Önce Suriye: Idlip’te Rusya ile anlaşmazlık derinleşiyor. Idlip’te TSK varlığı onbeşbin askeri bulmuş durumda. Öyle de, havada Rus uçakları var, Türk Hava Kuvvetleri yok. Rusya ile Idlip için savaşacak mıyız? Mesele M4 ve M5 karayollarının açılması, TSK’nin bir geri çekilme takvimi ortaya koyması.
Fırat’ın Doğusu’nda ABD, ittire kaktıra, yapay da olsa, makyaj da olsa, IKB destekli ENKS ile PKK bağlantılı PYD arasında bir uzlaşı yarattı. Tarafların ABD’ye “hayır” diyecek halleri yok, verili durumda en iyi öneri bu. Ayrıca ABD, Rusya ile sürekli itiş kakıştan da rahatsız, sahada bir tutam bıraktığı kuvvetini takviye ediyor.
Bu gelişmeler, yarın öbür gün bir yandan Rusya’nın bir yandan ABD’nin yüklenip, TSK’yi Suriye’den çekilmeye zorlayacağı anlamına gelmiyor. Ama siyasal çözümün adresi hem Suriye hem Libya’da Cenevre. Hem Suriye, hem Libya’da ağır sıkletler Rusya ve ABD de bir tür uzlaşı formülü ararken, her cephede çatışmadan medet uman tek taraf ülke izlenimi veriyor Türkiye.
Akışkan bir durumda çakılı kalmak hep Ankara’nın işi. Belirli bir anı yıllar geçtikçe sararan bir polaroid fotoda dondurmak. Nasıl içeride yurttaşının yaşama sevincini kurutur, dışarıda da yapılan benzetme hep bayrağı dikip geri adım atmamak. Bıktırmak, yılgınlığa sürüklemek marifet addediliyor.
Kıbrıs başta. Ama bakınız KKTC’de 11 Ekim’de seçim var, kuvvetle muhtemelen son tura kalacak iki aday Akıncı ve Erhürman. Düşünün tüm nüfusu Türk olan, nüfusunun beşte biri kadar asker bulundurduğu, savunma harcamalarını karşıladığı, Türkiye’den başka tanıyan ülke olmayan yanı başındaki KKTC’yi “dahi” dizayn edemiyor Ankara. İyi ki de edemiyor. Umut veriyor doğrusu KKTC.
Azerbaycan-Ermenistan sınırında bir çatışma mı oldu? Hemen top atışı gibi açıklamalar hem MSB’den, hem Dışişleri’nden. Aklınızı başınıza alın vs. Rusya da alsın mı aklını başına? ABD? AB? Herkes akıllı olacak, kimse esas duruşunu bozmayacak. Muhalefet buna dahil hatta başta.
Konu dış politika olunca herkeste bir hava: Gören, Karakol Cemiyeti toplantısı var sanır. Oysa bu denli esrarengiz bir durum yok ortada. Herkes aklı erdiğince, içtenlikle ülkesinin çıkarı için söz söyleyebilir. Uzlaşı aramanın, müzakerenin, akılcılığın zafiyet, hamasetin de üstünlük olmadığı gibi.
Bakın Fransa Mali’de altı yılı aşkın süredir kuvvet bulunduruyor. Varlığı beşbin asker civarında. Adı bilinmedik, alanda terörle mücadele, özel kuvvetler geçmişi olan 37 yaşında bir albay (Assimi Goita) Fransa’nın adamı IBK’ya darbe yapıyor, göründüğü kadarıyla toplumun desteğini de alıyor. Üstelik geçiş dönemi için de Rusya eğitimli ve akıcı Rusça konuşan bir başka emekli yarbay ve eski savunma bakanını (Ba Ndao) başa getiriyor.
