Dış politikada düşman kazanma sanatı

Türkiye, Suriye’deki krizde, Rusya’ya diyet ödeyerek belli bir hareket alanı bulabildi. Libya’da ise durum tam tersi. Suriye’de, Türkiye rejimi devirmek isterken, Rusya mevcut rejimi ayakta tutmaya çalıştı ve başardı. Libya’da ise Rusya Hafter’in yanında ve Türkiye iktidarı ayakta tutmaya çalışıyor.

İlhan Uzgel iuzgel@gazeteduvar.com.tr

Türkiye’nin 27 Kasım 2019’da Libya’daki Ulusal Uzlaşı Hükümeti’yle imzaladığı deniz yetki alanlarını sınırlandırma ve güvenlik işbirliği anlaşmaları ve bununla bağlantılı olarak Türkiye ve dışında yürüyen tartışmayı, bazı teknik yönleri olsa da kritik olduğu için uluslararası hukuk boyutu dahil olmak üzere nesnel bir bağlam içine oturtmaya çalışacağım. Bunun için konuyu üç düzlem içinde ele alacağım. İlki Türkiye’nin yanlış eksene dayalı Doğu Akdeniz politikası, ikincisi anlaşmanın siyasal ve hukuksal yönü, üçüncüsü de Türkiye’nin bir süredir Libya’da yeni bir cephe açmış olması ve son anlaşmayla bu cephedeki saflaşmayı sıkılaştırması.

DOĞU AKDENİZ MESELESİ

Doğu Akdeniz’de 2008’den itibaren doğal gaz rezervleri tespit edilince, küresel ölçekte yeni rezerv peşindeki dev şirketler buradaki ülkelerle birlikte bölgeyi parsellediler. Ama şimdilik rezerv miktarı, çıkarma ve nakil (boru hattı) maliyeti ile dünyadaki doğal gaz fiyatları, bu doğal gazın Avrupa’ya ulaştırılması projesini cazip kılmıyor. Bunun söylenmesi bölgenin hiçbir stratejik ya da enerji açısından önem taşmadığı anlamına gelmiyor. Şimdilik bu gazdan en çok faydalanan İsrail ile Mısır oldu. Doğu Akdeniz’de doğal gaz olmasa da Süveyş Kanalı’nın çıkışı olması, İsrail’in güvenliği, Azerbaycan ve Kerkük petrolünün terminal noktası olması gibi nedenler yüzünden bölge önem taşıyor. Fakat Doğu Akdeniz’de şimdiye kadar bulunan doğal gaz Türkiye’nin kıta sahanlığı ya da şimdiye kadar ilan etmediği münhasır ekonomik bölgesi içinde değil. Bu yüzden bize bir faydası yok. Dolayısıyla, bir kez daha yinelemeye gerek var. Türkiye’nin bölgedeki hamleleri, AKP medyasındaki bazı isimlerin iddia ettiği gibi Türkiye’nin doğal gaz ihtiyacını giderecek bir miktarda değil. Eğer Türkiye son derece maliyetli sondaj faaliyetinden bir sonuç alırsa ve kendi ya da KKTC yetki alanları içinde doğal gaz bulursa bu tabii ki sonuçta hepimizi etkileyecek bir gelişme ve bu hepimizi memnun eder.

Sorunun siyasal ayağı ise daha sorunlu. Türkiye’nin Suriye politikasıyla paralel ve kısmen onun bir uzantısı olarak aynı anda Suriye rejimi, İsrail ve Mısır ile diplomatik ilişkiye sahip olmamasının bedelini hem Doğu Akdeniz enerji hem de jeopolitik denkleminin dışına itilmekle ödüyor. Türkiye bu bölgede yalnızca bu üç devlet tarafından değil, son Doğu Akdeniz Enerji Forumunda olduğu gibi Filistin, Ürdün gibi ülkeler tarafından da dışlanmış oldu, dev enerji şirketleri ve onların bağlı oldukları güçleri de karşısına almış oldu. Sonuçta, Libya anlaşması bu siyasal yalnızlığı kırmaya yönelik bir adım olarak geldi.

