çalışmasına da gerek kalmayacaktır. Kapitalizmin büyüme, ilerleme gibi kavramlarıyla sınırlı sayıda kaynağı olan bir evrende sınırsız tüketimi teşvik ederek insanları borçlandıran yapısı hicvedilir burada. Nilüfer çiçeğinden musluktan çıkan yılan balığına yahut insan kisvesine bürünmüş fareye kadar pek çok fantastik öğe bulunmakla birlikte Colin’in göz kapaklarını kesmesi gibi sürrealist öğelere de rastlanır kitapta. Öte yandan çocuk esirgeme kurumlarının kasap dükkânına benzetilmesi gibi oldukça sert hicivler de vardır.

BORİS VİAN'IN YOLCULUĞU! 

Benzer bir üslup içeren 1947 yılında basılan “Pekin’de Sonbahar” ise bir yolculuğu anlatır. Paris’ten Egzopotamya (“Exopotamie”) çölündeki demiryolu inşaatına uzanan bir kurgusu vardır ki çölde demiryolu yapmak gereksizdir. Açık dokulu bir roman olup Amadis Dudu, Claude Léon, Baron gibi pek çok karakter ön plana çıkar. Aslında kitabın her bölümünde ayrı bir teknik göze çarpsa da mizahi romanın, kara kurgunun, 1940’lı yılların Amerikan sineması tekniklerinin ve hatta polisiye romanın etkisi görülmektedir. Nitekim bir cinayet vakasını anlatan sahnede polisiyenin ve sinemanın etkisi baskındır, Claude ateş ettikten sonra tıpkı sinemada gördüğü gibi tabancasının namlusuna üfler. Zaten karakterlerin abartılı davranışları da bayağı filmleri anımsatmaktadır.

Mezarlarınıza Tüküreceğim, Boris Vian, Çevirmen: Birsel Uzma, İthaki Yayınları, 2018.

Amerika’ya hiç gitmemiş olmasına rağmen Boris Vian’ın Buckton’da geçen “Mezarlarınıza Tüküreceğim” kitabı ise 26 yaşındaki kütüphane yöneticisi Lee Anderson’ın zengin, beyaz ve küçük kızları şeytani zekasıyla baştan çıkararak hepsini elde etmesini sonra da katletmesini anlatır. Anderson, bir siyah-beyaz melezidir (mulatto) fakat sarışındır ve ten rengi beyazdır.

“Beyaz Adam'ın derisine sahip olmakla onu ele geçirmek kolaylaşır, çünkü kendi benzerleriyle çenesi açılır ve kendine ihanet eder.”(1)

Abisi ise siyah tenli olup beyaz bir kıza âşık olduğu için ırkçılar tarafından katledilir. Yani tüm bu eylemlerinin kökeninde bir intikam arzusu yatar. Öte yandan Anderson’ın tanıştığı iki kız kardeşten biri (Lou) onu reddedince içindeki canavar daha fazla kırbaçlanmış olur. Tüm cinayet sahnelerinin korkunç olmasına karşın Lou’nun öldürüldüğü sahne okuru oldukça zorlar.

“Sonunda vurmaya koyuldum, önce sağ yumruğumla çenesine vurdum, dişlerinin kırıldığını duydum ve devam eltim, artık bağırmasın istiyordum. Daha hızlı vurdum, eteğini yerden alıp ağzına tıktım, kafasına oturdum.” (2)

Zaten kitapta sıfatlı anlatım mevcut olup siyah yurttaşlar mutlaka “zenci” sıfatıyla anlatıda yer almışlardır. Anderson’ın akıbetini anlatan kitabın tüyleri diken diken eden son cümlesinde de yazar tavrından ödün vermez:

“Köyün insanları onu yine de astılar. Çünkü o bir zenciydi. Pantolonunun altında kasıkları hâlâ kabarıktı.” (3)

