7-8 yaşlarında 3 çocuk deniz dibinden kum çıkartma yarışması yapıyorlardı. Bir oğlan çocuk yeterince dalamıyor ve diğer kız ve oğlan çocuğu önüne dalıp kendisini engellemekle suçluyordu. Kız çocuğun hakemlik ettiği yarışta, kazanan diğer oğlan çocuk sonuçtan çok dalmanın keyfini çıkartıyor gibi görünüyordu. Yanlarına yetişkin bir kadın geldi sonra. Aralarındaki sorunları dostça çözmeleri gerektiğini anlattı. Çocuklar pek dinlemediler. Biraz ileriye yüzdü kadın ve ikinci gelen oğlan çocuğa seslendi “hadi erkeksen buraya kadar yüz bakalım”. Birkaç kez tekrarladı bunu. Çocuk kadına öfkeyle baktı, söylenerek kıyıya çıktı, yürüyüp gitti.
***
Gece Pazarı’nın girişindeki küçük masalarda çayımızı bekliyorduk. Bize arkası dönük 30’lu yaşlarının ortasında bir adam, yanında o yaşlarda karısı, kayınvalidesi, önlerinde bebek arabasında küçük bir çocukla oturuyorlardı. 3-4 yaşlarında bir kız çocuğu elindeki külahtan dondurmasını akıtarak yerken kendi kendine dolanıyor bu arada dondurmayı da adamın tişörtüne bulaştırıyordu. “Bu çocuğa sinir olmaya başladım ben” dedi adam. “Burnundan kan getireceğim şimdi”… Ben çocuğun annesi babası nerede, uyarayım çocuklarını alsınlar diye bakınırken karısı ve kayınvalidesi, kalkıp gitmeyi önerdiler. “Geldik, biraz dolaşalım diye, onu bile yapamıyoruz çocuklar yüzünden” diye söylendi bu kez adam. Çaresizce “E ne istiyorsun” diye sordu karısı. “Siz gidin ben çocuklarla ilgilenirim” dedi kayınvalide. Karı koca kalkıp alışveriş standlarına yöneldiler. Orta yaşlarındaki kayınvalide küçük kız çocuğunu yanına oturtunca anladım ki çocuk o adamın kızıydı.
***
Kadın kendi boyunu aşan yere kadar yüzebilmişti. Yani oraya kadar yüzebilmek için erkek olma şartı yoktu demek ki… Çocuğa söyleneyim derken, kendisininkiyle birlikte bir cinsiyeti aşağıladığının farkında değildi sanırım. “Kadın halimle” demek istiyordu her halde, “buraya kadar yüzebildim, sen de erkeksen gel”… Kendisinden küçük bir oğlan çocuğuna karşı üstelik de bir kız çocuğunun hakemliğinde, denizden kum çıkartma yarışında ikinci gelen oğlan çocuk demek ki böyle böyle kıstırılmış oraya diye düşündüm. Büyüksün, erkeksin ama ikinci geliyorsun. O da bahaneler üretiyordu sürekli, birinci gelen çocuğu kendisini itmekle, tam o dalacakken önüne atlamakla suçluyordu. Kadın kendisinden büyük olduğu için “erkeksen buraya kadar yüz hadi” konulu kışkırtmaya yanıt vermemişti. Ama denizden çıkarkenki öfkesine ve söylenmesine bakılırsa, ‘şimdilik’ böyleydi. Deniz gözlüğünü yere attı, kumları tekmeledi, sonra oturdu ve öfkeli öfkeli denize, ‘kadınların bile’ yüzebildiği ama kendisinin gidemediği derinlere baktı.
Kadın çocuğa dersini vermişti, derin sularda yüzmenin keyfini çıkartıyordu. Muhtemelen yetişirken kimse ona ”hadi becerebilirsen yap bakalım” dememişti. Bir takım erkekler ve erkeklikler asla onlar gibi olamayacağını, beceremeyeceğini söylemişlerdi belki de. Denemesine bile izin verilmeyen alanlar, kazanamayacağına daha baştan karar verilmiş yarışlar, yasaklar ve engellerle büyümüştü. Böyle böyle kıstırılmıştı o da ve şimdi hıncını küçük bir oğlan çocuktan çıkartıyordu. Küçük bir çocuğun erkekliğini aşağılayarak zaferinin sağlamasını yapıyordu.
***
Adam ve karısı yanımızdan ayrılınca kayınvalideye “bu çocuk bu adamın kızı mı?” diye sordum. Gülümsedi orta yaşlı kadın “evet” dedi. “Çocuğun burnundan kan getireceğini söyledi” dedim, şaşkınlıkla. Kadın, rahatlık mı örtbas etmek mi anlayamadığım bir tepkiyle “yok yoook, yapmaz o öyle şeyler, vurmaz çocuğuna” dedi. “Karısına şiddet uyguluyor mu peki?” diye sordum bu kez doğrudan. Kadın yine aynı tonda “el kaldırmaz o, ağzında onun” dedi. “Kusura bakmayın müdahale gibi oldu ama ben adamın söylediklerini düşününce direk çocuğu alıp yetkililere teslim etmeyi düşündüm” dedim bu kez. Şiddet eğiliminin altını çizmeye çalışıyordum ısrarla. Kadın da ısrarla her şeyin yolunda olduğunu söylüyordu.