GEÇ KALAN ANLAŞMA

Dış ve iç politikada yapılan her şeyi bir başarı hikayesi olarak sunmak bir AKP alışkanlığı oldu. Türkiye’nin Libya’daki Trablus hükümetiyle deniz yetki alanı mutabakatı imzalaması kendi başına bir diplomatik hamle. Ama bunun büyük bir meydan okuma, bir oyun kuruculuk/bozuculuk olarak lanse edilmesi sorunlu. O kadar ki hem Avrasyacı kesimler hem de Erdoğan “Sevr” oyununu bozduklarını ilan ettiler. Bir defa bu anlaşma, Libya’daki siyasal bölünme ve iç savaş ortamında yapıldı. Yine de anlaşmanın BM tarafından tanınmış Trablus hükümetiyle yapılmış olmasının hukuki ve siyasal açıdan bir sorunu yok. Ama bunun getirdiği iki siyasal/askeri sonuç olacak. İlki bu anlaşmayı yapan hükümet meşru ama dış destek açısından zayıf. Karşısında Bingazi merkezli Hafter komutasındaki güçler ve onun arkasında da Rusya, Fransa, Suudi Arabistan, Birleşik Arap Emirlikleri (BAE), Fransa ve Mısır var. Yunanistan ve Rumların da bu koalisyona dahil olması ve bundan sonra Trablus hükümeti üzerindeki baskıyı artırması olası. Türkiye bir de askeri anlaşma imzaladı ve fiilen de asker gönderme niyetini açıkladı. Bu Türkiye’nin kendisine bu kez Libya’da yeni bir cephe açması ve buradaki çatışmalara daha derinden angaje olması anlamına geliyor. Zaten bir süredir Türkiye askeri yardım ve özellikle silahlı İHA’lar (SİHA) aracılığıyla bu savaşın içinde. Hafter güçleri de Türkiye’yi düşman ilan etti ve Türkiye’ye ait gemi ve uçakların vurulacağını söyledi.

LİBYA’DA SİHA SAVAŞI YÜRÜTMEK

Libya’daki silahlı çatışma, Suriye boyutlarına ulaşmadı. Günümüzde hava hakimiyeti önemli olduğu ve tarafların bu imkanı olmadığı için daha kolay olan SİHA’lar devreye sokuldu ve önce BAE, Hafter’e Çin yapımı SİHA’ları vermeye başladı. bunun üzerine Türkiye devreye girerek karada Kirpi zırhlılarının yanında, Mayıs 2019’dan itibaren 12 Bayraktar SİHA’sı sağladı. Tabii bunlar için teknik destek de gerekliydi ve yer ekibi de muhtemelen Türkiye tarafından gönderildi. Gelen haberlere göre bunların sekizi düşürüldü. Bu arada İtalya, ABD SİHA’ları da genelde IŞİD’la mücadele gerekçesiyle Libya’da faaliyet gösteriyor.

HEPSİ ORADA

Dünyadaki diğer çatışma bölgeleri gibi, Afrika’daki en büyük petrol rezervine sahip olan Libya’da da, bütün önde gelen aktörler yerlerini kapmış durumdalar. Ülkedeki petrolün çıkarılması ve rafine edilmesinde İtalyan ENI ve Fransız Total firmaları başı çekiyorlar ve genelde rakip durumdalar. Çin SİHA’lar aracılığıyla varlık gösterirken, ABD havadan vurmakta, Rusya özel güvenlik şirketine bağlı 200 kadar paralı asker, füze sistemleri ve teknik ekipmanla yerini almış durumda ve Hafter’e destek oluyor. Libya bir kez daha emperyalist bir müdahalenin nesnesi olmuş durumda ve Türkiye, Katar ile birlikte bu mücadelenin bir parçası haline geldi.

ULUSLARARASI HUKUK AÇISINDAN ANLAŞMA

Trablus hükümeti BM tarafından tanındığı için anlaşmanın kendisinde bir sorun yok. Ama anlaşmanın tek sorunsuz kısmı bu ve ilk bakışta herşey normal görünüyor. Türkiye hızla anlaşmayı TBMM’den geçirip BM’ye kaydettirdi ve bu noktayı da ısrarla vurguladı. BM’yi anlaşmaların geçerliğine karar veren bir tescil merkezi gibi sunmaya çalıştı. Oysa, Libya’da Tobruk kentindeki Meclis’i anlaşmayı onaylamadığı gibi, Meclis başkanı da BM’ye mektup yazarak bu anlaşmanın geçerli olmadığını söyledi, hükümetin sahip olmadığı bir yetkiyi tüm Libya adına kullanamayacağını belirtti. Şu anda söz konusu anlaşmanın geçerliliği tartışmalı. Yunanistan da BM’ye kendi deniz egemenlik haklarının ihlal edildiği gerekçesiyle (adalarının kıta sahanlığı olduğu iddiasına dayandırıyor ki Türkiye bunu kabul etmiyor) başka bir mektup gönderdi.