Kitap birçok yerde ahlaki açıdan zararlı görülerek yasaklanmış, yine de binlerce satmıştır. Bu kitap yüzünden Boris Vian ise para cezasına çarptırılmıştır. Birçok eleştirmen kitabı “patafizik” bir kitap olarak yorumlar. Zaten patafizik edebiyatın en önemli temsilcileri arasında Boris Vian, Raymond Queneau, Jean Mollet gibi yazarlar zikredilmektedir. Patafizik, ilk defa Fransız yazar Alfred Jarry tarafından kullanılmış olup “istisnalar bilimi” olarak tanımlanmıştır. Yerleşik algının tamamen kırılmasını belirterek, deyim yerindeyse bir paralel evren tasavvuru ortaya koyar, burada fenomenler fizik-metafizik çatışması arasında şekillenir. İç dünyasında “zenci” fakat görünüşte beyaz olan Anderson bu doğrultuda tam da patafizik bir karakterdir. Gariptir ki Boris Vian 39 yaşında, bu kitabın film uyarlamasının galasında kalp krizi geçirerek 1959 yılında hayata veda etmiştir.

Yine bu kitaptan sonra Boris Vian yazın çalışmalarından ziyade müzik çalışmalarına yönelmiş ve özellikle “Asker Kaçağı” (“Le déserteur”) şarkısı ile büyük yankı uyandırmıştır. 1954 yılında Marcel Mouloudji konserinde ilk defa söylenen bu şarkı Vietnam işgalinin son yıllarındaki yorgun Fransa’nın Cezayir işgali için seferberlik ilân ederek sivilleri toplamasını eleştirmektedir. “Sayın Başkan” hitabıyla başlayan bir nevi açık mektup niteliği taşıyan şiir, anlatıcının askere gitmeyi reddetmesini konu edinmektedir çünkü anlatıcı ailesinin ölümünü görmüştür ve dünyaya garibanları öldürmek için gelmediğini ifade etmektedir. Bir yandan da direnmektedir, askerden canı pahasına kaçarak insanlara savaşa gitmemeleri için yalvaracağını söylemektedir. Ancak nasıl ki Kafkaesk romandan bahsediyorsak şiirin sonundaki dört mısra Vianesk tavrın rafine bir biçimi olarak karşımıza çıkar:

“Peşime düşecek olursanız,

Jandarmalarınızı uyarın;

Benim de silahım var.

Ve ateş etmeyi biliyorum.”

BORİS VİAN'IN  SONSUZ DİRENİŞİ

İşte Boris Vian’ı benzerlerinden farklı kılan budur. Fransız edebiyatında yakın dönemlerde sürrealizm, Dada, yeni roman, kara kurgu, vahşet tiyatrosu gibi pek çok akım doğmuştur, yazarların birçoğu birbirini şu yahut bu şekilde etkilemiştir, pek çok yazar üslup ve içerik yönünden benzerliklere sahiptir (4) fakat pek azı Vian gibi sonsuz bir direniş tavrı göstermiştir. Üstelik militarizmi en kuvvetli bir biçimde eleştiren bu şiirin sonunda anlatıcının silahını göstererek sömürgeci güçlere tek başına kafa tutması tam anlamıyla Boris Vian’a özgü bir tavırdır. Onu tanıyanların aklına, içinden zekâ fışkıran gözleriyle baktığı, yüzünde hem masum hem de tehditkâr bir gülümse olduğu, bacak bacak üstüne atmış vaziyette iki eliyle iki tabancanın kabzasını kavradığı fotoğraf gelecektir bir çırpıda. Bununla beraber yazarın caz sevgisi de irdelenmelidir. Caz, özellikle 1865’te köleliğin kaldırılmasıyla birlikte yaygınlaşan Blues’dan beslenerek gelişmiş, Afrika kökenli bir müzik türüdür. Genellikle “hüzün” olarak çevrilen Blues’un, Afrika cenazelerinde ön plana çıkan koyu mavi renkten türediği düşünülmektedir. Siyah yurttaşların aşklarını, çilelerini, umutlarını anlatır. Nitekim caz da 19. yüzyılın sonlarında New Orleans’ta ilk nüvelerini vermiş, 1920’lerde olgunlaşmıştır. Zaten yazar, hayatı boyunca ırkçılık ile mücadele etmiş, hem yazınına hem de müziğine bunu açıkça yansıtmıştır.

