Herhâlde benden beklenen daha önceki hayatımda hasbelkader on yıl Dışişleri bünyesinde Irak’ta veya Irak üzerine görev yaptığımdan dolayı sahadaki gelişmelere ve devlet büyüklerimizin (tek büyüğümüzün?) açıklamalarına bakıp, bunları, bu işlere belki benim kadar vakti olmayanların kolay anlayacakları biçimde anlamlandırmaya çalışmak. Ama her şey genellikle dış siyasetimize, özellikle Irak/Suriye siyasetimize ilişkin olarak hem de epeydir şu meşhur şarkıdaki gibi “nereden baksan tutarsızlık, nerede baksan ahmakça...” Gelin bugün birlikte gelişmeleri önem sırasına koymadan, aklımıza geldiği gibi bir ufuk turu yapalım o zaman.
Kerkük’e 1 Mayıs itibarıyla yeniden Irak Kürdistan Bölgesi bayrağı çekildi. Referandum kampanyası sırasında Sayın Cumhurbaşkanı “bedeli ağır olur” demişti. Bendeniz de (desteklediğim için değil) “IKB’ne ağır bedel ödetilecekse, Ceyhan’daki vanayı kapatırız” demiştim. Karaçok’u (Rojava) ve Şengal’i havadan bombardıman ettik. Bu defa, (yine desteklediğim için değil) “bunu beklemiyordum, demek ki söylemin ardına eylemi koymaya hazırmışız” dedim. Ama KDP’nin, referandumda EVET için çalıştığını biliyorduk. Nitekim, IKB Başbakanı Neçirvan Barzani, İstanbul’da Sayın Cumhurbaşkanı tarafından kabul edildi. Döndü, Kerkük’e bayrak çekildi.
Fırat Kalkanı’nı biz tek yanlı başlattık, sahada ABD ve Rusya Federasyonu (RF) güçleri çevreleyici biçimde konuşlanarak, bu “amacı ve kapsamı” hiç açıklanmamış, taktiksel olarak sıkıntılı, stratejisi ise belirsiz kara harekatımızı bizim yerimize bitirdi. Böylece, toprak bütünlüğü ve ulusal birliğini savunageldiğimiz Suriye’de yaklaşık iki bin kilometrekarelik bir cebi, ucu belirsiz bir süre için yönetmek yükümlülüğüyle baş başa kaldık. Şimdi tam da Sayın Cumhurbaşkanı 3 Mayıs’ta Putin’le, 16 Mayıs’ta Trump’la görüşmeden önce sınır boyuna yığınak yaparak, “bir gece ansızın gelebiliriz” diyoruz. Bu defa, RF Afrin’de, ABD Kobani-Cezire’de sınır boyunda devriye görevi icra edip, bayrak göstermeye başladı.
Esasen Fırat Kalkanı öncesinde obüs atışları, 30 km menzili olsa da, hava desteğinin yerini tutmaz demiştik. Hava desteği, Sayın Cumhurbaşkanı’nın St.Petersburg ziyareti sonrasında RF’den icazet almak suretiyle sağlandı. RF ile barıştık dedik ama RF tüm istediklerini aldı, bizim taleplerimizin hiçbiri (domates ihracatı bile) karşılanmadığı gibi, katledilen RF Büyükelçisi Karlov’un yerine Putin atama da yapmadı. Önce cinayetin aydınlatılması koşulu olduğu anlaşılıyor, buna karşılık suikast soruşturması ne aşamada, hatta devam ediyor mu, bu konuda elimizde tek bilgi kırıntısı yok. PKK’yle “mücadele” konusunda ise, Kuzey Irak’a geçen on yıllardır süregiden hava harekatlarının ne amacı hasıl ettiği ortada.
