Dış siyasetimiz epeydir hem iç siyasetin uzantısına hem bir halkla ilişkiler (“PR”) egzersizine dönüştü. Alttan alta da, tıpkı “eski güzel günlerdeki gibi” Suriye ve Irak gibi etli-butlu konularda, yine gelecekte geçmişe döndük. Nasıl mı? Bakınız: “Irak Kuzeyi”.
Dışişleri’nin açıklamalarında istihza ve kibir gırla. ABD’nin IŞİD’le Mücadele Temsilcisi McGurk, İdlib’teki El Kaide (El Nusra, Heyet Tahrir-üş Şam vs.) varlığına ve buna Türkiye tarafından göz yumulmasına mı dikkat çekiyor? Yanıt hazır: “Niyetiniz provokasyonsa...” Resmi kanalımız TRT de McGurk’ten “terör ötgütleri PKK/PYD’yle yakınlığıyla bilinen” diye bahsediyor. Havuz, haber verirken (yorum yaparken değil) aynı McGurk’ten “ABD’nin müstemleke valisi” diye söz ediyor.
Ankara herhalde Havuz’a manşet attırıp, TRT’ye istediği gibi yayın yaptırınca, ABD dış siyasetinin de buna göre kendini uyarlayacağını düşünüyor olmalı. Onların New York Times’ı, Washington Post’u varsa, bizim de Havuz’umuz ve TRT’miz var. Ver mehteri ! Sanırım bu duruma İngilizce’de “echo chamber” deniyor: “Yankı Odası”.
Irak Kuzeyi’ne dönelim. Ender de olsa, sokakta beni tanıyan birileri çıkıyor. Sözü Dışişleri’nin eskiden nasıl çalıştığına, şimdi “bunların” o işleyişi nasıl bozduğuna getiriyor. Gözlerimi kırpıştırıyorum. Çünkü deyim yerindeyse “zaten hep yeşildi fındık dalları”. Sözü İdlib ve Kobani’ye geri getirmeden anlatayım biraz.
ABD savaş makinası 2002 sonu-2003 başında istim üzerindeydi. Artık durdurulamayacağı belliydi. Oysa bize sunulan brifinglere dudak büken, müstehzi, şaşkınlık ifade eden tepkiler veriliyordu. Kolormatik gözlükleri burun ucuna kaydırıp “bu iş bizsiz nasıl yapabilirsiniz ki?” yollu. Yahut, sazı ele alıp, uzun uzun Irak’ın tarihçesine ne denli hakim olunduğunu gösteren soporifik analizler gibi. Muhataplar da beton gibi suratlarla dinleyip, “elegant” (zarif, şık) gibi kısa yorumlar yapıyordu.Üstelik, esasen Amerikanca’dan Türkçe’ye “Ya Rabbim sen bana sabır ver” diye tercüme edilmesi gereken bu tür tepkiler, “bak ABD de teslim etti yetkinliğimizi, dosyamıza hakimiyetimizi” gibi aktarılıyordu siyasi karar alıcılara. Tabiatıyla, önlerine konan konuşma notları da aynı kapalı devre değerlendirmeye dayanıyordu.
HER ŞEY ON SENEDE OLDU
Ne oldu? Tarihin sel kapakları açıldı, önünde ne varsa süpürdü götürdü. Aradan geçen on küsur yıl sonra Kerkük petrolü Ceyhan’dan küresel pazarlara pompalanıyor, Irak Kürdistan Bölgesi, ABD ve onun başını çektiği Koalisyon desteğiyle IŞİD’i defederken doğal sınırlarına ulaştı, 25 Eylül’de bağımsızlık referandumu yapıyor. Bunlar aciz bendenizin de Irak’ta ve Irak üzerine çalıştığı on küsur senede gerçekleşti topu topu.
En azından denilebilir ki, AKP iktidara geldiği dönemde, onu iktidardan ne pahasına olursa itmeye yahut iktidarını kısıtlamaya yönelen asker destekli Ankara kurulu düzeniyle var kalma mücadelesi halindeydi. Hatta ta 2010’da bile, ben orada göreve başlamadan Erbil Başkonsolosluğu dönemin başbakanı Erdoğan’ın takibi olmasa, açılamazdı.