Yine Macron’un Kotdivuar’daki seçimlerden önce Elize Sarayı’nda ağırlayıp, sarmaş dolaş resim verdiği Ouattara’nın anayasaya aykırı biçimde üçüncü kere adaylığı koyması, orada da ucu belirsiz bir ayaklanma çıkarıyor. Lübnan’da Macron’un “siyasi sermayesini” yatırdığı dönüşümün de öyle “ha” deyince olamayacağı belli oldu. Bu tür “büyüklenmeci” işler artık yürümüyor.
Acaba FinCEN belgeleri ülkemizde gündem olabilecek mi? FinCEN, “Financial Crimes Enforcement Network”, ABD’nin mali suçlarla mücadele şebekesi. Narkotikteki DEA’nın finans versiyonu. Ne kadar haber yapılabilecek? 2000-2017 yılları arasında bankaların FinCEN’e gönderdiği 2500’ü aşkın belgenin sızdırılması ve uzman gazetecilerin aylarca üzerinde çalışmasıyla ortaya çıkan resimde Rıza Zarrab da var. Zarrab’ın çantacısı Adem Karahan Türkiye’de siyasetçilere toplam 800 milyon ABD Dolarını aşan tutarda rüşvet dağıttığını iddia ediyor.
Buna da muhalefet “ulusal itibarın zedelenmesi” diye mi yaklaşır? Oturup, FinCEN belgelerini çalışır mı? “Bu karanlık, bulanık suda balık avlama, selden kütük kapma işlerine girenler, bulaşanlar bizim halihazırda Libya, Suriye, ‘Mavi Vatan’ gibi dosyalarımızı da yürütenler, dolayısıyla ayık olmalıyız” der mi? Bilemiyorum. Belki oyuna gelmemeyi yeğler, FinCEN dosyasının kutuplaşmaya yarayacağını değerlendirir.
Yapımı süren Çanakkale Köprüsü uzaktan güzel görünüyor değil mi? Yani bakınca mühendislik bakımından “heyecanlanabilir” insan. Ama maliyeti şimdiden belli. “Mavi Vatan” da böyle. FinCEN belgeleri de orada duruyor. Ekonomi de bağırmakla düzelmiyor. Bunların hepsi, getirisi götürüsüyle, aynı aklın eserleri. Ona akıl demeyelim de şark kurnazlığı, fırsatçılık, taşrasallık, küçük esnaf zihniyetiyle uluslararası ölçekte şirket yönetmeye kalkışan cahil cesareti diyelim.
Bu dış politika dosyalarına bakıp, sanki durum çok “normal” yani normlara uygun da, bizler de tribünden taktik veriyormuşuz gibi yapmak, “teknik yaklaşmak” doğru değil. Siyasal bilinç, yurtseverlikle çelişmez. Kaldı ki, bırakın milliyetçiliği, yurtseverlik dahi zorunlu değil. Bu asık suratlar, çatık kaşlar, çakmak bakışlarla “bırakın da işimizi yapalım” havalarına ancak çocuklar kanar. O da belki. İtibarsa savunulacak olan aklın yolu bir. Oraya itilip kakılmadan gelmek de mümkün.
Yeni hiçbir şey yok şu yazdıklarımda. Olanı biteni alt alta dizmekten ibaret bu. Ekonominin durumu da ortada. Hukukun yokluğu da. Demokrasinin perişanlığı da. Dış politika bu resimde hep kaçılıp, saklanılan köşe oluyor. Oysa ne kutsallığı, ne ulusallığı, ne değiş(e)mezliği var.
Dış politikaya bir semptom olarak bakarak, hastalığa teşhis koymak mümkün. Dış politikada değişiklik sağlayarak hastayı bir nebze rahatlatmak da. Rahatlayan hastanın direnci artar. AB’ye tam üyelik hedefi canlandırılabildiği ve, kendimle çelişeceğim belki, iktidar/başkan değişse de değişmez politikaya dönüştürülebildiği takdirde uzun erimli tedavi başlamış olur.
İktidarın İslamcı milliyetçiliği ile muhalefetin ulusalcılığı taşrasallıkta buluşuyor. Gereksinim duyulan ise çoğulculuk ve çok taraflılık.