Bu yönleriyle asi ve direnişte tek tabancadır Boris Vian. Nitekim “Gebermek İstemiyorum” şiirinde, dâhi mühendislerden, neşeli bahçıvanlardan, dertli sosyalistlerden, kentli şehir planlamacılarından ve efkârlı düşünürlerden bahsederek insanların eylemsizliğinin ve tepkisizliğinin altını çizerek hayatın içindeki kara mizahı göstermekten de geri kalmaz. Aynı şekilde Michel Foucault da onun ölümünden sonra filizlenen 68 Kuşağı’nı değerlendirirken Fransa’nın teori ve fraksiyon içinde kaybolduğunu ve asıl 68’i eğitim almamış fakat mütemadiyen direnen Arap gençlerinde, Tunus’ta gördüğünü söyleyecektir.(5) Onun “direnmenin ruhu” ifadesinin ete kemiğe bürünmüş hâlidir Boris Vian. Ancak ünü öldükten sonra katlanarak artmış, eserleri pek çok dile çevrildikten sonra kendinden sonraki direnen neslin kahraman figürlerinden biri olmuştur.

Kurtadam, Boris Vian, Çevirmen: Birsel Uzma, 152 syf., İthaki Yayınları, 2020.

Boris Vian’ın, İthaki Yayınları tarafından Birsel Uzma çevirisiyle yeniden basılan, on üç öyküsünden oluşan “Kurtadam” kitabına gelirsek, ilk başta bu kitap hakkında kalem oynatmanın güç olduğunu belirtmek gerekir, zira kara mizahla örülü bu öykülerde sürrealist ifadeler oldukça fazladır. Kitabın geneline baktığımızda orta çağ bekâret kemerinin satılması, garsonun edebiyat tartışmak için masaya oturması, ağaç devirmek için İngiliz anahtarı kullanılması gibi absürt ifadelere rastlarız. Öte yandan argoyu ve küfrü çekinmeden kullanır Vian. Satır aralarında Fransa’nın eylemsiz hâline ağıt yakarken yozlaşan Amerikan kültürünü de bu ağır diliyle hicvetmeyi de ihmal etmez.

Kitaba adını veren ilk öyküde Denis adında bir kurtadamdan bahsedilir ve romantik mizaçlı Denis’nin en büyük zevki “arabaların, yağan sağanağın zaman zaman koca koca ağaçların zeytuni yansımalarını nakşettiği kaygan yokuşa tırmanmadan önce gaza yüklenişlerini seyretmektir.” (s.7) Ancak onu Siyam Büyücüsü ısırır ve bir müddet insana dönüşür. Kimin insan kimin kurt adam olduğu karışmıştır, asıl kurt adam Siyam Büyücüsü gibi gözükmektedir. Kurtadam-insan gelgiti bu öyküye de patafizik bir boyut katar. İnsanlaşan Denis, bu süre zarfında içinde yeni bir duyguyu, öfke duygusunu keşfeder ve masumiyetini yitirir. “Onun kadar yumuşak, onun kadar dingin biri, ahlaki prensiplerinin ve hoşgörüsünün uçup gidişine şahit olmuştu.” (s.19) Zira insanlar karmaşıktır, gerçek duygularını belli etmezler, doğruyu söylemezler yahut doğruyu çarpıtarak ifade ederler. Bu yüzden beyaz zenci Anderson gibi içinde bir intikam arzusu filizlenmiştir artık. Yine bu yüzden, kötülük de önemli bir tema olarak belirmektedir. Kahramanlar zaten kötüdür, iyi olanlar da sonradan kötü olur. Kötülük bir sis gibi her öykünün iklimini sarmıştır…

NOTLAR

  1. Vian, Boris. “Mezarlarınıza Tüküreceğim”, İthaki Yayınları, 2002, s. 64
  2. Age, s. 144
  3. Age, s. 160.
  4. Belki aynı dönemlerde Louis-Ferdinand Céline’i ayrı bir yere koymak gerekmektedir. Zira kimilerine göre Fransız edebiyatına modern bir dil getiren isimdir.
  5. https://www.cairn.info/revue-chimeres-2014-2-page-35.htm#