AKP hükümetinin dış politikası ilan edilmemiş iflas yaşıyor. Hükümete bakacak olursanız Türkiye’nin başarısını çekemeyen (bütün) dünya bize karşı! Yakın çevremizde ise dört bir yanımız ‘düşmanla’ çevrili!
Avrupa Konseyi Parlamenterler Meclisi'nin (AKPM) kararı sonrası ‘bütün dünya bize karşı’paranoyası daha da belirginleşti.
Yurt içinde kendisine yakın düşünenler dışındaki herkesi ‘terörist, Türkiye düşmanı’ ilan eden hükümet girebilmek için bakanlık bile tahsis ettiği Avrupa’yı da terör destekçisi ilan ediverdi!
AKPM’nin kararının Uğur Kurt davasının karara bağlandığı ve Türkiye’nin Şengal’e yönelik hava operasyonu düzenlediği güne denk gelmesi ayrı bir ironi!
Avrupa’nın aldığı kararları eleştiren başbakan Binali Yıldırım kararın Türkiye gerçekleri ile uyuşmadığını savundu. Gazetecilerin içeri alınması, Hayır’a destek verenlerin, YSK’nın açık yasa ihlaline karşı gelenlerin gözaltına alınması, üniversitelerimizin ve okullarımızın çiçekleri akademisyenlerin hunharca görevinden alınması, faili meçhuller, yerleşim yerlerinin bombalanması ve keyfi hukuk uygulamaları ile yüz binlerin mağdur olduğu, haksızlığa uğradığı ve türlü işkenceye maruz bırakıldığı ülkemizin Avrupa’nın son haksız kararına uymayan gerçeği Uğur Kurt davası olsa gerek.
Olay bir ibadet mekanının basılması ve aynı mekanda bir kişinin polis kurşunu ile can vermesi değil mi özet olarak?
Gezi protestoları sırasında ‘camiye ayakkabı ile girdiler’ diyerek hassasiyetini gösterenlerin emrindeki yargının bir ibadet evinin basıldığı tanımlamasını yapmaktan aciz bir şekilde, cinayeti de sadece 10 bin TL ile geçiştirmesidir Türkiye’nin gerçeği.
Türk insanının bu karar ve diğer hukuksuzlukları görmesi için AKPM’nin raporlarına ihtiyacı yok. Biz bu ülkede nelerin döndüğünü Avrupalılardan çok daha ayrıntılı şekilde biliyoruz zaten. Binali Yıldırım da biliyor. Ama ısrarla Avrupa’nın kararlarının siyasi olduğunu savunuyor. Bu söylemler bir yandan içerideki (Türk değil) Osmanlı milliyetçiliğini kaşımaya yönelik ama diğer yandan AKP’nin kabadayılık siyaseti gereği kullanılıyor.
Bu özgüven patlamasının nedenini gerçekten merak ediyor insan? Danışmanlar mıdır bunun sebebi yoksa ite kalka alınan şaibeli yüzde 51 mi?
BM şartını genel kurul kürsüsünde yırtan Kaddafi’den farkı var mı dış siyaset erbabımızın? Avrupa ve Ortadoğu’da herkesle kavgalı olmanın gerçekten faydalı olduğunu mu düşünüyorlar?
Bu gidişat gerçekten iyi değil. Avrupa’nın AKP hükümeti gerçeğini görmeye başlaması ile AKP dış politikada bir kalesini daha kaybedecek gibi görünüyor. Hoş Avrupa ile arası daima limoniydi AKP’nin ancak Avrupa AKP’ye bizim liberallerden daha fazla tolerans tanıdı ve sabretti.
AKPM kararları Türkiye’nin denetim altına alınması özeti ile veriliyor ama aslında çok daha derin bir çatlağa işaret ediyor.
Yaptırım kelimesine çok uzağız şimdilik ama eğer AKP bu gerilim ve inat siyasetini sürdürürse bunun sonu ABD’ye tam biat etmiş körfez ülkelerine dönüşmektir.
Zaten iktisadımızı artık körfez sermayesine göre şekillendirmeye başlamıştık, sosyal yapının safraları laikler de atılınca bir Endonezya ya da Katar olabiliriz artık.
Batı cephesinde durum böyle iken (Orta) doğu cephesinde de durum parlak değil. ABD’nin Suriye’de sergilediği tiyatro niye ise bizi çok heyecanlandırdı. Hemen yardımcı oyuncu rolüne talip olduk. Gizli ajandamız Esad’ın devrilmesini sağlar mı belli değil ama pek hevesliyiz.
Bu bize hareket alanımızın kalmadığını ve artık belirleyicinin biz olmadığını gösteriyor. Sincar’ın ve Karaçok Dağı'nın vurulması bir politika belirleyiciliği değil tam tersi bugüne kadar uygulanan yanlış politikaların sonucu ortaya çıkan çaresizlik.
Oysa yapılması gereken çok basit(ti): Batı’nın gazı yerine Rus ve İran gazını tercih etmek ve bölge gerçekleri ile uyuşmayan politikalardan kaçmak. O zaman Erdoğan yerinde kalır mıydı ayrı soru ama Davutoğlu ve Erdoğan da pek hevesliydi zaten.
Türkiye’nin komşudaki yangına körükle gitmesinin yarattığı boşluk bugün Ankara’da yeni güvenlik kaygısı tanımlamalarına yol açıyor ve bunun faturasını Türk ve Kürt halkları ödüyor. Onlarca askerin, sivilin hayatını kaybetmesi de cabası.
Oysa Kürt halkının temel haklarının verilmesi, Suriye’nin egemenliğine saygı duyularak yönetim ile teröre karşı iş birliği yapılması ve bölge ülkeleri ile düzeyli bir ilişki sağlanması çok da zor değildi.
Şimdi son on yılın samimiyetsiz, kurnazca hesaplarının bir gün karşımıza fatura çıkartacağını bile görmemizi engelleyen hırsımızın acısını çekiyoruz.
Irak ve Suriye’deki gelişmelerin hızına yetişemiyoruz. Bunca yıldır savaş yaşayan Suriye yönetimi bile soğukkanlılığını kaybetmiş değil ve bölgenin büyük ülkesi olma iddiasındaki biz ancak reaktif davranabiliyoruz. Artık bitti. Türk dış politikası yavaş yavaş ölmekte olan bir hasta gibi.
İflas kaçınılmaz, Sincar ve Karaçok Dağı'nın bombalanması iflası erteleme hamlesinden başka bir şey değil.