DIŞİŞLERİ BÜROKRASİSİ RAHATLADI
Şimdi neredeyiz? Müzmin ABD karşıtlığında ve “Kürt Kemeri” takıntısında ortaklaşmış bir Erdoğan iktidarı ve Genelkurmay var karşımızda. Bu durum Dışişleri bürokrasisini son derece rahatlatmışa benzer. Artık Genelkurmay’ın dümen suyunda gideyim, “siyasi” iktidarı da idare edeyim derdi kalmadı. Ürün sunulan iki temel alıcının istekleri örtüştü. Tayinler güvence altında, yüzler gülüyor olmalı.
Irak Kürdistan Bölgesi de, Irak Kürt Bölgesi de, açılımını yapmadan kısaltma ardına saklanarak IKB demek de, hatta Kuzey Irak Bölgesel Yönetimi de dolaşımdan kalktı, geldi geriye Irak Kuzeyi. Ve “Musul IŞİD’den kurtulduğunda çekileceğiz demiştiniz, Başika’dan çıkmazsanız Bağdat’la ilişkileriniz yoluna girmez” açıklaması yapan Başbakan Abadi. Her şey çok tanıdık, her şey çok yerli ve milli. Perinçek’in bastıramadığı heyecanı da bundan.
Irak Kuzeyi orada dursun, biz güneye Idlib’e bakalım. Hatay’a komşu Idlib’de üç başat unsur vardı: El Nusra-El Kaide vs. harmanı Heyet Tahrür-üş Şam (HTŞ), Ahrar-üş Şam ve Özgur Suriye Ordusu kalıntıları. ÖSO’nun fişini CIA siyasi karara uyarak çekti. Ahrar, HTŞ saldırısı önünde topukladı. Sınır boyu HTŞ eline geçti. HTŞ, Ankara’ya “jest yaparak” sınırın dibine değil 15 km. gerisine konuşlandı. Ancak gelip-geçenden artık o ekmek yiyecek.
Ankara, ABD-Rusya gerilimine oynayarak, Fırat Kalkanı cebine ÖSO’yu öne iterek Tel Rifat ve Minnag Havaalanı’nı katarım, tutarsa oldu-bittiyle Afrin’i de tamamen yalıtır, hatta Fırat Kalkanı cebini Idlib’le bağlarım diyordu, tutmadı. ABD ve Rusya Federasyonu (RF) arayı düzeltti. O denli ki, diplomat sınırdışı etmeye varan gerilim bile Suriye’deki işbirliğini etkilemeyecek.
RF için Ankara’nın işlevi, İdlib’de imha edileceklerle, edilmeyecekler ayrımını yapılmasına katkıda bulunmaktı. Güncel nüfusun Idlib'de iki buçuk milyonun üzerinde olduğunu (Afrin’de bir milyon civarında) akılda tutalım. İş aileleriyle birlikte buraya yerleşmiş Uygur, Özbek vb. yabancı savaşçıların topyekun ortadan kaldırılmasına gelince ölçek açısından Doğu Halep bile hafif kalabilir. Olmadı Özbekler, Uygurlar otobüslerle Fırat Kalkanı cebine taşınır belki.
Şimdilik Ankara Idlib'de yine kendince günü kurtaracak bir şark oyunu kurma hevesinde görünüyor. Oysa mesele şu: Hatay’ın komşusuna El Kaide’nin dayanması için Ankara için bir “ulusal güvenlik meselesi” mi, değil mi? İşte haddini bilmez (!) McGurk de onu soruyor. Acaba Ankara McGurk’ü aşağılar, işimizi Dışişleri Bakanı Tillerson hatta doğrudan Başkan Trump’la görürüz diye mi düşünüyor. Yoksa AP Türkiye raportörü Kati Piri gibi ülkeye girmesi mi yasaklanacak?
McGurk’ün açıklaması üzerine Kobani’de sınırda duvar ören iş makineleri ve askeri araç Suriye tarafındaki köylere uzanıp geri geldi. Yanlışlıkla mı oldu, ABD’ye “ayağını denk al, tekerine çomak sokarım” demek için miydi, bilemiyoruz. Ama Suriye ve Irak’ta yanlışta ısrar edildiğini görebiliyoruz.
Takmayalım kafamızı fazla, gümbürdetir Dışişleri bir açıklama, bizler de öğreniriz yakında, işler de yoluna girer. Herhalde. İbo’nun şarkısı mıydı o: “Tutun kollarımdan düşerim şimdi, yalnızım dostlarım yalnızım ben yalnız.” Bende bitti. Yorum.