Biri yeni doğmuş iki çocuk yüktü adama. Şuraya tatile gelmişti ama gönlünce dinlenemiyordu. Biri ağlıyor öteki dondurmasını tişörtüne bulaştırıyordu. İki kadın hem kirlenen tişörtleri yıkıyor, hem de adam çocukların varlığını hissetmesin diye onları doyuruyor, uyutuyor, giydiriyor, denize götürüyor, oyalıyorlardı. Arada adamın yemek, içmek gibi hayati gereksinimlerini karşılıyorlar, öfkesi yükselince de yatıştırıyorlardı.
***
O küçük çocuğun büyümüş haliydi belki de adam. Sünnet olduğunda bir taht üstünde bir düğün salonunda erkekliği kutsanmış, bir kadınla sevişince milli olduğu için yüceltilmiş, bir takım uzuvlarla tanımlanan cinsiyeti nedeniyle her şeye hakkı olduğuna ikna edilmiş adam erkeklik kalkanının arkasına çekilmiş yaşayıp gidiyordu. O kalkanın ardında yetersizlikler vardı, yaralar, eksiklikler, hırslar, kışkırtmalar, öfkeler, bilenmişlikler.
O kalkan adamın hayatla da arasına girmişti. Kendi başına kalsa yumurta kıramayacak, kıyafetlerini yıkayıp ütüleyemeyecek, yaşadığı ortamı temizleyip düzenleyemeyecek adam bir çocuğun bakımını da iki dakikadan fazla üstlenemeyecekti. Kendisiyle, karısıyla, çocuğuyla ilişki kuramayacak, sorun çıktığında da tek çözüm olarak “burnundan kan getirmek” aklına gelecekti. Sözü dinlenmez, öfkesi dindirilmez, hayatı kolaylaştırılmazsa şiddetin boyutu da artacaktı.
***
Masadan kalkarken kayınvalideye aile içi şiddetle ilgili çalışmaları okuduğumu, damadının bu durumunun gelecekte çok sorun çıkartacağını söyledim. “Sizin sorumluluk almanız da bir süre sonra durumu kurtarmayacak” dedim.
***
Toksik erkeklik, erkeklik davranışlarını açıklamak için son yıllarda çok kullanılan bir kavram. Terry A. Kupers’a göre toksik erkeklik; tahakküm içeren, kadınların değersizleştirilmesine sebep olan, homofobiyi ve şiddeti teşvik eden tutucu erkek davranış özelliklerinin bir araya gelmesidir. Buna göre erkeklerde en net gözlemlenen davranış; erkekliklerine karşı bir tehdit gördüklerinde öfke ve saldırganlıkla hareket etmeleri. Stephen M. Whitehead’e göre de toksik erkeklik; kompulsif tahakküm, empati kuramama, kırgınlık, düşük duygusal zeka, sahiplenme, kıskançlık, kırılgan erkeklik gururu, feminizme ve kadınlara yönelik olumsuz tutum gibi durumlarla kendini gösteriyor.
Kavram erkek teorisyenlerin kalemlerinden çıkmış ama bu noktaya kadın hareketi sayesinde gelinmiş. Havuç sopa ikilisinden kendilerine sopa uygun bulunan kadınlar onları kırmaya başlayalı çok oldu. Eylemse eylem, teoriyse teori, dayanışmaysa dayanışma… Bireysel, örgütsel, kurumsal, yasal her türlü yolla mücadeleyi sürdürüyor kadınlar. Bizim gibi ülkelerde biraz taşı dağın tepesine çıkarmakla eş anlamlı bir mücadele yürütülüyor. Zaman zaman taş aşağı doğru yuvarlanıyor ama her seferinde daha fazla kadın onu daha yükseğe çıkarmanın yollarını buluyor.
***
İki kadın kapı arasında, apartman boşluğunda sohbet ediyorduk. Habire apartmanın içine doğuran anne kediyle ne yapacağımızı konuşuyorduk. O sırada sensörlü otomat ışığı söndü. İkimiz de el kol hareketleri yaptık, kendimizi sensöre göstermeye çalıştık olmadı. Sonunda bir şekilde ışığın yanmasını sağlamayı başardık. “Bu sensör bizi adam yerine koymuyor” dedi komşum. Güldük ikimiz de. “Ama biz kadınız zaten” dedik. Ertesi gün sensörü değiştirdik.