Özellikle Hafter, Trablus’u ele geçirirse, bu anlaşmanın onaylanmadığı gerekçesiyle tanımadığı ilan edecek. Bu yüzden anlaşmayla ilgili tartışma henüz bitmiş değil.

Anlaşmanın sunuluş şekline dair bir diğer sorunlu konu, Türkiye’nin deniz yetki alanını paylaşarak Doğu Akdeniz’den Avrupa’ya ulaşacak bir boru hattının geçişine izin vermeyeceği iddiası. “Doğu Akdeniz’deki oyunu bozduk” söyleminin altında bu iddia yatıyor. 1982 tarihli Deniz Hukuku Sözleşmesi 58/1. Maddesi bu konuyu gayet açık bir şekilde düzenlemiş. Münhasır ekonomik bölge üzerinde deniz ve hava ulaşımı serbestliği, deniz altında da kablo ve boru hattı geçirme serbestliği söz konusu. Yani, Türkiye ben Libya ile anlaşma imzaladım, buradan kimseyi geçirmem, sizi Doğu Akdeniz’e hapsettim, buradan boru hattı geçiremezsiniz diyemez. Bu konuda fiili zorluk çıkarabilir, savaş gemilerini gönderir vs ama bunu imzaladığı anlaşmaya dayanarak yapamaz.

Üçüncü nokta ise anlaşmanın Türkiye’nin topraklarını genişleten, bir fetih havasında sunulması, Türkiye’nin çok büyük bir deniz alanını kendisine kattığının iddia edilmesi. Bu bir deniz yetki alanını sınırlandırma anlaşması. Adından da anlaşılacağı gibi bir yetki durumu var, egemenlik değil. Hiçbir ülke münhasır ekonomik bölge üzerinde egemenlik yetkisi kullanamaz, yalnızca o deniz alanında, içinde, üzerinde ve altında alanda ekonomik faaliyet yürütebilir. Eğer bu mantıktan gidilirse, 2003’te Mısır, 2007’de Lübnan ve 2010’da Mısır ile mühasır ekonomik bölge anlaşmaları imzalamış olan Çankaya nüfusu büyüklüğündeki Kıbrıs Rum Cumhuriyeti’nin yaptığı bu hamlelerle kendi topraklarından çok daha büyük bir egemenlik alanına sahip olduğu ve gerçek oyun kurucu olduğu anlamı çıkar. O zaman, yeri geldiğinde NATO’nun ikinci büyük ordusuna sahip, Akdeniz’e en büyük kıyısı olan bölgenin ekonomik olarak en gelişmiş ülkesi Türkiye’nin 17 yıl boyunca bir oyuncu değil, tribünde izleyici olduğunu söylemek gerekir.

DÜŞMAN KAZANMAYA DEVAM

Türkiye’nin bu gecikmiş ve sonuçları itibariyle istediğini alabilme imkanı tartışmalı hamlesi, Doğu Akdeniz’de en baştan yanlış yürüttüğü bölgesel politikanın yarattığı açmazları giderme çabası, beklediğinin tersine, Türkiye’nin etrafındaki çemberi daha da daraltıp, ülkeyi daha sorunlu bir sarmala sokabilir. Türkiye, Suriye’deki krizde, Rusya’ya diyet ödeyerek belli bir hareket alanı bulabildi. Libya’da ise durum tam tersi. Suriye’de, Türkiye rejimi devirmek isterken, Rusya mevcut rejimi ayakta tutmaya çalıştı ve başardı. Libya’da ise Rusya Hafter’in yanında ve Türkiye iktidarı ayakta tutmaya çalışıyor.

Yine, Libya’da Türkiye çok geniş bir bloku karşısına aldı. Libya’da rakip olan İtalya ve Fransa, en son Kıbrıs Rumlarla ortak tatbikat düzenledi. Suudi Arabistan ve BAE ile girdiği rekabet Körfez ve Suriye’den sonra Libya’ya kadar uzandı. Burada Mısır, İsrail, Fransa, Rusya, BAE, Suudi Arabistan,Yunanistan Türkiye ile Katar’ın karşısında. ABD ise, diğer ülkeler gibi BM’nin tanıdığı Trablus hükümetini meşru kabul ediyor ama sonuçta Hafter bir ABD vatandaşı, CIA ile bağlantıları biliniyor ve en son Trump onu arayarak radikal İslamcılara karşı mücadelesini tebrik etti. ABD siyasi ve askeri ağırlığını Hafter’den yana koyarsa, Türkiye’nin Libya’da bu kadar geniş bir blok karşısında tutunma imkanı kalmaz.

Tüm yazılarını göster