Suriye’de dolaylı veya doğrudan desteklediğimiz yerel (pek çoğu cihatçı) silahlı unsurların diğer bulunduğu cep Idlip havalisi. Putin’in eli Grozni ve Doğu Halep örneklerinden bildiğimiz üzere ağır. Şimdi oradaki bazıları kendi vatandaşı olan cihatçılara Putin’in sorusu şu: “Ilımlı mısınız? Ilımlıysanız komşu Hatay’a veya Fırat Kalkanı cebine gidin. Burada kalanların ise (ayaklarıyla) ‘biz ılımlı değiliz’ yanıtı verdiği anlaşılacak ve bulundukları yerde imha edilecek.” Bu durumla karşılaşmamak için döndük Trump’ın Şayrat Hava Üssü’ne 49 seyir füzesi sallamasını destekledik. ABD eliyle “Uçuşa Yasak” değil, “Güvenlikli” de değil, “İstikrar Getirici” bölgeler tesisi ve Idlip’i bu şekle sokabilme ihtimaline sarıldık. Herhalde bunu da 3 Mayıs’ta değerli dostumuz Sayın Putin’le paylaşacağız.
Kurucusu olduğumuz Avrupa Konseyi’nin denetiminden 2004’te AKP iktidarının icraatıyla kurtulmuştuk. Şimdi 2017’de aynı iktidarın aksi yöndeki tutumuyla demokrasisi sakat ülkeler ligine geri düştük, cevaben “asıl onların denetime ihtiyacı var” dedik. Keza kurucusu olduğumuz AGİT’i referandumu izlemeye davet ettik. AGİT heyeti hepimizin tanık olduğu hile ve şaibe iddialarını raporlaştırınca, “teknik değil siyasi değerlendirme yapıldı, zaten heyet üyeleri PKK destekçisi” dedik. Sayın Cumhurbaşkanı idam cezasını geri getirmeye istekli olduğunu her fırsatta beyan ediyor, sadece bu gelişme bile AB üyelik perspektifimizi yok etmeye yeterli. Ama hem Cumhurbaşkanlığı Sözcüsü Kalın AB ile üyelik müzakerelerini sürdürmeye kararlı olduğumuzu, hem Hükümet Sözcüsü Kurtulmuş AB Dış İlişkiler Yüksek Temsilcisi Mogherini’nin son açıklamalarını “makul ve doğru” bulduğunu söyledi. “Biz onlara değil AB bize muhtaç” diyoruz.
NATO müttefiği olduğumuz halde Çin’den NATO sistemine entegre olması mümkün olmayan hava savunma silahları almaya kalkıştık. Olmadı, bu defa Rusya’dan S-400 almak üzere müzakereleri başlattık. Oysa S-400’ü Rusya, Suriye’de işbirliği içinde olduğu İran’a dahi satmaktan imtina etti. Ayrıca biz, S-400 alacak paramız olmadığı için, söz konusu satışın kredisini de Moskova’dan talep ettik. Hatta şimdi 16 Mayıs’taki Trump görüşmesi öncesi 3 Mayıs’ta Sayın Cumhurbaşkanı imzayı atacak deniyor. Mantıktaki üçüncü halin olmazlığını hatırlayalım. Örnek olarak Şanghay İşbirliği Örgütü’ne gözlemci üye olmak için dahi NATO’dan çıkmak gerekiyor. Aynı şekilde S-400’ü alırsanız ulusal olanaklarla kuramayacağınız Malatya’daki radar vs. dahil NATO şemsiyesinden çıkıyorsunuz.
Daha uzatayım mı? Aciz bendeniz kısıtlı birikim ve deneyimime dayanarak dış siyasette ne yaptığımızı anlamlandırmakta yetersiz kaldığımı huzurunuzda itiraf ediyorum. Hatırlayacaksınız, bir dönem “Ortadoğu’nun Kissinger’i” olma iddiasındaki Sayın Davutoğlu’nun “ritmik diplomasi” kavramı dolaşımdaydı. Geldiğimiz aşamaya belki “Endülüs’te Raks” tanımı daha uygun düşebilir mi, bilemiyorum. Bu duygu ve düşüncelerle satırlarımı sonlandırırken Dışişleri’nde görevlerini büyük sorumluluk duygusu ve özveriyle ifa ettiklerini bildiğim değerli eski meslektaşlarıma da zihin açıklığı ve hayırlı tayinler diliyorum.